Ece Özdikici: Oyunculuğun belli bir matematiği var

Ece Özdikici: Oyunculuğun belli bir matematiği var
“Sokakta görsem önce pis bir bakış atar sonra da gider ümüğünü sıkarım.”, “Şeytanın dünya şubesi olan kadın.” Ekşi Sözlük’teki bu yorumlar onun dışında kime söylense üzerinde olumsuz etki yaratır. Ancak söz konusu tek arzusu kendine saygı duyulmasını, ötekileştirilmemesini ve görülmesini isteyen; bunun gerçekleşmesi için de entrikayı araç olarak kullanan ‘Poyraz Karayel’in Songül’ü Ece Özdikici için büyük ihtimalle oyunculuk hayatında duyduğu en büyük iltifatlar. Zaten Ekşi Sözlük’ten veya başka mecralardan okuduğu veya duyduğu bu tarz yorumları paylaşırken gözleri parlıyor resmen.

Aslında izleyici onu daha önce ‘Küçük Hanımefendi’ ve ‘Dila Hanım’da izledi. Fakat kurgudan sanat yönetmenliğine, senaryodan oyunculuklara kaba tabirle “yardıran” bir dizide yani ‘Poyraz Karayel’de karşımıza çıkınca artık unutmamak üzere kendisiyle tanışmış olduk. Beyazcamda Sadrettin’in “yedi bela eşi”, Sema’nın “burada sinek mi vızıldıyor” diyeceği gölge, dizinin şahsına münhasır üç sert adamının ise “af buyur, Songül kim?” şeklinde yok sayacağı bir kadına hayat veren Ece Özdikici, oyunculuğa küçük meraklı çocuklar gibi yaklaşan bir isim. Onun için öğrencilik hayatı hiç bitmiyor. Öyle ki pek çok oyuncu “duyguya giremedim”, “kendimi karakterle bütünleştiremedim” derken, o Çetin Sarıkartal ve Ezel Akay gibi usta isimlerle bu işi tekniğiyle yapan ve her karakteri bünyesinden çıkarabilecek bir oyuncu.

Songül’ü inşa ederken de önce ondan bir denklem yaratmış, iki sezondur her bölümle hem yönetmen Çağrı Vila Lostuvalı hem de senarist Ethem Özışık’la bu denklemi çözüyor. Son yılların en ‘harbi’ işinin alengirli karakterlerinden birine hayat veriyor. Gerçek hayatta bu ‘alengir’ yerini sempatik, meraklı, heyecanlı, yerinde duramayan, samimi bir kadına bırakıyor. Fakat şimdiden söyleyeyim onun için bu ‘alengir’ sıfatı daha çok kullanılacak. Çünkü sahne ve ekran oyunculuğundan sonra Özdikici’nin hayallerinde sinema var. Yani izleyici onu ne kadar öldürmek isterse o da oyunculuk performansıyla bir o kadar hayallerine yaklaşmış olacak.

İzmir doğumlu oyuncu Mimar Sinan'dan mezun

● ‘Poyraz Karayel’ için Ece Özdikici adını duyduğumuz ilk proje diyebiliriz. Peki, diziye nasıl dâhil oldunuz?
Sanıyorum artık cast’ı tamamlamak üzerelerdi. Beni görüşmeye çağırdılar. Yönetmenimiz Çağrı Vila Lostuvalı ile görüştüm. Açıkçası ‘Poyraz Karayel’de rol alarak sanki duam kabul oldu. Çünkü Çağrı’yı kişisel olarak tanımıyordum ama işlerinden ötürü biliyor ve onunla çalışmayı çok istiyordum. Oyuncuyla harika bir iletişim kuruyor. Çağrı'nın daha önce çekmiş olduğu işlerden, oyuncuya tanıdığı özgür oynama alanını anlamıştım. Bu her zaman yakalanmayan büyük bir nimet aslında. Songül'ü geliştirebileceğimi biliyordum. Dizi başladığında Songül şu anki gibi değildi. Çağrı ve senaristimiz Ethem Özışık’la birlikte geliştirdik karakterimi. Yolumuz da açık oldu. Sonrasında da ikinci yönetmenimiz Ender Mıhlar ile de çalışırken doğru ve güzel deneyimler elde ettim. Bu üç ismin olduğu her projeye cevabım evet.
 
