Sil baştan demek kolay değildir. Benim kendi yaşantımda çok fazla referansı olan bir durum değil, “sil baştan”. Belki o nedenle normalden daha fazla yabancılık çekiyorum kendisine. Defne ile Ömer’in hikayesinin bir sil baştan’a ihtiyacı olduğu benim tarafımda da muhakkak; ve fakat, silineceklerini bu şekilde mi silmeliydik, işte ona diyeceklerim var. 

Ömer; Defne’nin tasarımları Deniz’e satmış olmasına benden bile daha az, hatta senin namına çektiğim isyan bayraklarını yarıda bıraktıracak türden yumuşak bir tepki vererek beni mahcup ettin. Ziyanı yok, duvarlarını esnettiğini, fanusunu milim milim incelttiğini görmek tüm mahcubiyetlere değer, sen hep sal bütün yüz kızartmaları üstümüze. Ama doğruyu söyle: Belki bunda, içindeki zehrin bir kısmını mutfak duvarını boyadığın katran karasına karıştırıp atmış olmanın da etkisi var. Sinir katsayısı ikili hanelerdeyken boş tuvale sprey boya, beşli haneleri aştığında mutfak duvarına yağlı boya. Seçtiğin duvarın mutfak duvarı olduğunu fark etmedim de sanma. İlkin sadece buzdolabındaki notlarını çekmeceye kaldırmakla yetinirsin, sonunda bir bakmışsın, aşk acısı sevgilinin  elinin değdiği her bir noktayı karalara çaldırıyor. Çünkü aşk budur, evet, omurgayı darmadığın eden şey, nedenini sorma. 

Ömer’in evrimi başlamıştır, yüreği tüm yananlar. Çünkü başlamış olmasa, Deniz’in kötü planları olduğunu bildiğini söylemediği için Yasemin’e verdiği sert ve sabitlenmiş tepkilerin onda birini Defne üzerinde görmek suretiyle, şu an üstünde durduğumuz melodrama eşiğini mumla arardık. Koriş’in Ömer’i zıplaya zıplaya göğe ışınladığı gibi, inecek çok da fazla yer kalmadığından, yer kürenin dibine ışınlanırdık vesselam. Veya belki biraz da Ömer’e kızıp, “anlayışsızsın insafsızın oğlu!” diyerek elektrik atardık, iyi olurdu. Bilemedim. Benim bu elektriği atasım vardı zaar, ve Ömer’i bile harcamaya razıydım bu hususta. Ve fakat kendisi ses bile yükseltmeden, “bana biraz zaman ver kendimi toplamaya ihtiyacım var” diyen taraf oldu. Şirketini yıkma noktasına getiren kişiyle bir anlaşma yaptığınızı öğrendiğinde, size söylediği en ağır söz “yanlış bir karar vermek istemiyorum” olan adamı bulun, ve mümkünse evlenin bence. Çünkü sizi o buzdan kalesini eritip içinde tek başına yanmayı göze alacak kadar çok seviyordur o adam. 

Veya evlenmeyin; çünkü sevgi değildir evlenmek için tek yeterli olan. O kalenin içinde tek başına yanan kalbi tekrar attıracak olan tek şey güvendir, ve güven sevgi ile “2’si bir arada avantajlı kampanya fiyatı”yla rafa konup satılmaz. Güven birikir. Oya gibi işlenir, şiş değil tığ geçer ancak dikişlerinin arasından. İstenmez, talep edilmez, buyrulmaz. 

Her bir “bana güven” bile bir şeyler eksiltirken o güven dediğimiz hassas duygunun kırılgan dokusundan, bir  adet Defne Topal – iyi niyetli veya değil, masumane veya suçlu – iki ayak üstünde 10 yalan söylerken bir yandan da  “koşulsuz şartsız güven” bekleyebilir sevdiği adamdan. Tüm güvenler kayboluyordu, en hızlı kaybedene Defo adını taktılar. İyi ki de taktılar, çünkü hatalı ürün Defo olmasa nasıl açıklayacaktık Defo’yu aşkın ızdırabının müptelalarına?

“Ömer’in Serdar’ın düğününe gitme” başlığına geçmeden kısa bir nabız yoklaması: Nasıl? Şimdiye kadar Ömer İplikçi savunma makamı görevini başarıyla icra ediyor mu? Defne Topal’ı yerme timi Defne’ye haksızlık edildiğini düşünenlerimizi yeterince sinir etti mi? :)  Şakası bir yana, bu hafta bölümün 1. Dakikasından itibaren bu kez Defne tarafında yer almaya, bambaşka bir gözlük takıp Defne’nin gözünden dünyayı anlamaya çalıştım. Bunun başıma soktuğu ağrıları 2 ağrı kesici toparladı. Yanlış gün seçmişim zaar.


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER