2011- 2014 yılları arasında gösterilen ve gösterimde olduğu dört sene boyunca milli maç akşamlarına denk gelen bir-iki hafta dışında daimi
olarak reyting listesinin zirvesinde yer alan, yakaladığı yüksek reyting
başarısı sayesinde prodüksiyonuna yapılan riskli ve bir hayli yüksek yatırımın
karşılığını hem de fazlasıyla veren, Çarşamba akşamlarıyla özdeşleşen,
yurt dışına pazarlanan bütün Türk dizileri içinde prodüksiyon maliyeti, yapım
tasarımı, kostüm ve takı tasarımı, müzikleri, görsel efektleri ve tabii ki
İngiliz oyuncuları Premier Ligi karması gibi bir durumu olan Harry Potter
serisinin Türkiye şubesi gibi bir görünüm verircesine, tam anlamıyla bir duayen
Türk oyuncuları karması şeklindeki göz kamaştıran oyuncu kadrosuyla diğer bütün
sektördaşlarının 2-3 kademe üstüne çıkan ve 60'tan fazla ülkeye satılarak
gerçek anlamda uluslararası bir proje boyutu kazanan Muhteşem Yüzyıl'ın, Türk
dizi / film tarihinin adı gibi en "muhteşem" dizisi diyemesek bile
kesinlikle en profesyonel, en uluslararası standartta kaliteye sahip ve hem
Türkiye'nin hem de Türk dizi / film sektörünün adını dünyaya ilk defa bu kadar
güçlü bir şekilde duyuran en önemli projesi olduğunu sanıyorum ki artık kimse
yadsımıyordur.
Durum böyle olunca dizinin yapım şirketi TIMS Productions'ın bir
sonraki hamlesi ve altına imzasını atacağı yeni proje daha dizinin son sezonu
devam ederken merakla beklenir olmuştu. Rahmetli Meral Okay'ın vefatından önce
verdiği son röportajında "Muhteşem Yüzyıl'dan sonra benim için çok
büyüleyici bir başka tarih dönemi olan 2. Abdülhamit dönemiyle ilgili bir proje
yapmak istiyorum" sözlerinden hareketle TIMS Productions'ın bahsi geçen
tarih dönemini ele alacak yeni bir diziye başlayabileceği düşünülüyordu ama
Muhteşem Yüzyıl'ın 139. bölümüyle büyük finalini yaparak ekranlara veda ettiği
gecenin sonunda ekranlarda Topkapı Sarayı'nın koridorlarından geçerek sultanın
balkonundan tebaasını selamlayan, sonra da içeriye geçip Sultan Süleyman'ın
meşhur tahtına kurulan bir kız çocuğu gördük. "Eylül 2015"te, Queen -
Regina - Reina ya da Türkçesi'yle Kösem Sultan'ın başlayacağı duyuruldu.
Muhteşem Yüzyıl'ın hem yurtiçinde hem de yurt dışındaki göz kamaştırıcı başarısı
ve bir talep yaratmış olması böyle bir devam dizisi çekilmesini öngörmüştü
belli ki.
Respect my authoritaaaa!!!
Aradan 1.5 yıla yakın zaman geçti, yeni oyuncu kadrosu
belirlendi, yeni yönetmen belirlendi sonra kendisi yönetmenlik koltuğunu
bıraktı, yerine ilk dizinin son yönetmenleri tekrar kameranın arkasına geçti,
Cannes'da prömiyeri yapıldı, daha gösterime girmeden önce 82 ülkenin satın almak için sıraya girdiği bilgileri dolaşmaya başladı, yayın tarihi Eylül'den Ekim'e, Ekim'den Kasım'a ertelendi; başlayacak mı
başlamayacak mı derken Kösem Sultan'ın hikayesi en sonunda geçtiğimiz Perşembe
akşamı Star TV ekranlarında start aldı. Neredeyse 1.5 yılı bulan bekleyişe
değdiğini rahatlıkla söyleyebileceğimiz, mükemmele çok yakın bir ilk bölümle
yaptı açılışı Muhteşem Yüzyıl Kösem.
