"Birini kıskanmam gerekirse bu Hira Tekindor
olurdu herhalde", “Çocuğun şansa bakar mısın? Annesi Zerrin Tekindor, babası
Çetin Tekindor”, “Genetik kombinasyon harikası”... Tamam, kabul ediyorum; ben
de çevirisini yaptığı ‘Nehir’ oyununun afişinde adını gördüğümde kendisinin ne
kadar şanslı olduğunu düşündüm. Hele ‘Kim Korkar Hain Kurttan’ oyunundan sonra
bu düşünce gıptaya dönüştü. Zerrin Tekindor gibi usta bir ismi sahnede
yönetiyor ve Woody Allen’ın nevrotik kadınlarının resmi geçidi niteliğindeki
bir karakter ortaya çıkarıyorsunuz. Evet, Hira Tekindor şanslı belki fakat
Pasteur’ün, "Şans, yalnızca hazır olan zihinlere güler" sözüyle
betimleyebileceğimiz şanslılardan. Lisede resim derslerini bile kısa filmlerle
geçen, okuduğu kitapları kendi zihnindeki tiyatro sahnesine aktaran, filmleri
ise "Ben olsaydım nasıl yönetirdim?" sorusuyla izleyen birinden söz ediyoruz.
Tekindor, bu yıl tutkunun bir anda nasıl insanı
yöneten bir duyguya dönüştüğünü gösteren ve aynı zamanda göçmenlik meselesine
değinen ‘Köprüden Görünüş’ün yönetmeni olarak karşımıza çıkıyor. Sahnedeki
performanslardan oyunculara geniş alan tanıdığı belli olan Tekindor’u oyun
sonrası yüz yüze röportaja ikna etme çabalarım olsa da, sonuçsuz kaldı. Ben de
kararına saygı duyarak e-mail yoluyla yaptım röportajı. Kendisiyle yüz yüze
tanışmamış olsam da onun için kibarlığı ve alçakgönüllülüğü ile yaşıtlarına taş
çıkardığını, sahip olduğu şansın başarısındaki sadece tek bir etmen olduğunu ve
çok yakın zamanda sinema ile de adını sıklıkla duyacağımız bir isme
dönüşeceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Onunla ilgili diğer bilinmeyenleri de
bırakalım Tekindor’un kendisi anlatsın.
Yakın zamanda çekmeyi planladığı bir uzun metraj film üzerinde çalışıyor
● “Çocuktaki şansa bakar mısın!’’ Bu cümle seninle özdeşleşti artık. Hem
avantajını hem de dezavantajını görüyorsundur bu durumun.
Şanslı olduğumu tabii ben de düşünüyorum.
Yönetmenlik, küçüklüğümden beri yapmak istediğim işti. Bunun hayaliyle büyüyen
bir çocuğun anne ve babasının aynı mesleğin içinde olması tabii çok büyük bir
şans. Fakat yaptığı mesleğe sadece kendi ismiyle atılan birine kıyasla da
şanssız olduğumu düşünüyorum çünkü ister istemez ailemle benim aramda bir
kıyaslama yapılıyor. Maalesef biz bireysel değerlendirmelere biraz uzağız.
“Şunun eşi, bunun kızı” gibi sıfatlarla yorumlama yapıyoruz.
● Senin adını ‘Kim Korkar Hain Kurttan’ ile duydum. Öncesinde neler yaptın?
Lisede kısa filmler çektim, sonrasında
İngiltere’deki University of Kent’te ‘Film Studies’ bölümünde okudum. Oyun
Atölyesi’nde Jez Butterworth’ün yazdığı, Haluk Bilginer’in yönettiği ‘Nehir’
adlı oyunu çevirdim Türkçe’ye. Sonrasında senin de dediğin gibi ‘Kim Korkar
Hain Kurttan’ oyunu ve bu yıl da ‘Köprüden Görünüş’.
● Yönetmenlik
merakı hep var mıydı?
Evet, yönetmenliğe çok meraklıydım. Filmleri veya tiyatro oyunlarını hep
“Ben olsam bu sahneyi böyle yönetirdim” diyerek izlerdim. Okuduğum kitaplardaki
sahneleri yönetmek isterdim. Lisede bile resim dersinde kısa film çekerek not
alıyordum.
● Kısa filmlerden sonra tiyatroya geçiş yapmanda ne etkili oldu?
Kendimi bir geçiş yapmış gibi görmüyorum. İşin aynı olduğunu düşünüyorum
çünkü. Elbette aralarında dünya kadar teknik fark var. Fakat çözümlerinin ve
uygulamalarının benim gözümden çıkıyor olması önemli; sinema ya da tiyatro
olması değil. Ben yapmak istediklerimi bu değerli iki sanat dalında da yapmak
isterim. Öyle bencilce “Çekilin ben yapacağım” demek değil de, kendi gözümle ve
kendi bakış açımla ifade etme isteği var içimde.
● Anne Zerrin Tekindor, baba da Çetin
Tekindor olunca onların oyunculukları da seni beslemiştir. Peki, her ikisinin
de performanslarına baktığında unutamadığın an hangisiydi?
1997 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu ‘Göğe Açılan
Pencere’ (Skylight) adlı oyunda annemle babam birlikte oynuyorlardı. Hem oyun
çok güzeldi hem de çok güzel oynuyorlardı. Biri annem, diğeri de babamdı
sahnedekilerin; benim için unutulmaz bir görüntüydü.
● Bir yönetmen gözüyle ikisinin oyunculuğunu nasıl yorumlarsın?
İkisinin de numarasız oyuncular olduğunu düşünüyorum. Öyle metot, teknik
uyguladıklarını hiç görmedim. Çok samimi ve ilginç buluyorum oyunculuklarını.
● Kendine bu
kariyer yolunu çizdiğinde ne gibi tavsiyelerde bulundular?
İnandığım şeyleri tüm samimiyetimle yapmamı tavsiye ettiler. Tembel
olmamamı, çok araştırma yapmam gerektiğini ve hem sahiciliği hem de
enteresanlığı kovalamamı söylemişlerdi.
● Gelelim yeni oyun ‘Köprüden Görünüş’e. Modern Amerikan tiyatrosunun en
önemli temsilcilerinden biri olarak gösterilir Arthur Miller. Bu metni seçmende
ne etkili oldu?
Tekstin güzelliği oldu tabii. Arthur Miller çok sevdiğim bir yazar. Zaten
çağdaş Amerikan yazarların oyunlarını çok severim. Ayrıca oyunun konusu da çok
evrensel. Hiçbir zaman eskimeyecek, tükenmeyecek bir konu. Ne göç hikâyeleri
tükenir, ne de oyunun ana karakterinin yaşadığı tutku hikâyeleri.
● Aslında günümüzde dünyanın dört bir yanında hissettiğimiz bir soruna,
göçmenlik meselesine değiniyor oyun. Bu sorunu aktarırken bugünden yararlandın
mı?
Evet, göçmenlik gibi evrensel bir meseleye de değiniyor oyun. Göçmenlik
bugün dikkatimizi çeken bir sorun değil, zaten hep vardı. Son zamanlarda
maalesef çok üzücü bir şekilde bunu yaşadığımız bir dönemdeyiz. Sınırlar, terör
ve yaşam standartlarındaki fark olduğu sürece de bu sorun hiç bitmeyecek. Fakat
bu oyunda ben göç hikâyesinden ziyade Eddie’nin gizli tutku yolculuğunu merkeze
oturttum.
● Bu oyuna hazırlanırken başlıca ilham kaynağı neydi?
Annemin yaptığı gölgeli kalabalık tablolardı. Metindeki farklı mekânları
ve psikolojileri kuvvetli bir dilde birleştirmek istedim. O resimsel dil de
oyunun dekorunu ve benim oyunu sahneleme anlayışımı oluşturdu.
● Oyuncu kadrosunu sen mi oluşturdun? Bülent İnal’ın galiba ilk oyunu ve
performansı tek kelimeyle harikaydı. Karşılıklı nasıl bir iletişim kurdunuz?
Cast çok önemlidir, karakterin oyuncunun üstüne oturması gerekir. Eddie
Carbone karakteri için düşündüğümüz birkaç isim vardı ve Bülent İnal da bu
isimlerden biriydi. Kendisinin de hep ifade ettiği gibi uzun bir aradan sonra
sahneye çıktı. Fakat hem çalışkanlığı hem de rolü yorumlama biçimi çok
etkileyiciydi. Çok esprili ve çok tatlı bir insan Bülent. Onu tanıdığıma çok
memnunum. Umarım tekrar çalışırız ileride.
● Oyunlarında müzik de bir başrol. Bir metni sahneye hazırlama sürecinde de
müzikten oldukça yararlanıyorsun galiba?
Evet, müzik beni çok biçimlendirir. Hatta oyunları ilk kez okurken bile
kafamda müziğiyle okurum; işimi çok kolaylaştırır. ‘Kim Korkar Hain Kurttan’da
olduğu gibi ‘Köprüden Görünüş’de de Orhan Enes Kuzu’yla çalıştık. Oyunun bütünü
için, hiç kesilmeden devam eden bir müzik besteledi Enes.
● Marlon Brando’nun bir sözü vardır çok hoşuma giden: “Oyunculuğun bana en
büyük yararı, psikologa vereceğim paranın cebimde kalmış olması.” Peki, senin
için yönetmenliğin sana en büyük yararı nedir?
Tiyatro yaparak yorulmak çok güzel benim için. Bir oyun çıkarmanın her
aşamasını çok zevkli buluyorum. Yeni şeyler deniyorum, kendime göre keşifler
yapıyorum, dünyalar kurmaya çalışıyorum, şahane insanlarla tanışıyorum. Daha ne
olsun?
● Bir ayağın da
Londra’da. Bu kozmopolit ve sanatla dolu şehir sahnen olsa nerede, hangi oyunu
sahnelerdin?
Evimizin olduğu caddede yani Kings Road’da yürümeye yeltendiğinizde bir
kısa filmde oynuyor gibi hissedebilirsiniz. Yüzüne iskelet makyajı yapıp, yüzü
dâhil bütün vücudunu çengelli iğnelerle kaplayan kadrolu deli kadınıyla, yoldan
geçen herkese küfür eden ve hiç ayık görmediğim ama son derece zararsız
Chris’iyle, hafta sonu kurulan yemek pazarıyla, adı Chelsea Potter olsa da
bizim Harry Potter dediğimiz pub’ıyla, iki kere alışveriş yaparken gördüğüm
Kate Middleton’ı bir daha görme umuduyla yürüdüğüm Kings Road’da sahnelerdim
oyunumu. Müziği de hazır; Cinematic Orchestra’nın ‘Arrival of the Birds’
şarkısı.
● Şu an galiba bir film hazırlığı var; onu biraz anlatabilir misin?
Pierre Loti lisesinden sınıf arkadalım Arda Ekşigil'in yazdığı bir senaryo
var. Hâlâ senaryo üzerinde çalışıyoruz. Yakın zamanda da çekmeyi
planlıyoruz.
● Yönetmenlik senin hangi alter egonu ortaya çıkarıyor?
Hayatta çok dağınık biriyim ben. Bir türlü düzenli olamıyorum. Benim bütün
dağınıklığımı, arkamı yönetmenlik topluyor. Yönetmenlikte “Ben çok yaratıcıyım,
ben yaptım oldu” denmiyor bana göre. Çok programlı, sistemli, disiplinli çalışmak
gerekiyor.
● Filmlerde hep sanatla uğraşanların hayatlarının bir döneminde ilham bulmak
için inzivaya çekildiklerini görürüz. Senin inziva alanın neresi olurdu ve seni
burada 1 ay bıraksak sence bu sürecin sonunda nasıl biri olarak çıkarsın?
İnziva alanım benim kafamın içi. Mutlaka bir yere gidip kapanmam
gerekmiyor. Şimdiye kadar belli sürelerle bir yerlere gidip bir konuya
odaklandığımı hiç hatırlamıyorum. Bir şeyler zamanla kafamda birikiyor ve
şekilleniyor. Önemli olan doğru düzgün düşünme zamanları; nerede olduğunun
önemi yok.
● Türkiye’de çalışmak istediğin oyuncular kimler?
Çetin Tekindor, Haluk Bilginer, Esra Bezen Bilgin, Nadir Sarıbacak, Selin
Yeninci, Öykü Karayel, Ece Çeşmioğlu.
● Yakın zamanda seni en çok
etkileyen film, tiyatro oyunu, dizi ve kitap nedir?
‘Aç Kalpler’ (Hungry Hearts) ve ‘The Club’ adlı filmleri çok sevdim.
Tiyatro oyunlarından Tatbikat Sahnesi’nin ‘Antabus’ adlı oyunu ile Şehir
Tiyatroları oyunu ‘Hayal-I Temsil’I tavsiye ederim. ‘Rick and Morty’, ‘Narcos’,
‘Jessica Jones’, ‘Unbreakable Kimmy Schmidt’ ve ‘Daredevil’ dizilerini
izliyorum şu an. Kitap olarak da ‘Sinema Manifestoları’nı okuyorum.