Oynatmaya az kaldı doktorum nerde?
İnsan Türk dizisi izlerken yorulur mu yahu? Bak
fragmandan sonra kendimizi hazırlamıştık, ciğerimiz dağlanacaktı biliyorduk ama
olayları takip edeceğiz derken bu kadar helâk olacağımızı düşünmemiştik. Bu
arada o Sefer-Sema müzikli fragman da gerçekten epic olmuştu. Sırf fragman
yüzünden diziyi daha evvel hiç izlemediği halde bu bölümü izleyenler oldu
sanırım.
Milletçe ‘Ne olacak bu
Fenerbahçe’nin/Galatasaray’ın/Beşiktaş’ın hali?’ filan derken bir de ‘Ne olacak
bu Sema’yla Sefer’in hali?’ çıktı başımıza. #prayforsefse şeklinde etiket gördü
bu gözler. İnsanlar çıldırmış olmalı. Bizim millet dramı, ağlamayı sever,
ellerde mendille ağlamak için sinemaya gitmiş neslin çocuklarıyız ama bu mevzu
çok uzarsa sıkar. Genç seyirci kitlesi de diziden uzaklaşır. Diyaloga gel
mesela:
Ayşegül: Sema, nikâh masasında Sefer’i terk etti.
Poyraz: Begüm’ün annesiyle babası sizlere ömür.
Neyse ki dizi hiçbir mevzuyu çok uzatmadı
şimdiye kadar, hayırlısı. Bölüme, nikah masasında dut gibi kalmış olan bir adet
Sefer, o esnada sahilde beyaz gelinliğiyle tablo gibi görüntüler vermekle
meşgul olan bir adet Sema, televizyondan aldığı havadisle kayışı koparan bir
adet Begüm ve kaçırıldığı minibüste telefonları susmayan bir adet Poyraz ile
başladık.
“Benden nefret et!” bakışı
“Bu sefer inat ettim, mutlu olacağız.” Bakın
bu cümle bir dramdır. Bu dramın geleceğini biz cümle söylendiği anda
anlamıştık. Ama inanmak istememiştik. O’nu unutabilmek için yüzüğü çıkaramadı
diye satırla parmağını kesecek kadar delirmiş bir adam, O’nu unutmamak için
yüzüğünü kolye yapıp boynuna asan, post-it’lere notlar yazan bir kadın.
Hangisine üzülelim? Sefer, herkes Sema’ya bir şey yapmandan
korkarken yumuşak yumuşak ne olduğunu öğrenmeye çalışmanla üzmeye başladın
bizi. Sema, böyle bir mazeret uyduracağını anlamıştık. Zaten başka ne
diyebilirdin ki? Yalnız yüzleşme sahnesinde niye sadece ikisi yoktu ya? Beni
rahatsız etti olayın herkesin önünde cereyan etmesi. Bir de Sefer olayın
şokunda zaten, üstüne Sema vurdukça vurdu adama da, Bahri’yle Ayşegül önceki
olanları da birleştirerek Sema’nın dağılmış halinden nasıl bir şey
çakozlamadılar?
Sema’nın gelinlik çamurlandıydı, eve girince bir anda Kosla
beyazına bürünmüş tekrar. Neyse ki böyle devamlılık hataları yapıyorsunuz da
dizi izlediğimizi hatırlıyoruz. Yoksa o ne öyle yaşar gibi oyunculuklar? Tövbe
estağfirullah. Tebrikler Kanbolat Görkem Arslan, tebrikler Emel Çölgeçen. Ama
geçen bölümün başından beri içi kan ağlarken gülüp oynamasıyla, içinden ‘seni
çok seviyorum’ derken dışından adamın ağzına sıçmasıyla ben bir oyunculuk ödülü
de Sema Koral için rica edeceğim. Lakin Sema gibi Fransız ekolü bir kadının
drama queen’lik yapıp kendini odalara kapatmak yerine rasyonel davranıp her
şeyi anlatmasını isterdim. Bu arabesk haller yakışmadı Avukat Hanım’a. Şimdi
nefret mi etti ki Sefer senden? “Hayatın amacı nedir?” sorusuna “Başı sonu
aşktır.” diye cevap veren adamı resmen yaşarken öldürdün Sema.
Sefer Kılıçarslan, işte gerçek bir kaybeden.
Bazı insanlar doğuştan loser oluyor. O insanlar ki başlarına güzel şeyler
gelmesini hayretle karşılar, kendilerine bile itiraf edemeseler de umut edip
hayaller kurarlar. Umut çok tehlikeli bir duygudur. İnsan yaşadığı sürece umut
eder, en berbat vaziyete bile alışır, düzeleceğine inanmazsa mücadeleye devam
edemez çünkü. Umut bittiği anda sona yaklaşmıştır zaten. Bu loser insanlar da
kendi kendilerine umut etmediklerini söylerler ki olası hayal kırıklığının
etkisi azalsın. Ama işler öyle olmaz. İlla ki umut edilir yaşamaya devam etmek
için, o hayal kırıklığı da eninde sonunda onları bulur, kaçamazlar. Bazen her
şey ‘gerçek olamayacak kadar güzel’ gider ama sonu yine hüsran olur.