Pilot bölüm olmanın da getirisiyle olacak
ki reklamsız olarak 2 saat 32 dakika tutan devasa süresiyle diziden çok film
diyebileceğimiz bir şekilde. Gerçi bu durum Muhteşem Yüzyıl'ın devamlı seyircilerinin
aşina olduğu bir durum. İlk dizinin 3. ve özellikle de 4. sezonundaki hemen her
bölümü normal bir dizi gibi değil de, tıpkı bir sinema filmi gibi tasarlanıp
çekiliyordu zaten. Yerli dizi piyasasının anlam vermekte zorlandığımız
kurallarından dolayı dizilerin en az 1.5 en fazla 2 saate yayılan akıl almaz
bölüm sürelerini bütün bu diziler içinde hem seyircinin hem de projenin hayrına
olacak şekilde kullanabilen tek diziydi belki de. Seyirci hemen her bölümde
karşısında belli bir giriş-gelişme-sonuç matematiğine sahip, o haftaki
bölümünün senaryosu buna göre hazırlanmış, izlenip bitirildikten sonra alt
tarafı geçen haftaki bölümünün devamı izlenmiş bir dizi gibi değil de bir
sinema filmi izlenip bitirilmiş gibi bir tat veren, sinematografisi oldukça
yüksek bölümler görüyordu ekranda.

Fazla mı Game of Thrones oldu ne??
Yeni dizi Kösem de bu durumu değiştirmemiş, aksine üstüne
daha da katarak, daha da bir "sinema filmi" gibi tasarlanmış bir ilk
bölümle çıktı seyircinin karşısına. Prodüksiyon kalitesi de aynı şekilde eski
dizinin bir tık daha üstüne çıkmış bir şekilde. Yeni dizinin görsel dünyası her
ne kadar çoğunlukla ilk diziden aşina olduğumuz bir dünya olsa da bu o aşina
olduğumuz dünyada geçen yeni bir hikaye ve bu defa karşımızda yepyeni
karakterler, yepyeni mekanlar ve yepyeni hatlar var, ilk bölüm de bunların
hemen hepsini seyircilere azar azar tanıtma işlevini fazlasıyla başarılı bir
şekilde yerine getirdi diyebiliriz.
Toplamda beş padişah eskiteceğimiz bu dönemin
ilk padişahı olan Sultan Ahmet'in kişiliğinin ve "Kardeş Katli" yasasına
son veren ilk Osmanlı padişahı olmasına giden yoldaki naif karakterinin nasıl
ve hangi olaylar neticesinde şekillendiğini anlatan, son derece başarılı 14
dakikalık bir flashback sahnesiyle, bir nevi Yüzüklerin Efendisi serisinin
filmleri gibi, başlayan yeni dizi tonunu da bu ilk dakikalardan belirlemiş
oldu. Her ne kadar adı ilk dizinin devamı olduğu için bir proje adı olarak
"Muhteşem Yüzyıl" olsa da aslında Kösem Sultan dönemi Osmanlı
İmparatorluğu'nun tarihindeki en sancılı, en çalkantılı ve en kanlı dönemlerden
biri.
İlk dizinin adı, Kanuni Sultan Süleyman'ın Avrupalılarca anılan lakabıyla
"Muhteşem" olmasından ileri geliyordu, bu yeni dizide de Muhteşem
olan Kösem Sultan'ın Osmanlı tarihindeki "Kadınlar Saltanatı" olarak
bilinen dönemin Hürrem Sultan da dahil en güçlü figürü olmasından kaynaklı olan
saltanatı. Bu yüzyıl Kösem'in Muhteşem Yüzyıl'ı, Osmanlı'nın değil. Dizi de
işte tam olarak bu durumu yansıtan depresif, karanlık, paranoyak ve daha başlar
başlamaz kanlı olan bir atmosferle açılışı yaptı. Belli ki Kösem, ilk diziden
daha karanlık, daha sert bir dizi olacak. Baksanıza, Muhteşem Yüzyıl’ın ancak
3. sezonunda adı geçmeye başlayan kanlı taht ve saltanat mücadeleleri,
şehzadelerin katli gibi konular Kösem’in daha ilk bölümünden ana konu olarak
sunulmaya başlandı. Yani kısa diyorlar ki, "şimdiden vaziyet alın".

Kuzumu verin banaaaa...
