Yasemin’in yanında olanın
sen olmasını da çok sevdim Sinan, çünkü düğümler böyle dolaşıktır işte gerçek
hayatta da. Haftalardır yolunu gözleyip nihayet Yasemin’e buyur ettiğimiz o “kırılmayı”
da, bu girift, tezatlarla dolu akışı da seviyorum ben; her ne kadar Yasemin’e
olan geçmiş tutkunluğunun sende en ufak izinin kalmayışı kafamda tam oturmasa
da. Yüzüne bir bir, çekincesizce sıraladığın tüm o – doğru, ve seni ondan
uzaklaştıran – sıfatlardan artık sıyrılmaya karar vermiş bir kadın var
karşında. Benim ezberlerim, bunun gönül yaylarını biraz titretmiş olması gerekirdi
diye söyleyip dursa da; tutku işte tam da böyle bir şey demek aslında. Çok
güçlü, çok yoğun ama aynı zamanda çok da akışkan. Hafiflemesi mümkün olmayan. Ya tüm gücüyle
var; ya da tamamıyla yok olan.
Defne ve Ömer’deki ise
tutkudan başka bir şey; asla birden, hesapsız kitapsız, sorgusuz sualsizce var
olmadığı için, ilk sarsıntıda yok da olmayacak. İlmek ilmek işledikleri aşkın
düğümleri çok sağlam, Ömer’in kütüphanesindeki “Albertine Kayıp” ın
hikayesindeki gibi; adamın bile farkında olmadığı kadar. Hem okumak, hem de
Ömer’in bırakmış olduğu yerde bırakmak istedim aynı anda. Defne’nin gideceğini,
bu rüyadan uyanacağını ve kendine tekrar dalmaya müsaade etmeyeceğini bir nevi
hissettiğim için başka bir hikayenin benzer satırlarına kaçmak istedim oracıkta.
Ama bir yandan da paralel yollardan geçmek istemedim; çünkü Ömer ve Defne’nin
hikayesinde kapılar açık, ihtimaller çeşitli, yollar karmaşık olarak
kalmalıydı, ve şimdilik görünmeyen bir ufkun ardında.
Ben, attığım her adımının
minimum üç ötesini tasavvur etmeye kurulu beynimle, bu hikayenin ufkuna bakmayı
katiyen reddediyorum. (Yaptığım diğer şey de bunu becerebildiğime hayret etmek
oluyor zaten). İstiyorum ki o yollar beni hep şaşırtsın, düşünmediğim
çıkmazlara sapılsın, beklemediğim patikalarda alınsın soluklar. Ben güveniyorum
çünkü onlara, o yüzden içten içe biliyorum ki, onların da birbirlerine olan sevgileri,
her ne kadar sarsılsa da yara alsa da büyük, kuvvetli ve sağlam. Mesela Ömer,
daha evvel pek çok kez yaptığı gibi, gururuna sarılıp ön yargılara teslim
etmiyor artık kendini. Defne istifa ediyorum dediğinde; Sinan’ın asistanı
olacağını öğrendiğinde yaptığı gibi gözyaşını içine gömüp uzaklaşmıyor
kendisine acı veren yârin yanından. Acısının üstüne gittiğini, gözyaşını
salıverdiğini, duvarlarını indirdiğini görüyoruz; ilk kez paylaşıyor öfkesini,
kırgınlığını, isyanını dünyayla... Ve sonunda kalkıp peşinden gidiyor
Defne’sinin, kurtarıyor kendini o parmaklıkların ardından. Defne’nin önünde ise
daha kalın, daha yüksek, daha korkutucu parmaklıklar var. Farkında olmadan
kendini nasıl hapsettiğini bilemediği gibi, şimdi de nasıl kurtarabileceğini
bilemiyor; çaresiz ve dermansız.
(Defne’nin Neriman’la
konuştuğu, Ömer’in de Defne’nin veda notunu okuduğu sahneleri izleyin bir daha.
Söz ettiğim parmaklıklar mecazi değil çünkü, orada. Bizi böyle detaylara
hapsetmeye hep devam edin, olur mu?)