Yaklaşık iki sezondur her
yazımda Halide’nin hikâyesini merak ettiğimi ve kimsenin sebepsiz yere kötü
olamayacağını dile getirdim. Halide’nin mazide öyle bir derin yarası vardı
ki bu nefreti ancak geride kalan izlere kusabilirdi. Nitekim de öyle. Onlarınki
bir kırık aşk hikâyesiymiş. Kadın çok sevmiş, adam ise o dönemdeki boşluğunu
fırsat bilerek kadınla hormonlarını eğlendirmiş. Karşılıksız sevmek, umut
beslemek, olmayacağını gördüğünde hayâlinin yıkıldığını bilmek çok zor! Sevdiğini
nikâh masasında görmeyi iyi bilirim. O ân tüm yaşam fonksiyonların durur. Gözlerine
inanamazsın, beyninin bir oyunu zannedersin ama değildir. Gerçekler acı bir
şekilde karşındadır. Halide’nin yarası derin. Gönlünü kaptırdığı adamdan hamile
kalmış. Adam umursamadan çekip gitmiş. Sonra da “sevdiğiyle” evlenmiş. Ancak hayat daha son kahkahasını onlar için atmamıştı.
Nefes al, nefes ver. Nefes al ve tekrar ver.
Enver Sipahi’nin neden yıllarca
Gülfem’i benimseyemediğini geçen haftaki yazımda yazmıştım. Hikâyenin akışı tam
da tahmin ettiğim üzere ilerledi. Ne bir eksik, ne bir fazla! Bir annenin,
çocuğuna dokunamaması, koklayamaması, onun canı yandığında kucaklayamaması
büyük acıdır. Aylarca karnında taşımışsındır, fakat can paren sana yasaktır. Halide,
sevdiği adama uzaktan baktığı gibi çocuğuna da yanaşamadı. Otuz beş yıl. Az bir
zaman dilimi de değil. İşte bu nedenle Halide’ye her zaman acıdım. Onun nefret
ve öfkesi sevdiği adamaydı. Zararını çocukları gördü. Ben olsam ne yapardım
diye düşündüğümde; ben de aynısını yapardım. Şartlar ve koşullar her daim
değişiyor. Net bir söz söylemek doğru değil ama sevdiğini bir başka kadının
yanında görmek içine oturur, sırtına bıçaklar batar, elindeki kıymık gün
geçtikçe iltihap kapacak duruma gelir. Bunları bize yaşatan hayat mıdır, yoksa
insanlar mı? Orası da tam bir muamma...
Pişman olmak için bir damla göz yaşı dökmek yetmez Ömer Efendi!
Hayata dair bu kadar anlamlı
şey başımıza kaç defa geliyor ki? Şansınız varsa ikiden fazla. O da kıymetini
bilene! Bir cana hayat vermek, hayata geliş amacı olmak ne kutsal bir
kavramdır? O içinde büyüdükçe senin de umutların yeşerir. Tutunacak, daha güçlü
olacak sebeplerin vardır. Her ne yaşanırsa yaşansın parçandır. Bir insanı
koşulsuzca seven, ilgi bekleyen yegâne varlıktır. Gülru zor bir hamilelik
dönemi geçirdi. Başlangıç aşamasından bitişine kadar bu ibre sabit kalmadı. Sevdiği,
masumiyetini gözünü kırpmadan verdiği adam inanmadı. Doğru bildiği hâlde inanmak
istemedi. En acısı da buydu işte. Kızının babası, annesine inanmadı.
Ne oldu da Ömer değişti? Değişebilmesi
için ortak acıya mı sahip olmaları gerekiyordu? Eski Ömer olmak bu kadar mı zordu?
Şimdi Gülru’dan af dilerken hangi yüzle ve cesaretle çıkıyor karşısına? Bebeğin
düşmesinin yüzde seksen beşi Ömer’in sorumluluğunda! Başta inanmadı sonra babalık
davası skandalı. Bu muydu aşkı? Nefreti gözünü kör etti. Kendi parçasını bu derece
yok saydı. Şimdi Gülru’nun karşısına geçmesi, gece gündüz kapısında yatması bir
şeyi ifade etmez. Annesinin ölümünden sonra da ne dediğini, hangi yemini içtiğini ve
kiminle iş birliğinde olduğunu her izleyen biliyor. Drama Kraliçeleri, Ömer’i bu
denli canavara (mesaj yerine ulaştı) dönüştürdükten sonra inanmamızı bek-le-me-sin! Acını çekerken küçük masum kızı görmeyi biliyor da intikam yatağında ve sonraki günlerde niye
küçük, masum kızı görmedi? Bazı durumlar ve özellikle karakterlerin revizyonu beni
aldatmıyor. Ömer geçen sezon gözümde tükendi. Bende kredisi kalmadı. Kimse de kusura bakmasın.
58. bölüme emek veren herkese teşekkürler. 59. bölümde görüşmek dileğiyle...
Mortissa