Unutulmayacaklar listesi madde 1
Sema Koral, daha evvel Sefer’i ne kadar
sevdiğini anlayamamıştık. O kolpa ilân-ı aşk sahnesinin de etkisi var tabii.
İlk defa bu bölümde (hayalinde de olsa) ‘seni seviyorum.’ dediğini duyduk. Ve
ben dışarıdan oldukça kel alaka gibi duran Sema-Sefer çiftini neden Ayşegül-Poyraz
çiftinden daha çok sevdiğimi bu bölümde daha iyi anladım. Ayşegül ve Poyraz
aşklarını çok fazla dillendiriyorlar. Hem de bazen bayata kaçan edebi cümleler
kurarak. Birbirlerine ne kadar aşkla baksalar da bu ‘aşkımızdan şair olduk’
hali bendeki gerçeklik duygusunu örseliyor. Tabii birlikte olabilmek için zarar
verdikleri insanların etkisi de var kendilerinden uzaklaşmamda.
Ama Sema’yla
Sefer bazen hiç konuşmadan bir bakış, bir dokunuşla bana çok daha derin ve
gerçek bir şeylerin varlığını hissettiriyorlar başından beri. Bak mesela
Sema’nın Sefer’i tokatlaması bile aslında sevgisinin göstergesiydi. Tokat demişken,
Sefer öfkesine hakim olabildi neyse ki, tokatlarda Sema hâlâ 2-1 önde. Birkaç
şarkısı dışında Sezen Aksu sevmem, dün SefSe flashback’inde çalan şarkıdan da
hiç hazzetmem ama sözleri bu geç bulup tez yitiren çifte tam uymuştu sanki.
Sema’nın gömlek koklaması da isabet olmuş, koku hafızası denen şey kadar güçlü
çok az şey var şu dünyada.
Dostluk kadar güzel de çok az şey var dedem.
Allah herkese Zülfikâr gibi dost nasip etsin. Senin derdine dertlenip seninle
birlikte ağlayan dost be. Sefer o anda bile abilik yapmaya devam edip
Zülfikâr’a nasihat etti ya :/ Ama Zülfikâr’ın söz verememesi de gözlerden kaçtı
sanmayın. O değil de kesilen parmağı tomurcuk çay kutusuna mı koydular ya? ^.^
Allah’ın saykoları. Sefer de müdürünü düğüne davet etmemişse ayıp etmiş.
Dafne’ye Sefer’in hangi hastanede kaldığını
hanginiz söyledi çıksın bakayım ortaya? Kesin Zülfikâr’ın işidir. Dafne de
öğrenir öğrenmez damladı adamın yanına. Ulan sen daha dün bu adamın karısı
olacak kadınla öpüşürken fotoğraflarını çekmiyor muydun? Aaa. Bir de ‘git belki
anlatamadığı bir şeyler vardır’ filan diye akıl veriyor adam orda acıdan
ölürken. Bence Mete’yle münasipsiniz. Bırakın Sefer’le Sema’yı. Onları ayıran
ayırmış zaten.
Bize her yer deplasman dedem.
Panda ayımız da Poyraz’ın kaçırıldığı evde
çıktı tekrar karşımıza. Müsteşar teyze, müsteşardan çok gün teyzesine yahut evlilik
programlarındaki görüş bildiren teyzelere benziyor yahu. Oyunculuk dersen Gerçek
Kesit. O neymiş öyle? Bir de Matrix’teki
kâhin kadın gibi, Lost’taki Eloise gibi bi’ havalar. Geçen sezon ikili oynamak
zorunda kalmaktan kendini parçalayan Poyraz bu sefer üçlü mü oynamaya
başlayacak? Ayşegül’ün yine ‘nasıl doktor oldu acaba bu?’ dedirten mantıksız
hareketleri sonucu zaten karışık olan çarşı iyice karıştı. Poyraz olaya
Zülfikâr’ı filan katıp bir şekilde temizledi mevzuyu ama du bakali n’olcek.
Poyraz’ın patır patır öldürdüğü adamların sonunda şantaj unsuru olarak
hesabının sorulmasını da takdir ettim.
Zülfikâr, Meltem, Sefer, Ayşegül, Poyraz ve
tetikçinin bir araya geldiği sahnedeki kakofoni ve kaos kalp ben. Ben de Poyraz
demeden evvel ‘iyice tımarhaneye döndü ortam’ dediydim zaten. Neyse bir güldük
nefes aldık, iyi oldu. Bir de Poyraz’ın ölüp ölmediğini kontrol etmesine
gülmüştüm bu bölüm. “Bi’ bu ikisi kalmıştı bakışmayan.” repliği de dizimizdeki
ilişkilerin geldiği noktayla dalga geçilmesi açısından faideli idi.