● RaniniTv ödüllerinde de deyim yerindeyse tüm ‘En İyi’leri silip süpürdünüz.
Çok teşekkür ediyoruz. RaniniTv tüm ‘Poyraz Karayel’ ekibinin takip ettiği bir mecra. Oradaki yorumları hepimiz ayrı ayrı okuyoruz. Zaten bir ‘Poyraz Karayel’ grubu da var. ‘Poyraz Karayel’ de başından beri tüm ekibin çok keyifle, harika bir iletişimle ve içine sinerek yaptığı bir iş olduğu için bu ödüllere lâyık görüldüğümüzü düşünüyorum.
 
● Çağrı ile çalışmayı çok istediğinizi söylediniz. Peki, sizin oyunculuk açısından hangi yönünüzü ortaya çıkardı?
Bazı oyuncular bulunduğu ortamın şeklini hemen alabilir ve kendini büyük bir rahatlıkla var edebilir, sergileyebilir. Bu özellik kendimde geliştirmem gereken bir yerde duruyor. Ben ortamı görmek, tanımak ve benden tam olarak ne istenildiğini anlama ihtiyacı duyan,sonra kendini bırakabilen bir oyuncuyum. Bu hem iyi hem de kötü bir unsur. Çünkü öyle durumlar var ki kendinizi çok hızlı bir şekilde ortaya koymanız gerekiyor. Eğer yönetmenin benim rolümün nasıl oynanacağına dair çok katı kuralları varsa, ben bir anda onun isteklerine hizmet eden durumuna düşebiliyor, kasılıyor ve bazen kendimi geri çekebiliyorum. Tabii bunun sonucunda yapabileceğimin sadece yüzde 1’ini yapmış oluyor ve buna da çok üzülüyorum.

Çağrı oyuncuya özgür ve geniş bir alan bırakıyor. Sahneden önce “Biz buradayız, kamera açıları da bu şekilde. Sen rahatça oynayabilirsin” diyor. Kimi yönetmenler nereye döneceğini de tarif etmeyi sever. Fakat Çağrı sayesinde ilk defa beni bu kadar rahatlatan bir yönetmenle çalıştığımı söyleyebilirim. Bana bu alanı verdiği için ona çok teşekkür ediyorum. Çünkü bunu yapabildiğimde gerçekten oyunculuğumdan ötürü mutlu olabiliyorum. “Acaba...” sorusu oluşmuyor zihnimde. Hizmet eden durumunda kalmıyorum. Oynama şansım oluyor. Öteki türlü öğrenci öğretmen ilişkisi tarzında bir iletişim doğuyor. Kendinizi iyi hissetmeniz açısından Çağrı çok değerli bir yönetmen. Tabii karşımdaki oyuncu arkadaşlarım da çok iyi. Böyle bir tabloda biz de oynayabiliyoruz. Sahneyi kurtarmak, oyuncu jargonuyla anlatırsam karşımdaki oyuncuyuittirmek gibi durumlar hiçbir zaman söz konusu olmadı. Deyim yerindeyse herkes akıyor. Öyle olunca da rol kendiliğinden gelişiyor. Benim açımdan bunda Songül’le ilgili araştırma yapmam da etkili oldu. Kendime “Bu kız nereden, nasıl bir durumun içinden gelmiş olabilir” sorusunu sordum. Sonucunda da biraz avam ama onu kapatmaya çalışan ve en savunmasız yerlerde yeniden bu avamlığıansızın çıkıveren, bu hali göze batan bir kadın karşıma çıktı.
 
● Peki, Çağrı çalıştığınız ilk kadın yönetmen mi?
Daha önce TRT 1’de yayınlanan ‘Küçük Hanımefendi’ dizisinde rol aldım. Orada Serpil Kurtça’yla çalıştım. O da rahat bırakan bir yönetmendi ve onunla da hiçbir sıkıntı yaşamadım.
 
