2007 yılında aramızdan ayrılan Gilmore Girls Netflix sayesinde 90 dakikalık dört bölümle geri döndü. Bana en çok hangi dizinin daha fazla bölümü olmasını dilerdin diye sorsanız cevabım Buffy the Vampire Slayer, Battlestar Galactica ya da Friends değil; Gilmore Girls olurdu. Bu saydığım ve saymadığım dizileri de delice seviyorum belki, ama yeni bölüm demek bizim kızlarla daha fazla vakit geçirebilme şansı demek ya, hepsinden kıymetli.
Kahve ve abur cubursuz Gilmore keyfi mi? Asla!
Sabah 10.00’da kahvaltım hazır (Luke’s Diner’da hazırlanmış pancakeler ve özel Gilmore Girls fincanımda bir litre kahve) bir şekilde Netflix’in başına geçtim. Netflix Türkiye’nin esprili ama bir o kadar da içerik hakimiyetinde sıkıntılı sosyal medya ekibi sağ olsun, ülkece şahane bir kararla saatleri geri almadığımızı atlayarak bana yanlış saat vermişti. Hissedilen süresi 24 olan bir 60 dakika daha bekledim mecburen ve en sonunda ilk "La La La" eşliğinde, gözlerim dolu dolu yine Stars Hollow topraklarındaydım.
Saat 18.00 civarı dizi bitti, ben de bittim. Yorulmuştum. Ama tüm karakterler çok hızlı ve durmaksızın konuştuğu için değil; yaşadığım duygu yoğunluğundan. Güldüm, ağladım. Yok, hissiyatımı tam karşılayamadım, düzelteyim. Gülme krizlerine girdim, yetmedi, hızımı alamadım, ağlama krizlerine de girdim. Malum, Edward Herrmann 2014 yılında rahmetli olduğu için dizi de Richard Gilmore’un ölümü ile çerçevelenmişti. Eh, temele böylesi ağır bir şeyi sabitleyince dizinin duygusal olarak zirve yaptığı anların bünyede etkisi de o kadar ağır oldu elbette. Sadece dört bölüm çıkartacağı bilgisiyle Amy Sherman-Palladino karakter hikayelerini öyle güzel ve temiz şekilde kurgulamış ki, dikkatle formüllenmiş bir denklem gibi tıkır tıkır işliyor bölümler. Gilmore sıcaklığı yerli yerinde duruyor, ama üzerinde dokuz yaş almış olmasından gelen bir olgunluk da var. Karakterlerden tutun kullanılan müziklere, seçilmiş kamera planlarından dizinin renklerine kadar her açıdan sizi sarmalayan bir yaşanmışlık hissinden bahsediyorum. Sanırım yeni bölümlerin en güzel yanı da bu. Birlikte yedi yıl geçirdiğim, dokuz yıl da hasret çektiğim bu insanların benimle birlikte büyüdüğünü, bıraktığım yerde kalmadıklarını görmek.
Gilmore Girls büyük olayların değil, küçük katalizörlerden doğan büyük duyguların dizisi. Dizinin dört mevsime bölünmüş dört bölümünün ilkinde bir süre neredeyse hikaye bile yok diyebiliriz. Karakterlerimiz konuşuyor, sohbet ediyor, yaşıyor ve var oluyor sadece. Tek beklentim bu zaten, hiç şikayetim yok. Fakat çok geçmeden Amy’nin aklında birçok hin fikir olduğunu keşfediyorsunuz. Hem Lorelai, hem Rory, hem de Emily için çok önemli, dönüm noktası olabilecek bir yıla tanık oluyoruz.
Zaman atlamaları dikkatsiz seyirciyi zorlayabilecek olsa da tam resme baktığımda böyle bir format seçildiği için mutluyum. Daha büyük, daha derin, daha etkili bir hikaye anlatma olanağı sağlamış zira. Hele ki dört bölümün en iyisi olan finale geldiğinizde olayların paketlendiği anlarda kendini kaybetmeyecek bir insanoğlu tanımıyorum, taş kalpli olmak lazım. Yeri gelmişken esas soruyu cevaplayayım: Gilmore Girls izlemediyseniz de bu diziyi izlemeli misiniz? Cevabım: Neden Gilmore Girls izlemiyorsunuz ki? Baştan başlayın işte. Ama üşenirim diyorsanız da bence bu dört bölüm harika kadın hikayeleri ve baştan sonra tatmin edici bir yolculuk sunuyor. Benim gibi duygusal bağ kuramasanız da, etkisi belki onda bir bile olsa yine de adayacağınız altı saate değeceğini garanti edebilirim.
Artık büyük bir sinema yıldızı olduğu için sadece tek bir sahnede oynayabilen Melissa McCarthy ve Rory’nin malum erkek arkadaşları (TeamJess, daima) dışında ekibin kariyerini biraz takip ettiyseniz yüzünüze dev gülümsemeler konduracak çok iyi bir konuk oyuncu listesi oluşturmuşlar, bayıldım. Bir an “aaa, bu da çıktı,” şokuna girip girip çıkmaktan hikayeden kopar gibi olup endişelendiysem de tadını kaçırmadan dozunda bırakmışlar diyebilirim.
Ve Amy Sherman-Palladino’nun yıllardır kafasında olan ve bir türlü öğrenemediğimiz, diziyi bitirmeyi planladığı o son dört kelimeye gelelim. Elbette ne olduklarını söylemeyeceğim. Sadece toparlanmanızın biraz zaman alacağı konusunda uyarayım, demedi demeyin. Dahice bir final olmuş, aklıma gelmediği ve tahmin edemediğim için kendime kızdım. Oysa üç nesil Gilmore kızlarının hikayesine öyle tatlı bir nokta koyuyor ki, başka türlü bir final aklıma gelmiyor bile artık. 7. sezon finalini zaten hiçbir zaman kabullenmemiştim, hiç o konuya girmeyelim.
Şu an büyük bir boşluktayım. Anlaşılır cümlelerle bu yazıyı yazabilmek için birkaç saat beklemem gerekti. İlk bitirdiğim andan daha iyiyim, sakinleştim sayılır. Gariptir, daha fazla Gilmore Girls bölümüne ihtiyacım yok. Çok ama çok istiyorum; fakat ihtiyacım yok. Bundan daha iyi bir final hayal edemiyorum. Kızları çok özleyeceğim, ama dokuz yıldır bu hissiyata alıştım zaten, sıkıntı yok.