Hira Tekindor: Hayattaki bütün dağınıklığımı, arkamı yönetmenlik topluyor

Hira Tekindor: Hayattaki bütün dağınıklığımı, arkamı yönetmenlik topluyor
Fotoğraflar: İsmail İnan
"Birini kıskanmam gerekirse bu Hira Tekindor olurdu herhalde", “Çocuğun şansa bakar mısın? Annesi Zerrin Tekindor, babası Çetin Tekindor”, “Genetik kombinasyon harikası”... Tamam, kabul ediyorum; ben de çevirisini yaptığı ‘Nehir’ oyununun afişinde adını gördüğümde kendisinin ne kadar şanslı olduğunu düşündüm. Hele ‘Kim Korkar Hain Kurttan’ oyunundan sonra bu düşünce gıptaya dönüştü. Zerrin Tekindor gibi usta bir ismi sahnede yönetiyor ve Woody Allen’ın nevrotik kadınlarının resmi geçidi niteliğindeki bir karakter ortaya çıkarıyorsunuz. Evet, Hira Tekindor şanslı belki fakat Pasteur’ün, "Şans, yalnızca hazır olan zihinlere güler" sözüyle betimleyebileceğimiz şanslılardan. Lisede resim derslerini bile kısa filmlerle geçen, okuduğu kitapları kendi zihnindeki tiyatro sahnesine aktaran, filmleri ise "Ben olsaydım nasıl yönetirdim?" sorusuyla izleyen birinden söz ediyoruz.

Tekindor, bu yıl tutkunun bir anda nasıl insanı yöneten bir duyguya dönüştüğünü gösteren ve aynı zamanda göçmenlik meselesine değinen ‘Köprüden Görünüş’ün yönetmeni olarak karşımıza çıkıyor. Sahnedeki performanslardan oyunculara geniş alan tanıdığı belli olan Tekindor’u oyun sonrası yüz yüze röportaja ikna etme çabalarım olsa da, sonuçsuz kaldı. Ben de kararına saygı duyarak e-mail yoluyla yaptım röportajı. Kendisiyle yüz yüze tanışmamış olsam da onun için kibarlığı ve alçakgönüllülüğü ile yaşıtlarına taş çıkardığını, sahip olduğu şansın başarısındaki sadece tek bir etmen olduğunu ve çok yakın zamanda sinema ile de adını sıklıkla duyacağımız bir isme dönüşeceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Onunla ilgili diğer bilinmeyenleri de bırakalım Tekindor’un kendisi anlatsın.

Yakın zamanda çekmeyi planladığı bir uzun metraj film üzerinde çalışıyor

● “Çocuktaki şansa bakar mısın!’’ Bu cümle seninle özdeşleşti artık. Hem avantajını hem de dezavantajını görüyorsundur bu durumun.
Şanslı olduğumu tabii ben de düşünüyorum. Yönetmenlik, küçüklüğümden beri yapmak istediğim işti. Bunun hayaliyle büyüyen bir çocuğun anne ve babasının aynı mesleğin içinde olması tabii çok büyük bir şans. Fakat yaptığı mesleğe sadece kendi ismiyle atılan birine kıyasla da şanssız olduğumu düşünüyorum çünkü ister istemez ailemle benim aramda bir kıyaslama yapılıyor. Maalesef biz bireysel değerlendirmelere biraz uzağız. “Şunun eşi, bunun kızı” gibi sıfatlarla yorumlama yapıyoruz.
 
● Senin adını ‘Kim Korkar Hain Kurttan’ ile duydum. Öncesinde neler yaptın?
Lisede kısa filmler çektim, sonrasında İngiltere’deki University of Kent’te ‘Film Studies’ bölümünde okudum. Oyun Atölyesi’nde Jez Butterworth’ün yazdığı, Haluk Bilginer’in yönettiği ‘Nehir’ adlı oyunu çevirdim Türkçe’ye. Sonrasında senin de dediğin gibi ‘Kim Korkar Hain Kurttan’ oyunu ve bu yıl da ‘Köprüden Görünüş’.
 
● Yönetmenlik merakı hep var mıydı?
Evet, yönetmenliğe çok meraklıydım. Filmleri veya tiyatro oyunlarını hep “Ben olsam bu sahneyi böyle yönetirdim” diyerek izlerdim. Okuduğum kitaplardaki sahneleri yönetmek isterdim. Lisede bile resim dersinde kısa film çekerek not alıyordum.
 
● Kısa filmlerden sonra tiyatroya geçiş yapmanda ne etkili oldu?
Kendimi bir geçiş yapmış gibi görmüyorum. İşin aynı olduğunu düşünüyorum çünkü. Elbette aralarında dünya kadar teknik fark var. Fakat çözümlerinin ve uygulamalarının benim gözümden çıkıyor olması önemli; sinema ya da tiyatro olması değil. Ben yapmak istediklerimi bu değerli iki sanat dalında da yapmak isterim. Öyle bencilce “Çekilin ben yapacağım” demek değil de, kendi gözümle ve kendi bakış açımla ifade etme isteği var içimde.

● Anne Zerrin Tekindor, baba da Çetin Tekindor olunca onların oyunculukları da seni beslemiştir. Peki, her ikisinin de performanslarına baktığında unutamadığın an hangisiydi?
1997 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu ‘Göğe Açılan Pencere’ (Skylight) adlı oyunda annemle babam birlikte oynuyorlardı. Hem oyun çok güzeldi hem de çok güzel oynuyorlardı. Biri annem, diğeri de babamdı sahnedekilerin; benim için unutulmaz bir görüntüydü.
 
● Bir yönetmen gözüyle ikisinin oyunculuğunu nasıl yorumlarsın? 
İkisinin de numarasız oyuncular olduğunu düşünüyorum. Öyle metot, teknik uyguladıklarını hiç görmedim. Çok samimi ve ilginç buluyorum oyunculuklarını.
 
● Kendine bu kariyer yolunu çizdiğinde ne gibi tavsiyelerde bulundular?
İnandığım şeyleri tüm samimiyetimle yapmamı tavsiye ettiler. Tembel olmamamı, çok araştırma yapmam gerektiğini ve hem sahiciliği hem de enteresanlığı kovalamamı söylemişlerdi.
 
● Gelelim yeni oyun ‘Köprüden Görünüş’e. Modern Amerikan tiyatrosunun en önemli temsilcilerinden biri olarak gösterilir Arthur Miller. Bu metni seçmende ne etkili oldu?
Tekstin güzelliği oldu tabii. Arthur Miller çok sevdiğim bir yazar. Zaten çağdaş Amerikan yazarların oyunlarını çok severim. Ayrıca oyunun konusu da çok evrensel. Hiçbir zaman eskimeyecek, tükenmeyecek bir konu. Ne göç hikâyeleri tükenir, ne de oyunun ana karakterinin yaşadığı tutku hikâyeleri.
 
● Aslında günümüzde dünyanın dört bir yanında hissettiğimiz bir soruna, göçmenlik meselesine değiniyor oyun. Bu sorunu aktarırken bugünden yararlandın mı?
Evet, göçmenlik gibi evrensel bir meseleye de değiniyor oyun. Göçmenlik bugün dikkatimizi çeken bir sorun değil, zaten hep vardı. Son zamanlarda maalesef çok üzücü bir şekilde bunu yaşadığımız bir dönemdeyiz. Sınırlar, terör ve yaşam standartlarındaki fark olduğu sürece de bu sorun hiç bitmeyecek. Fakat bu oyunda ben göç hikâyesinden ziyade Eddie’nin gizli tutku yolculuğunu merkeze oturttum.
 
● Bu oyuna hazırlanırken başlıca ilham kaynağı neydi? 
Annemin yaptığı gölgeli kalabalık tablolardı. Metindeki farklı mekânları ve psikolojileri kuvvetli bir dilde birleştirmek istedim. O resimsel dil de oyunun dekorunu ve benim oyunu sahneleme anlayışımı oluşturdu.
 
● Oyuncu kadrosunu sen mi oluşturdun? Bülent İnal’ın galiba ilk oyunu ve performansı tek kelimeyle harikaydı. Karşılıklı nasıl bir iletişim kurdunuz?
Cast çok önemlidir, karakterin oyuncunun üstüne oturması gerekir. Eddie Carbone karakteri için düşündüğümüz birkaç isim vardı ve Bülent İnal da bu isimlerden biriydi. Kendisinin de hep ifade ettiği gibi uzun bir aradan sonra sahneye çıktı. Fakat hem çalışkanlığı hem de rolü yorumlama biçimi çok etkileyiciydi. Çok esprili ve çok tatlı bir insan Bülent. Onu tanıdığıma çok memnunum. Umarım tekrar çalışırız ileride.
 