● Çağrı’da bir de şöyle bir fark var. Evet, ‘Poyraz Karayel’de hem komedi hem de dram unsurları olan bir aile hikâyesi söz konusu. Ancak bir yandan da işin çok ciddi bir mafya boyutu var. Böylesine ‘erk’ bir hikâyeyi anlatması açısından onu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle Çağrı bize sonsuz güveniyorya da öyle gösteriyor (gülüyor). Şaka yapıyorum elbette. Zaten sadece kendi isteklerini yaptırmak üzerine ilerleseydi biz daha kasılmış olabilirdik. Onun verdiği imkânla sen de yürüyüp bir ekip olabiliyorsun. Ancak işin erk hikâyesi anlatan bir kadın yönetmen boyutuna geldiğimizde geçen sezon yaşadığımız komik bir örneği vermek istiyorum. Hâlâ aklıma geldikçe çok gülüyorum buna. Beşinci bölümde Songül, Sadrettin’den ilk dayağını yiyordu. Ama öyle böyle değil, resmen bir duvardan ötekine savruluyordum. Bir de o sırada topuklu ayakkabıylaydım ve ayağım kaydı. Duvara kafamı çarpmama çok az kala durdurabildim kendimi. Sadrettin karakteri oradan oraya çarparken Songül ağlıyor. Çatışma değil ama büyük bir şiddet sahnesiydi. Sahne bittiğinde Çağrı’nın şu cümleyi söylediğini duydum: “I hate şiddet sahneleri”. Güldük, geçti. Kendi hatırlar mı bilmiyorum. Üzerinden çok geçti. O da rahatsız oluyor böyle sahnelerde. Fakat sonuçta işini çok iyi yapıyor. Profesyoneliz, çok şiddet var oynayamam, çekemem gibi şeyler tabii ki olmuyor (gülüyor).
 
● 37’nci bölümde evin tarandığı sahne de bu yönden mükemmeldi. Resmen diken üstünde oturuyorsun o sahneyi izlerken.
Her şey normaldi orada. Öyle olmazsa zaten böyle bir iş çıkmazdı. Annem o sahneyi izlerken sinir ilacı almış (gülüyor). Sonuçta sette birinin soğukkanlı olması gerekiyor zaten. Çok geç saatlere kadar çalışıyoruz ama aslında yönetmen hep geç saatlere kadar çalışıyor. Geçenlerde dayanamayıp Çağrı’ya “Nasıl başarıyorsun?” dedim. O da, yönetmen ve set ekibinin uyumuyla ilgili, "yönetmen uyumamalı, yorgun düşmemeli ki set düşmesin’’ dedi.

● Dizinin erk yönüne baktığımızda Songül de erkeklerle çevrili bir ortamda. Bir yanda Ali İl, diğer yanda Musa Uzunlar, Görkem Kanbolat Arslan, Celil Nalçakan ve Cem Cücenoğlu. Onlarla iletişiminiz, paylaşımlarınız nasıl?
Bazı oyuncular vardır; onları hayranlıkla izler ve çok beğenirsiniz. Musa Uzunlar benim için böyle biri. Fakat ben bunu daha geçenlerde kendisine itiraf edebildim. Konservatuarda okurken gidip oyununun provalarını izlerdim. Şimdi aynı dizide onun gibi usta biriyle çalışıyor olmak muazzam. Bence oyunculuğun en güzel yanı da bu. Hem izleyici kimliğinle oradasın hem de bir yandan profesyonel şekilde oynaman gerekiyor. Onunla oynarken, öğrenmeye ve kıvırmaya çalıştığım şeyleri onun yapabildiğini görüyorum. Benden daha çok kamera deneyimine sahip. Mesela Ezel Akay bana kameranın üçüncü oyuncu olduğunu söylemişti. İlk duyduğumda bu, kafama çok takılmıştı. Fakat Musa Abi’de bunu gördüm. Bence o bunu bilmiyor ama ben kamerayı o şekilde görüp öyle oynadığını görebiliyorum.

Ali İl’e gelecek olursam, o Sadrettin ben de Songül olduğumda ve sahneye başladığımızda hiç takılmıyoruz. Akıyoruz resmen. Bazen çekilip karşıdan Songül’e güldüğü oluyor. Ben de o sırada Sadrettin karakterine çok gülüyorum. Zaten dışarıda Ali ile beni gördüklerinde “Ay ne tatlıymışsınız ama dizide çok sertsiniz” diyorlar. Oyunculuk zaten bu. Ali bambaşka bir karakteri oynuyor ama o benim için tatlı Ali, bizim Ali yani. Sadrettin’e dönüştüğü an, ben de hemen Songül oluyorum. Mükemmel bir keyif bu. Bazı oyuncular vardır sizi yükseklere çıkarır; işte Ali benim için öyle.

