Anlatacak derdi olan ve anlatmayı bilen bir işe denk geldiğimde; onu ipek mendillere sarıp, parmak uçlarımda yükselerek ulaşabileceğim bir istiridyenin içinde saklamak istiyorum. Öyle hemen herkes dokunamasın ama herkes görsün nerede olduğunu.
Craft Atölye’nin yeni oyunu Kalp, bu işlerden biriydi benim için.
Hüzünlü bir lunapark valsiydi gözümde. Bir hız treninin içinde yükseğe, en yükseğe, çıkarken hissettiğim hızlı nabızlarımdı hem de aşağı inişteki o tatlı, kelebeğin kanat çırpışı, karın ağrısıydı. İnişi de çıkışı da beni heyecanlandıran bu hız treni kimi zaman rüzgarından ellerimi üşüttü, kimi zaman içimi ısıttı. Bazen öyle hızlandı ki; orada olduğunu bile bilmediğim duvarlara savruldum, renklerine bulanarak gökkuşağının tepesinden kaydım, dikenli tellere takıldım ama elimi tutmaktan vazgeçmedi Kalp. En sonunda birlikte koştuk lavantaların arasında.
Onlarca yabancı ismin, şehrin arasında; bulunmadığım ve bilmediğim durumlara rağmen dışarıda hissettirmedi, beni, seyirci olarak oturduğum o koltuktan nazikçe kaldırdı ve "Gel, bak! Elimi tut; yalnızlığımı, çaresizliğimi ama en çok da aşkımı bölüş benimle." Dedi ve oyun bitene kadar da bırakmadı elimi.
En çok etkilendiğim; politikanın, mevkilerin, siyasetin insan canından önde tutulduğu o karanlığın içinde açacakları toprağı birbirlerinde bulan Ned ve Felix’in aşkı oldu.
Ned; adını kendi seçen, yalnızlığıyla başa çıkmaya çalışırken dili sivrilen ve farkında olarak ya da olmayarak, ona dokunanlara illa ki dikenini batıran; Felix ise kırıklarını bir arada tutmak için cesaretini ve sevgisini kendi etrafına saran... Haliyle kaçamıyor o dikenlerden ama kanadığı yerden de ayrılamıyor. Felix ve Ned eski, desenli duvar kağıdını birbirlerinde bulabiliyorlar. Dünya üzerinde Felix ve Ned olan bu iki fani; kalplerinde birbirlerinin mutlu hatası, felix culpa’sı, oldular.
Hikayenin öte yanında ise, onların bütün masalsılığının karşısında bir canavar gibi dikilen salgın vardı. Gün geçtikçe hayatını kaybedenlerin, teşhisi konulanların sayısının korkunç bir hızla arttığı, herkesin bir şekilde haberdar olduğu ama tedavisine nedense(!) çare aranmadığı bir hastalık... Ned’in, Felix’in, Emma’nın, Bruce’un, Craig’in, Mickey’nin; makam sevdalılarının, huzurunun kaçmasından korkanların, “Zaten farklılığı seçen ve başlarına gelecek her şeyi göze almışların yaşadıkları bizi neden ilgilendirsin ki.” Diyenlerin ört bas ettiği/ etmeye çalıştığı için adını bilmediğimiz tüm insanların iç içe geçen hikayelerini, mücadelelerini anlattı her bir atışında.
Sadece hikayesi de değil böyle güzel ve etkileyici olan. Çevirisi, uyarlaması, yaratıcı bir şekilde kullanılan dekorları, ışıkları, cast seçimi ve müthiş performansların toplamında çarpıcı güzelliği. Oyunun künyesini aşağıya ekleyeceğim, ismi geçen ya da geçmeyen, bu işin bir parçası olmuş herkesin emeklerine sağlık.
Ancak özellikle anmak istediğim birkaç isim var. Tüm oyun boyunca tekerlekli sandalyesinde, her bir karaktere anne şefkatiyle yaklaşıp tedavi için çabalayan, çözüm arayan Emma’nın sureti Nilperi Şahinkaya’yı; yine neredeyse tüm oyun boyunca upuzun topuklu ayakkabıların üzerinde ufacık bile olsa sendelemeden Tommy ve Mickey’e hayat veren Nejdet Sert ve Sinan Çatıkkaş’ı, Ned ve Felix'in sahnede nefes bulmalarına aracı oldukları için Aras Aydın ‘ı ve Cem Yiğit Üzümoğlu’nu tebrik etmek istiyorum.
Ayağınız taşa değmesin, alkışınız hiç dinmesin.
Orijinal metni Larry Kramer’e, çevirisi Hira Tekindor’a ait olan Kalp, İbrahim Çiçek’in yönetmenliği ile Craft Atölye sahnesinde seyircileriyle buluşuyor. Biletlerinin bir kısmının sosyal sorumluluk kapsamında bağışlandığı oyunun Ocak ayına neredeyse bileti kalmadı. İzlemek için elinizi çabuk tutmalısınız. Bu yılın Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nde Kalp kendinden bahsettirecektir mutlaka.
Tiyatro iyidir; iyileştirir.
Yazan: Larry Kramer
Çeviren: Hira Tekindor
Yöneten: İbrahim Çiçek
Dekor & Işık: Kerem Çetinel
Müzik: Ömer Sarıgedik
Afiş: Zerrin Tekindor
Oynayanlar: Aras Aydın, Nilperi Şahinkaya, Cem Yiğit Üzümoğlu, Kerem Arslanoğlu, Burak Sarıkahya, Sinan Çatıkkaş, Nejdet Sert, Süleyman Kara, Soner Kurt.