● Oyunlarında müzik de bir başrol. Bir metni sahneye hazırlama sürecinde de müzikten oldukça yararlanıyorsun galiba?
Evet, müzik beni çok biçimlendirir. Hatta oyunları ilk kez okurken bile kafamda müziğiyle okurum; işimi çok kolaylaştırır. ‘Kim Korkar Hain Kurttan’da olduğu gibi ‘Köprüden Görünüş’de de Orhan Enes Kuzu’yla çalıştık. Oyunun bütünü için, hiç kesilmeden devam eden bir müzik besteledi Enes.
 
● Marlon Brando’nun bir sözü vardır çok hoşuma giden: “Oyunculuğun bana en büyük yararı, psikologa vereceğim paranın cebimde kalmış olması.” Peki, senin için yönetmenliğin sana en büyük yararı nedir? 
Tiyatro yaparak yorulmak çok güzel benim için. Bir oyun çıkarmanın her aşamasını çok zevkli buluyorum. Yeni şeyler deniyorum, kendime göre keşifler yapıyorum, dünyalar kurmaya çalışıyorum, şahane insanlarla tanışıyorum. Daha ne olsun?
 
● Bir ayağın da Londra’da. Bu kozmopolit ve sanatla dolu şehir sahnen olsa nerede, hangi oyunu sahnelerdin?
Evimizin olduğu caddede yani Kings Road’da yürümeye yeltendiğinizde bir kısa filmde oynuyor gibi hissedebilirsiniz. Yüzüne iskelet makyajı yapıp, yüzü dâhil bütün vücudunu çengelli iğnelerle kaplayan kadrolu deli kadınıyla, yoldan geçen herkese küfür eden ve hiç ayık görmediğim ama son derece zararsız Chris’iyle, hafta sonu kurulan yemek pazarıyla, adı Chelsea Potter olsa da bizim Harry Potter dediğimiz pub’ıyla, iki kere alışveriş yaparken gördüğüm Kate Middleton’ı bir daha görme umuduyla yürüdüğüm Kings Road’da sahnelerdim oyunumu. Müziği de hazır; Cinematic Orchestra’nın ‘Arrival of the Birds’ şarkısı.
 
● Şu an galiba bir film hazırlığı var; onu biraz anlatabilir misin?
Pierre Loti lisesinden sınıf arkadalım Arda Ekşigil'in yazdığı bir senaryo var. Hâlâ senaryo üzerinde çalışıyoruz. Yakın zamanda da çekmeyi planlıyoruz. 

● Yönetmenlik senin hangi alter egonu ortaya çıkarıyor? 
Hayatta çok dağınık biriyim ben. Bir türlü düzenli olamıyorum. Benim bütün dağınıklığımı, arkamı yönetmenlik topluyor. Yönetmenlikte “Ben çok yaratıcıyım, ben yaptım oldu” denmiyor bana göre. Çok programlı, sistemli, disiplinli çalışmak gerekiyor. 

● Filmlerde hep sanatla uğraşanların hayatlarının bir döneminde ilham bulmak için inzivaya çekildiklerini görürüz. Senin inziva alanın neresi olurdu ve seni burada 1 ay bıraksak sence bu sürecin sonunda nasıl biri olarak çıkarsın?
İnziva alanım benim kafamın içi. Mutlaka bir yere gidip kapanmam gerekmiyor. Şimdiye kadar belli sürelerle bir yerlere gidip bir konuya odaklandığımı hiç hatırlamıyorum. Bir şeyler zamanla kafamda birikiyor ve şekilleniyor. Önemli olan doğru düzgün düşünme zamanları; nerede olduğunun önemi yok.

● Türkiye’de çalışmak istediğin oyuncular kimler? 
Çetin Tekindor, Haluk Bilginer, Esra Bezen Bilgin, Nadir Sarıbacak, Selin Yeninci, Öykü Karayel, Ece Çeşmioğlu.
 
● Yakın zamanda seni en çok etkileyen film, tiyatro oyunu, dizi ve kitap nedir?
‘Aç Kalpler’ (Hungry Hearts) ve ‘The Club’ adlı filmleri çok sevdim. Tiyatro oyunlarından Tatbikat Sahnesi’nin ‘Antabus’ adlı oyunu ile Şehir Tiyatroları oyunu ‘Hayal-I Temsil’I tavsiye ederim. ‘Rick and Morty’, ‘Narcos’, ‘Jessica Jones’, ‘Unbreakable Kimmy Schmidt’ ve ‘Daredevil’ dizilerini izliyorum şu an. Kitap olarak da ‘Sinema Manifestoları’nı okuyorum.
 
 



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER