Bizim nesli envai çeşit yabancı diziyle tanıştıran, şimdinin TLC'si olan CNBC-e’de
yıllar önce “Malcolm in the Middle” isimli bir dizi yayınlanırdı ve bu dizide,
üç erkek çocuklu evin, türlü şebekliklere koşan bir babası vardı. Nedendir bilinmez,
Bryan Cranston bu roldeki abartılı oyunculuğu ve Jim Carrey misali fiziksel
komediye yatkınlığıyla aklıma kazınmış. Dizinin üstünden yıllar geçti, ben
büyüdüm, “Breaking Bad” izledim (sonunu hiç getirmedim); yine de ne zaman Bryan
Cranston ismini duysam, aklıma bu dizi ve gençliğim gelir. Hey gidi.
Yukarıda bahsedilen dizilerde engin oyunculuk yeteneğinin
sadece bir kısmını sergileyen Cranston, televizyon oyunculuğundan filmlere dramatik
geçiş yapan aktörlerden biri. Tüm dünyada izlenen “Breaking Bad” dizisinin
ardından her yerde tanınmaya başlayan ve “Sizi bir yerden çıkaracağım ama..?
Geçen gün sizden simit mi almıştım?” modundan, “Walter White abim, hoşgeldin”
seviyesine dikey geçiş yapan oyuncunun kariyerinin seyri, Hollywood’daki birçok
meslektaşınınkiyle benzerlik taşıyor. 40’lı
yaşlara kadar ufak tefek rollerle yetinen Cranston, hit bir dizinin ardından
yürü ya kulum moduna geçiyor, akabinde hop sinemaya atlayarak şanı şöhreti beşe
katlıyor. Bugün sizi buraya toplama
sebebim de, oyuncunun yeni filmi “Trumbo”dan bahsetmek.
Bryan Cranston, ilmdeki rolüyle
"En İyi Erkek Oyuncu" dalında Oscar’a aday gösterildi.Amerika’da Aralık 2015’te izleyiciyle buluşan
Trumbo, adını ünlü senarist Dalton Trumbo’dan
alıyor. Amerika’nın komünizme savaş açtığı 1940’larda, komünist parti üyeliği
yüzünden Hollywood’da kara listeye alınan senaristlerin hikayesini anlatan
filmde, ünlü senarist Trumbo’yu Bryan Cranston canlandırıyor. Filmdeki rolüyle
"En İyi Erkek Oyuncu" dalında Oscar’a aday gösterilen Cranston, gözlerimiz önünde
Dalton Trumbo’ya dönüşüveriyor. Ünlü senaristin kendisi başlı başına bir yazı konusu. Eksantrik
kişiliği, filmleri ve “kara liste” döneminde bir şekilde hayatta kalmayı
başarmasıyla, hayatının filme aktarılmasını adeta hak etmiş. O dönemde mutlaka
‘kara liste’den daha fazla etkilenen yazarlar, yönetmenler vardır ama Trumbo’nun
hikayesi o kadar Hollywood uyarlamasına uygun, o kadar “hafif” ki, tam bir
tatil dönemi filmi olmuş.
Filmi anlatarak heyecanını kaçırmak istemem ama
kısaca bahsetmek gerekirse; Amerika’da, komünizm ve Rusya nefretinin zirvede
olduğu dönemlerde, bu konuda yazdığı yazılarla dikkatleri üzerine çeken
komünist parti üyesi Trumbo’nun, kendisi
gibi birkaç yazarla adeta “vatan haini” ilan edilerek, mahkemede komite önünde
ifade vermeye zorlanması ve akabinde “kara liste”ye alınarak, Hollywood’dan men
edilmesi anlatılıyor. Aynı dönemde kendisiyle birlikte yargılanan birçok yazar,
yönetmen, oyuncu gibi bir anda Hollywood’la tüm bağı kesilen Trumbo, yazar
olmasının verdiği avantajla, farklı isimlerle durmadan senaryo yazıyor.
Fantastik filmlerden, ucuz aşk hikayelerine geniş bir yelpazede, üç beş günde
yazdığı senaryoları küçük prodüksiyon şirketlerine satarak sürümden kazanan
Trumbo, işi biraz daha ilerleterek, yazdığı “kaliteli” hikayeleri, stüdyolarda
çalışan genç yazarların adıyla filme dönüştürmeyi başarıyor. Hatta bu
filmlerden en ünlüsü,
Audrey Hepburn ile
Gregory Peck’in rol aldığı “
Roman
Holiday”, En İyi Senaryo dalında Oscar ödülü kazanıyor, tabii ki bahsettiğimiz
genç yazarlardan biri,Ian McLellan Hunter'in adıyla. Yıllar sonra gerçek ortaya çıktığında, Akademi , 1993
yılında ödülü Trumbo’nun karısına takdim ediyor. Neyse ki genç yazarlar
güvenilir çıkmış da, Trumbo hem parasını alıp ailesini geçindirebilmiş, hem de
yıllar sonra itibarına kavuşmuş.
Yazı devam ediyor...