Muhteşem Yüzyıl Kösem'in ilk diziden en önemli farklarından
birisinin de senaryo kurgusu ve çatısı olduğu gözlere çarpıyor. Malumunuz, ilk
dizi adı üstünde bir "ilk dizi"ydi, Türk dizi piyasası açısından
büyük bir riskti ve her ne kadar altından hakkıyla kalkılmış olsa da senaryosu
yine de çok fazla alana yayılmadan, daha çok o dönemdeki mutlak güç ve iktidar
olan Sultan Süleyman karakteri ve eşi Hürrem Sultan'ın hikayeleri etrafında
dönmüş, şehzadelerin büyümesiyle birlikte başlayan kanlı taht savaşları da
ancak 3. ve 4. sezonlarda diziye tam anlamıyla dahil edilmişti. Yeniçeriler
başta olmak üzere diğer bütün karakterler ve hikayeler Süleyman - Hürrem ve
Şehzadeler üçlüsü etrafında gelişen olaylardaki yan hikayeler olarak dizide yer
alıyordu. Haliyle hikayenin artık tamamen bu üç dinamiğe odaklanması ve yan
karakterlerin senaryoya lezzet katan unsurlar olarak gitgide daha fazla
dışarıda kalmaya başlamasıyla 3. ve 4. sezonlar (özellikle de 4. sezon) oldukça
ağır yapısı ve temposuyla bir kısım seyirciden bayağı da fazla eleştiri almış,
Meral Okay dönemindeki dinamizmin artık tamamen ortadan kalktığı ve dizinin
gitgide sıkıcılaştığı yorumları yapılmıştı.
Muhteşem Yüzyıl Kösem'e baktığımız
zaman ise hikayede birkaç tane farklı sac ayağı olduğunu görüyoruz. Bunlardan
ilki ve tabii ki en önemlisi Sultan Ahmet ve Anastasia / Kösem'in aşk ve mutlak
güce uzanan aşk ve iktidar hikayeleri, diğeri bu dönemde etkilerini fazlasıyla
görecek olduğumuz Yeniçeriler'in hikayesi, bir diğeri Duraklama Dönemi boyunca
devletin başını bayağı bir ağrıtmış olan Celali İsyancıları'nın hikayeleri ve
sonuncusu da Osmanlı'nın soyunu kurutup hanedanı kendi soyu üzerinden devam
ettirme hayalleri kuran Giray Kardeşler'in hikayeleri. Senaryo kurgusu birkaç
farklı hat üstünden farklı farklı hikayelerle aynı anda ilerleyeceği için
bölümlerin süresi hayli uzun olmasına rağmen izlerken seyircinin Muhteşem
Yüzyıl'ın 4. sezonunda olduğu gibi üstüne rehavet çökmesine bu sefer pek fırsat
kalmayacak gibi. 2 saat 32 dakika gibi bir süreyi su gibi akıtan ilk bölüm yeni
diziyle ilgili bunun da habercisi gibi adeta. İlerleyen bölümlerde dizideki
ilerleyişin nasıl olacağını, birden fazla odak noktasının dizinin hayrına mı
yoksa zararına mı işleyeceğini hep birlikte göreceğiz.

Erzurum Beylerbeyi'ydim, Celali eşkıyası yaptılar anasını satayım.
Bitirmeden önce iki konuya daha değinmek lazım. Bunlardan
ilki tabii ki yeni oyuncu kadrosunun en önde gelen üç ismi. Genç oyuncu Ekin
Koç'un adı ilk açıklandığı zaman çok tepkiler çekmiş, Halit Ergenç'in geçilmesi
neredeyse mümkün olmayan son derece ezisi Sultan Süleyman performansından sonra
böyle genç bir ismin rolün altından asla kalkamayacağı eleştirileri yapılmıştı.
Dizinin ilk bölümünden sonra bile gözlerinin Halit Ergenç'i aradığını, kimsenin
onun yerini tutmadığını söyleyen yorumlar yazıldı bol bol. Halbuki Ekin Koç,
tahta çıkmadan önce sancak beyliği yapmamış, devlet işleri ve idaresi
konularında deneyimsiz, daha sünnet bile olmamış, çocukluğunu babası tarafından
öldürülme korkusu içinde paranoyalarla geçirmiş, 14-15 yaşlarında, kendine
güveni yeni yeni gelecek olan tabir-i caizse naif ve ürkek bir şehzadeyi
mükemmel bir şekilde canlandırarak, daha ilk bölümden gönülleri fethetmeyi
başardı. Kişilik özellikleri olarak da zaten Sultan Süleyman olmayan bir ismi
Halit Ergenç'in performansı gibi bir performansla canlandırmasını beklemek hem
abesle iştigal etmek olur hem de zaten Ekin Koç'un Sultan Ahmet'i böyle
oynamasına da gerek yok. Ekranda gördüğümüz Sultan Ahmet portresi son derece
yerli yerinde, son derece güzel çalışılıp oynanmış bir genç padişahtı.
