Tavşan Deliğinden Geçen Tazı: 11.22.63

Ya iyisin hoşsun da, ananem yaşında kadınsın neticede.. Yürümez yani bu iş..

Bunların hepsi tamam da, problem, öğretmen kardeşimizin, başkasının hayalini sahiplenme süreciyle başlıyor.. Bu süreç, bir an önce hikâyenin içine dalabilmek için o kadar çabuk ve o kadar yüzeysel işleniyor ki, hisli öğrenci ödevleri okunurken duygulanan halim selim bir öğretmenin, eline silah alıp suikastçi peşinde koşabileceğine ikna olmakta güçlük çekiyor seyirci –şair burada ‘seyirci’ ile kendisini kastediyor..

Aralarında bir dolu ‘kelebek etkisi’ muhabbeti dönmesine rağmen, ‘cahil’ hamburgerci ‘entel’ hocayı o konuda da çabucak ikna ediveriyor.. Mesele de aslında bu ‘çabuklukta’ zaten.. Sadece olaylar değil hızlı akan; James Franco da öğretmen karakterini o kadar hızlı yorumlamış ki, adamın bütün bunları sindirişini seyircinin sindirmesine müsaade etmemiş, sayılı bölüm çabuk geçer diye vermiş de vermiş gazı.. Olmuş mu? Olmamış..
 
Bütün işleri bir yana, biz J.J. Abrams abinin yüz bölümlük Fringe şaheserine meftun bir ahvadın evladıyız; paralel evren kapıları nasıl çalışır, kelebek etkisi nedir, geçmişte değiştirilenin gelecekte yaratacağı kaos tehlikesi nasıl bertaraf edilir, biliriz yani.. Fringe rahle-i tedrisinden geçince, buradaki işleyişe ikna olmak da kolay olmuyor haliyle.. Köfteci Al amcanın “Bazı şeylere müdahale edebilirsin, ama her şeye müdahale edemezsin” iması da ikna sürecini iyice zorlaştırıyor..
 
Her dizinin açılış bölümü böyle handikaplar barındırır diyeceksiniz, ikinci bölümü bekle bakalım diyeceksiniz, biliyorum.. Biliyorum da, Amerikan televizyon endüstrisi bu tür handikapları bertaraf etmeyi öğreneli epey zaman oldu yahu.. Başladı mı zımba gibi başlayan, nefes almaya fırsat vermeden devam eden işleri seyretmeye alıştık artık biz; bakınız The Walking Dead ilk sezon ilk bölümü ve yeni sezon son bölümü..

 1960 senesine gidince ben daha henüz doğmamış oluyorum ya, annemi ikna etsem daha yakışıklı biriyle evlenir mi acaba?

Romanı iki saatlik bir sinema filmi yapmak üzere kolları sıvayan ve fakat Stephan King ile senaryo konusunda anlaşmazlık yaşayınca projeden vazgeçen Jonathan Demme kararında haklıymış galiba.. Çektiğini atmaya kıyamayan ve seyirciye bir dolu gereksiz ve uzun sahne seyrettiren acemi-otör yönetmenler gibi, yazarlar da senaryo sürecine dahil olunca -ve yetmezmiş gibi adı da Stephan King olunca- kitaptan senaryoya doğru ışığı gören geliyor anlaşılan..

İki saatlik sinema filmi haliyle aklımızı alacak bir hikâye, birer küsur saatten sekiz bölümle, zaten kendisi 900 sayfa olan bir kitabın hacminin de üzerine çıkmış oluyor; hikâyenin sağı solu sarkıyor.. Bölümün ortalarında Jake öğretmen öteki taraftaki hayatına başlamasına rağmen ‘dur bakalım şimdi bir şey olacak galiba’ diye diye bölümün sonunu buldurdu bize.. Evet, çalıştı çabaladı, kendi hayatına bir gedik açmaya çalıştı olmadı, okuldaki müstahdemin hayatını toparlamak için adamın çocukluğunu takibe aldı falan da, seyrettiğimiz bir buçuk saatlik ilk bölümü kesip biçsek ikinci bölüme yaldızlı davetiye çıkar mı bilemedik..
 
Öte yandan, hayatında bir kere bile olsa loto-toto-at yarışı oynamış olan herkesin hayalidir: zamanda yolculuk yapıp, sonuçları bilerek oynamak, kazandığı parayla da “bullaa’, şullaa’ hep dutluktu” zamanlarından iki depo benzin parasına deniz manzaralı bir arsa kapmak.. Jake öğretmen, Bebekte Boğaz gören ufak bir daire parası kaldırıyor bu yöntemle, onu da söylemiş olalım; sırf bunun için bile izlemeye değer yani..

J.J. abi, JFK meselesi yerine diziyi Jake öğretmenin yapmakta hiç bir beis görmediği, yaptıktan sonra da en ufak bir vicdan azabı çekmediği bu sahtekârlık üzerine kurmuş olsaydı, en azından bize satması kesin olurdu projeyi; yoksa Nat-Geodan biliyoruz yani biz, o mesele Lee Harvey Oswald öldürmeyle düzelmez.. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER