Film gibi bir hayat
hikâyesi, film kahramanı gibi bir adam ve bu kahramanın hikâyesini hiç
abartmadan ortaya koyan sade bir metin, müthiş oyunculuklar, dinamik bir kurgu
ve duygu dolu bir reji. Müslüm filminin bendeki en kısa özeti bu.
Film beni fazlaca
etkiledi; güldüm, ağladım, düşüncelere daldım ve nihayet kendimi sorguladım
zaman zaman. Herkes benim kadar yüksek tepkiler vermeyecektir; benim ağladığım
sahnelerde arkadaşımdan çıt çıkmıyordu, biz kıkır kıkır gülerken ise salonda
sessiz kalanlar çoğunluktaydı. Ama emin olun bu, hikâyenin değerini azaltmaz.
Milyonlarca insanın 'baba' dediği, baba sözcüğünün içini her haliyle dolduran, yaşadıklarından edindiği dersleri yaşamına kılavuz yapan, ne olursa olsun içindeki sesi
dinleyip kendi yolunu bulan nevi şahsına münhasır bir adamın hikâyesi bu,
kayıtsız kalmak olası değil.
Böylesine dopdolu,
anlatılası bir hikâyesi olmasa bile Müslüm Baba'nın hayatını anlatan bir film
çekerdi ilgimi, çünkü o her şeyiyle bambaşkaydı. (Ve
çünkü benim ruhum arabesk!) Filmin çekileceği haberini ise Baba'yı
Timuçin Esen'in canlandıracağı haberiyle birlikte almıştım. Merakla beklememe
ve film vizyona girer girmez sinemaya koşmama yalnızca bu iki unsur yeterdi
-benim gibi düşünen pek çok başka insanın varlığından da şüphem yok. Ama
bununla kalmadılar, senaristinden yönetmenine, konuk oyuncusundan çocuk
oyuncusuna muazzam bir kadro kurup Baba'nın hatırasına yakışan bir film
yaptılar, helal olsun!
Timuçin Esen'in bu
rol için "Hayatımın rolü" dediği yazılmıştı; gerçekten bu cümleyi
kurdu mu bilmiyorum ama kurduysa söylediği, kurmadıysa buna yakıştırıldığı
kadar var, her sahnede, her yeni karede daha iyisi olamazdı diye düşünmekten
kendimi alamadım. İzlediğimiz filmde ne bir taklit var ne de tipleme. Özgün bir
Müslüm Gürses yorumu var, Timuçin Esen'in kusursuzca ortaya koyduğu. Müslüm
Baba'nın kendine özgü şarkı söyleme biçimini de, bir omzunu düşürüp yürüyüşünü
de almış, ama bütün bunları kendi hamuruna kararak benzersiz bir şekil vermiş
Timuçin Esen; ne desem, ne kadar övsem yetmeyecek. Oyunculuk hakkındaki tüm iyi
düşünceleri geçirin aklınızdan, ben de Yeşilçam'dan bir repliği ilave edeyim:
"İltifat değil, hakikat!"
Müslüm Baba belli ki
yalnızca Timuçin Esen tarafından değil, bütün ekip tarafından çok iyi
çalışılmış ve nasıl yorumlanacağına dair ortak bir kanıya varılmış. Örneğin
Timuçin Esen'in makyajı: Elbette yüzünde onu Baba'ya benzetecek dokunuşlar var
ama Esen'in yüzünü gizleyen, maskeleyen bir müdahale yapılmamış, bu da
gerçeklik duygusunu korumuş ve oyuncuya alan bırakmış. Şarkıları Müslüm
Baba'nın değil de Şahin Kendirci ve Timuçin Esen'in seslerinden dinlemenin de
benzer bir etkisi var.
Adı geçmişken Şahin
Kendirci'nin umut vaat etmekten öte bir performans ortaya koyduğunu söyleyeyim.
Filmin tamamı Baba'nın gençlik yıllarında geçse, bir başka filmde de
yetişkinliğini görsek itirazım olmazdı.
Zerrin Tekindor'un o alışık olduğumuz 'steril' havasını filmde görmekten çok
korkuyordum açıkçası. Oyunculuğunu sınırlı bulduğumdan değil -hâşâ-, yalnızca
onun varlığının bu hikâye içinde çok aykırı durabileceğini düşündüğümden.
Muhterem Nur hakkındaki bilgim ve fikrim de kısıtlı, ama filmde Tekindor'u
değil Muhterem Nur'u izlediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Müslüm'ün dünyasına
yabancı ama onun kocaman yüreğine çok yakışan o kadın hiç batmadı gözüme ve bir
çırpıda silip attı tereddütlerimi.
Turgut Tunçalp kötü
baba rolünde, Ayça Bingöl de çilekeş ana rolünde doktorası olan oyuncular; bu
filmde de göze batmadan, hikâyenin hakkını sonuna kadar vererek yapmışlar
işlerini, ellerine sağlık. Erkan Can ve Erkan Avcı'yı daha uzun izleyebilmek, o
karakterleri daha yakından tanımak isterdim; lakin gözüm doymasa da karnım
doydu, zira şahaneler. Taner Ölmez de daha fazla izlemek istediklerim
listesinin bir diğer önemli parçası. Onun hikâyesi de yürekleri ayrıca dağladı
ama biz Baba'ya odaklıydık, fazla derinleşememesine takılamadık.
Senaryo, reji ve
oyunculuklar birbirini öyle iyi beslemiş ki şu olmasaydı da yerine bu olsaydı
diye düşünmek çok zor. Yine de gözüme batan şeyler yok değil, konuk oyuncuların
varlıkları mesela. Güven Kıraç, Erkan Kolçak Köstendil ve Altan Erkekli, hepsi çok
değerli ve ne yapsa izlenecek insanlar benim gönlümde. Ama bu filmde
olmasalardı ne eksilirdi, buna yanıtım yok. Dahası, oynadıkları karakterler de
hiç görünmeseydi, yahut başkaları tarafından canlandırılsaydı ne değişirdi,
bunun da yanıtı yok. Öte yandan, beni çağırıp, 'gel seni şuraya oturtacağız,
filmin bir saniyesinde suratının yarısı görünecek' deselerdi bile koşar
giderdim. Dolayısıyla varlıklarını hikâye açısından sorgulasam da
anlayabiliyorum.
Yine hikâye
açısından bakınca yarım kalanlar ve aklıma yatmayanlar var, ufak da olsa. Ama
bunları, hikâyeyi daha gerçek kıldıkları için sorun etmiyorum. Çünkü hayat
böyledir, bazı şeyler yarım kalır ve yarım kalışlarından da bir şeyler
öğreniriz. Bazıları derin izler bırakır hayatımızda, Limoncu Ali'nin Müslüm'de
bıraktığı izler gibi, ama bir gün gelir, onlar da çıkar hayatımızdan; seslerini
duymaz, hikâyelerini izleyemez oluruz. Film de bu yarım kalmışlıkları ve yer
yer didaktikleşen anlatımıyla oldukça gerçekçi. 'Baba'mızın hikâyesinden
dersler almak tuhaf mı?
Müziğin bu filme
katkısı yadsınamaz. Doğal olarak bol şarkılı, ama kliplere boğulmayan bir film
yapılmış. Ve hem hikâyeyi besleyen hem de Baba'yı bize sık sık hatırlatan o
şahane müzikler derhal bir albümde toplanmalı. Hatta, gönül isterdi ki filmle
aynı anda soundtrack albümü de piyasaya çıkmış olsun; çoğunlukla AVM'ler içinde
bulunan sinemadan çıkan seyirci, yine çoğunlukla sinema yakınlarına
konumlandırılan kitapçıya girsin, albümü edinsin. Ya da gitsin evine, binsin
arabasına, taksın kulaklıkları; açsın dijital platformdan albümü, filmi düşüne
düşüne dinlesin.
Sonuçta, ilk günden
uyanan merakımı, fragmanlarla yükselen heyecanımı karşılayan, beklediğim gibi
bir film buldum perdede, tekrar tekrar da izleyeceğim. Film için ter döken
herkesin emeğinin karşılığını bulmasını dilerim.
Başlıktaki sözler, kanımca Müslüm Baba'dan bize
kalan en güzel şarkı olan Güldür Yüzümü'den bir dize; şarkının sözleri Ali
Tekintüre'ye ait.