Nasıl anlatsam derdimi, nereden başlasam diye kukumav kuşu gibi düşünüyorum yazının başına oturduğumdan beri. Hangi dala konsam çatırdıyor çünkü. O
dalların üzerinde kalmak için çabalayacak hiç mi bir şey yok payıma düşen? Var.
Ama yeter mi?
Cuma akşamı O3 Medya yapımcılığında Star Tv ekranlarında görücüye çıkan
İstanbullu Gelin beni soru işaretleriyle karşıladı. Bölüm ilerledikçe bu içime sinmeyişten kurtulurum diye düşünüyordum ama...
Bursalı, ulaşım sektöründe başarılı ve köklü aile bir yanda;
sesi ve müziği ile para kazanıp geçinmeye çalışan kızımız bir yanda. Geleneklerine bağlı bir anne ve büyük oğlunun hakimiyet savaşını üzerine serpiştirip boşluklara da aynı kızdan hoşlanan kardeşler ve abisini
seven kıza aşık bir başka kardeş koyalım… İleride evin çalışanı ile bir şeyler olacak
haşarı küçük kardeş de kenarda dursun. Dur bakalım, ne eksik kaldı? Aa, evet!
Eve gelen gelini fallarda gören ve ezilen yardımcılar.
Size de bir yerden tanıdık geliyor mu bu olanlar?
Kızın sanatçılığı kalsın mesela ama eline bir fırça
tutuşturun, abi- kardeş hikayesinden aşkı çekin ama güç dengeleri kalsın,
annesine karşı otorite kurmaya çalışan ve içi sıkıldıkça ortadan kaybolan evin
büyük oğlu da kalsın, yalnız şehri biraz öteleyelim...
Ürgüp'te yaşayan köklü bir
aile, anne evin reisi, kardeşler şirketle ilgili güç dengeleri üzerinden hafif
sıkıntılı, büyük oğlan yurt dışında sanatçı bir kızla tanışıp evleniyor ve
konağa bomba gibi düşüyorlar.
Bir seyirci olarak çok rahatsızım revizelenmiş gibi geri
dönen eski hikayelerden, siz ne düşünüyorsunuz bilemiyorum. Klişelere ölüm,
demiyorum elbette. Bildiğimiz çatışmaları izlemekle ilgili hiçbir sıkıntım yok,
tek derdim daha önce benzeri yapılmışken bir şey katmadan üstelik daha da garipleştirilerek
aynı şekilde anlatılmaya çalışılmasında.
Karşıtlıklar, çatışmalar hikayeyi besler elbette. Bize güzel
fikir ayrılıkları verir, birini hem kızıp hem sevmemiz için güçlü nedenler
sağlar. En basitinden izleyecek bir şey çıkması için lazımdır. Evet, bu
konularda hemfikiriz ama neden bunlar bildiğimiz yollarla anlatılıyor ki bize?
Biz bunları izledik ama zaten? İzlemedik mi?
Hadi bu benzerlikler benim eski dizilere olan takıntımdan,
özlemimden olsun; çalışanlara eziyet eden ve onları aşağılamak için fırsat
kollayan evin hanımından bıkmadık mı?
Evin işleri için yardımcı olarak çalışan kişiye ayaklarını
bilmem ne yağı ile yıkatmak nedir, kaldı mı yahu böyle şeyler? Hadi yaşından
dolayı eğilip kendi halledemiyor bakımını desem sülün gibi seke seke
entrikalara koşmaya enerjisi var aynı karakterin. Hatta entrika savaşına o
kadar kaptırmış ki kendini bu en karakter, diğer büyük kardeşi görmüyor. O da,
bütün işlere koşar ama evin büyük oğlu kadar değer görmez bu yüzden bozuktur
biraz ama çaktırmaz, anne de etinden sütünden faydalanır bu ikincinin.
Evin hastalık geçirmiş çocuğu sessiz sakindir, işlere
karışamaz ve çok kitap okuduğu için gözleri bozulmuştur. Bu yüzden de gözlük
takar yoksa hafazanallah okuyan bir karakter olduğunu anlayamayız.
Tekne kazıntısı da zıpırın önde gidenidir, sorumlulukların
ona yüklenmesine çok vardır nasılsa gezip eğlensindir…
Çapkınlık namı olan iş adamı beyimiz bu durumdan aşırı
mustariptir, hiç de çapkın değildir oysaki ama o şeytan medya yok mudur o
şeytan medya! Hep o basının işgüzarlığıdır bu “çapkınlık”. Ve üzülerek söylüyorum ama Süreyya ve Faruk
ilişkisi bir gram etkilemedi beni. Hoş görsellerle, şarkılarla destekleseler
de romantizmin bir harfini dahi katmadılar bana. Baba- kız oynasalar diye
düşünmekten kendimi alamadım.
Oturduğum yerden izlerken yoruldum, yazık değil mi bunu
çekmek için gecesini gündüzüne katan onlarca insana? Yazan insana da eziyet
yahu! Haftada bilmem kaç sayfa yaz dur; saati dolsun, sahnesi olsun aman neyse
klişesini bildiğimiz yerden verelim seyirci izler zaten olmadı üç beş bölüme
biter yeni işlere bakarız mı?
Yazı devam ediyor...