İlerleyen bölümlerde çok daha fazla oturuşacaktır.
Aynı şekilde Kösem Sultan'ın
gençliğini canlandıran Yunan oyuncu Anastasia Tsilimpiou da en az Ekin Koç
kadar başarılıydı. Hem güzelliği hem de yeteneğiyle daha ilk görüşte seyircinin
kanının kaynadığı, masum ve üzgün köle kızı kusur bulunmayacak bir doğallıkta
ve inandırıcılıkta canlandırdı. Ekin Koç'la mükemmel bir şekilde uyan
kimyalarının ilerleyen bölümlerde her iki oyuncunun da performanslarıyla çok
daha fazla göze girmelerine yardımcı olacağı aşikar.
Oyuncu kadrosundaki en
tartışmalı isim ise tabii ki Hülya Avşar. Deneyimli ve iyi bir oyuncu olmasına
rağmen son yıllarda magazin basınında fazlasıyla yer alıp yüzünü eskitmesinden
mütevellit seyircinin o dönemden fırlayıp gelmiş gibi algılamakta biraz
zorlanacağı kesin olan Avşar, ilk bölümdeki performansıyla ne magazin
basınından aşina olduğumuz o Hülya Avşar aurasını unutturacak kadar iyi ne de
"bu dizide ne işi var yahu" denecek kadar kötü bir Safiye Sultan olarak
çıktı karşımıza. Yine de kendisinin bu diziye yakışmadığını ve karaktere
oturmadığını söylemek densizlik olacaktır. Dizinin ve karakterlerin birkaç
hafta içinde iyice oturuşmasıyla kendisinin de bütün ikna olmamış seyircileri
susturacağını düşünüyorum.

Şuracıkta öpüşüversek ne olur? Neyi bekliyoruz sanki?
Son olarak dizinin müziklerine değinecek olursak, malumunuz
Muhteşem Yüzyıl adı gibi “muhteşem” olan soundtrack besteleriyle markalaşmış,
seyircinin bu anlamda devam dizisinde de kendisinden çok iyi işler beklediği
bir yapım. Buna rağmen ilk dizinin besteci kadrosunda yer alan efsane isim
Fahir Atakoğlu ve Soner Akalın, Kösem’in kadrosunda yoklar. İlk dizideki
üçlüden yolculuğa sadece Aytekin Ataş devam ediyor.
Ancak bu sefer kendisine
Azam Ali, Katarina Papadopoulou gibi dünyaca ünlü isimler ve Prag Filarmoni
Orkestrası eşlik ediyor. Dizinin ilk bölümünde orijinal dizinin marka haline
gelmiş bazı bestelerinin tekrar kullanılması, açıkçası yeni bestelerin
kendilerini göstermesini engellediğini ve bölümün müzikal anlamda biraz zayıf
kaldığını düşünüyorum. Eski müziklerin etkisiyle eski dizinin ikonikleşmiş
sahnelerini hatırlamaktan yeni diziye ve yeni müziklere hakkıyla odaklanamadı
seyirci. Aytekin Ataş’ın diğer iki besteci arkadaşının yokluğunda tek başına
yapacağı bestelerin ne kadar iyi ya da ne kadar kötü olduklarını bekleyip
göreceğiz ama Prag Filarmoni Orkestrası’nın da etkisiyle yeni bestelerin çok
daha profesyonelce ve uluslararası piyasaya uygun tınladıklarını, iyiden iyiye
orkestrasyona dökülüp icra edilmiş bestelerin, henüz kulaklarda tam olarak yer
edememiş olsalar da, son derece kaliteli ve bir sinema filminin müzikleri gibi
tınladıklarını da söylemek lazım. Umarız Aytekin Ataş da beklentileri suya
düşürmez ve bittiği zaman en az ilk dizinin müzikleri kadar efsane müziklerle
hatırlarız Muhteşem Yüzyıl Kösem’i de.