Celil, Görkem ve Cem ile çok birebir sahnem olmuyor. Fakat onların arasındaki uyumu aşırı kıskanıyorum (gülüyor). O üçlü çok farklı. Mesela birkaç bölüm önceki pavyon sahnesi inanılmazdı. Bilmiyorum bunu çok dile getirdiğim için mi ama sonraki bölümde dört kızın meyhane sahnesini bu yüzden yazmış olabilirler. Bence ben o pavyon sahnesinin güzelliğini çok dillendirdim sette. Bu üçlü hem çok eğleniyor hem de çok sert adamlar. O yüzden aralarındaki bu elektriğe bayılıyorum.
 
● Songül için araştırma yaptım dediniz. Bu şekilde role hazırlanma süreciniz oluyor mu?
Muhakkak oluyor. Ben bu işin belli bir tekniği, matematiği olduğunu Kadir Has Üniversitesi’nde yüksek lisans yaparken öğrendim. Tesadüflere bırakılabilecek, raslantı eseri bulunan malzemelerle ele alınan bir konu değil, oyunculuk. Orada Çetin Sarıkartal’la çalıştım. Onunla karakteri nasıl olabileceği üzerine çalıştık. Önce oynadığınız dizi veya filmdeki diğer karakterlerin sizin karakteriniz hakkında söylediklerini, sizin kendi rolünüzle ilgili düşüncelerinizi ve senaryonun söylediklerini çıkarıyorsunuz. Bunu elde ettiğinizde zaten bir denklem oluşturuyorsunuz. Sonra yaptığınız bazı oyunculuk egzersizleri var. Ben buna çok özeniyor ve çıkarmaya çalışıyorum. Hızla çalıştığımız için en azından karakterimin iskeletini çok iyi kurmam gerekiyor. Eskiden dizi tekrarları yayınlandığında o an izlediğim karakterin ilk bölümlerde ne kadar farklı olduğunu görürdüm. Bu aslında biraz çalışmamışlıktan kaynaklanıyor. 39 bölümde oturmuş o rol. Halbuki oyuncu ilk bölümde aynı karakteri oynayıp 39 bölüm boyunca geliştirmeli.
 
● Peki, gerçek hayatta Songül kadar entrikacı biriyle karşılaştınız mı?
Öğrencilik hayatımda yaşadığım evde bir komşumuz vardı. Oynasanız “çok uç olmuş” diyebileceğiniz biri. Onu görünce bir apartmanda nasıl entrika çevrilir diye düşünüyordum. Kızlarıyla komşuluktan ötürü tanışmıştık. Ve ailevi ilişkisini de gördüm. Çok uç noktada bir karakterdi. Bir arkadaşımın halası da entrika yönünden Songül’e çok benziyor. Aile içinde entrikalar çevirmeye çok meraklı. Zaten bence herkesin ailesinde uzakta veya yakında böyleleri vardır.
 
● Yabancı dizilerde böyle fettan diyebileceğimiz karakterler var mı takip ettiğiniz?
Dünyada ‘Game of Thrones’u izlemeyen tek insanım galiba. Beni de orada Lena Headey’nin canlandırdığı karaktere benzetmişler. Hatta bir yorum duydum: “Songül o karakteri alıp yanında SSK’lı çalıştırır”. Bir de Ekşi Sözlük’te ‘Breaking Bad’ dizisinde Skylar White’a çok benzetiyorlar. Açıkçası ben ‘Homeland’, ‘Sense8’ ve ‘Medium’ gibi ve daha çok polisiye diziler takip ediyorum. Bu yapımlarda da böyle karakterler yok. Fakat siz sorunca şimdi aklıma geldi. ‘Tehlikeli İlişkiler’ adlı filmde Glenn Close’un canlandırdığı Madam karakteri de aşırı entrikacı. Songül de onu andırıyor.
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER