İnsan denen varlık fazla
karmaşık, biraz tuhaf, azıcık kaçık. Yeni yetmeyiz. Daha o zamanlar oyun çağını
bir adım gerimizde bırakmışız. Hayat gailesi ensemizi kıstırmamış. Annemin
deyimi ile başımızda leylekleri uçurduğumuz dönemler. Ortalıkla Leyla gibi bir
o yana, bir bu yana sallanır dururuz. Ruhumuzun çocuklukla delikanlık
(Kadınlar için de kullanmayı sevdiğim kelimeler arasında yer alıyor. Hangimizin
kanı deli akmadı ki?) arasında sıkıştığı vakitler. Ah, ne güzel ânlar onlar?
İçimizin kıpır kıpır olduğu, kalbimizin pır pır ettiği ve midemizdeki
kelebeklerin uçsuz bucaksız kırlara kanat çırptığı dönemler. Düşünün, hayat
totomuza tekme atmamış. En sorumsuz, gamsız, telaşsız çağlarımız. Bir kuş,
kanatlarının arasından sol omzunuza, tam da kalbinizin üzerine üç harfli, tüm
tabiatımızı yerle bir edecek olan vardığı bırakıp gidiyor. Kimileri buna “ilk
görüşte” derken, kimileri de “ne zaman oldu anlamadım” diyor. Nasıl olduğu
teferruattan başka ne ki? Sizin bünyenize takla attırıyor mu? Attırmayanını şu
yaşıma kadar duymadım.

İki elim yakanda (temsili değil)
Âşık oldu. Onunki
imkânsızdı. Biriyle birlikteyken âşık olması yanlıştı. Gönlü ferman dinlemedi.
Çocukluk arkadaşım dediği adamı, aşkı uğruna bıraktı. Sevginin cisim bulmuş hâlini
yüreğini kaptırdığı adamda buldu. Hiç yaşamayacağı duyguları tattı. Yapmam
dediği her ne varsa yaptı. Aşk belki de bütün bu dediklerini içeriyordu. Sonra…
Sonra aşkı uğruna babasını, başının tacını kaybetti. Gözü kimseyi görmez oldu.
Öyle ki aşkını da kalbine gömdü. İntikam yemini içerken gelecekte onu nelerin
beklediğinin habercisi değildi. Olsaydı böyle mi olurdu?
Madem doğum sancısı çekmeyecekmişim o zaman şuracıkta iki avaz bağırayım.
Başladı Ali Cengiz oyunları.
Bir intikam oyunu biterken diğeri hüküm sürdü. Değdi mi tüm acılara? Değdi mi
olacaklara? Gerçekler bir bir su yüzüne çıkmaya başlayınca aşkının da bıraktığı
yerden devam edeceğini düşündü. Son birkaç engel kaldı, onlardan da bir
kurtulsa aşkını masal diyarında yaşatacaktı. En sevdiği insan, onsuz nefes
alamam dediği adamla bu defa olacaktı. Aşklarının ateşini bir gecede
perçinleyecekler diye düşündü. Yanılmış. Güneşin tatlı turunculuktaki ışınları
gözüne dolmaya başladığında yaşadığı rüyanın aslında kâbus olacağını kavradı.
Ne kadar intikam oyunu oynasa da masumluğunu yitirmemişti. Sevdiği adam için
hazine sandığında saklıyordu. Değmemiş. Hiçbir şey, özellikle de âşık olduğu
adam için değmemiş. Aşkını kaybettiği gün masumiyetini de yitirdi.
Eski günlerin bile hatırı kalmadı Ömer!
Sonrası tam bir yıkımdı. Tutunacak
ne bir dalı ne de baba ocağı vardı. Üstelik evli olduğu adam intihar etmişken! Bu
kadar olumsuzluğun ve yıkımın üzerine mucize gerçekleşti. Giden masumiyetinin
özrü mahiyetinde içinde bambaşka bir saflık yeşermeye başladı. İçinde büyüyen
bu varlık hayata tutunabilmek adına tek tutanağı oldu. Günler geçmeye başladı,
hayata karşı daha çok savaşması gerekiyordu. Tek başına bir can’ı
yetiştirebilmek yürek ister. Onda bu yürek varmış ya da sonradan, içinde
büyüttüğü bu varlık sayesinde bu özelliğini keşfetti. Ayakta kalabilmek. Tüm çırpınışları çocuğu için yaşayabilmek adınaydı. Sonrasını
hepimiz çok iyi biliyoruz.