Ömer’deki 60’ların reklamcılık dünyasından ipini koparıp Passionis’e gelen (ve Mad Men’i ne çok özlediğimi hatırlatan) Don Draper izleri. Günün 2. ŞOK’u. Çok minimal, neredeyse fark edilmeyecek, hatta “herhalde burada bunu okuyan tek kaçık da benim” dedirtip bana o sahneleri daha da çok sevdiren, yüzeyin çok altında, çok derininde bir paralellik. [Bu noktada zorunlu parantez: Tutup kolundan buraya getiriverdiğim Mad Men’in Don Draper’ını bir cümlede bilmeniz gerekse, hayatındaki çalkantılara, içinde bir türlü dolmayan boşluklara, tekrarlamaktan asla kurtulamadığı hatalara rağmen, işi söz konusu olduğunda devleşen, dünya yanarken işinde kaybolabilen ve o tutku sayesinde harikalar yaratabilen adam olduğunu bilmeniz gerekir belki. (Parantez 2: Tabii, bence siz bir cümlede de bilmeyin ve Mad Men’i izleyin)].

Elbette Bay Draper buraya misafir etmek için fazla deriden hasarlı ve ağır bir karakter, ama bu iki kurgusal dünyayı yan yana koymaya cüret ediyor aklım çünkü ister istemez şöyle parallellikler kuruyor: Don gibiler için iş “önceliklidir” denmez; iş ayrı bir boyuttur, kendilerini onunla tanımlar ve tamamlarlar. İşlerine kendilerini verirken, yarattıklarına kendilerinden verirler. O nedenle onlar için iş, iş gibi değildir.12 bölüm sonra, 12 haftadır ofiste görmelere doyamadığımız Ömer’i belki ilk defa gerçekten çalışırken, “işini yaparken” gördüm ben bugün. Ve (daha önce de uyarmıştım sizi bu konuda, bakın, yazık, insaf, imdat!) bu karaktere olan hayranlığım bir damarsa, o bugün çatladı. Defne’nin masasından kreatif ekibine “aşkı anlatmak isteyişi” Defne’nin varlığıyla ne kadar kıvılcımlı hale geldiyse, Ömer’in aşkı anlatışı da bir o kadar kıvılcımlı değildi de neydi? Bakın bu bir senaryo VE oyunculuk başarısıdır. Barış Arduç sadece aşık rolünü şahane oynamıyor, aynı zamanda işini tutkuyla yapan adama da fevkalade can veriyor.

Beni şaşırtacak derecede. ŞOK 3. Ömer’in bu sahnedeki halleri efsaneydi evet, ama Defne’nin tüylerini diken diken ederken, muzip VE sahici olmayı aynı anda fevkalade kotardığı için. Sadece cilveleşmeye kaykılabilecek o sahneyi, içindeki hareketi çıkarıp “Ömer’den aşkın tarifi” olarak da servis edebilirsiniz mesela. Hikaye yapısında daha az önemli gibi görünen, genelde kısa, aralara serpiştirilmiş, dikkat çekmeyen bu gibi detaylar benim için hikayeyi iyiden mükemmele taşıyan şeyler işte. (Muhtemelen sadece bana) bir Don Draper göz kırpışı attıktan sonra, kreatiflere 3 masa öteden bağırmayı bırakıp toplantıya geçmeye karar veren Ömer, Defne ile Sinan’ı da odaya alınca burada göreceğimiz temel şeyin bir takım edalar, işveler, bakışlar, göz süzüşler olduğunu zannettim önce ben de herkes gibi. Körkütük AŞIQ adam, sevdiğinin gül cemali karşısında yine eriyecek; iş güç yapamaz, ne dediğini bilemez hale gelecekti. Ama Ömer devam etti, üstelik baş ucundaki ilham perisinin cazibesine ek olarak, tepesinde kıkır kıkır kıkırdayan ortağına rağmen. İçinde fırtına koparken bile profesyonelliğini bozmayan, pür dikkat kendini vererek işine bakan Ömer İplikçi KALP ben!

Ömer karakter itibariyle sadece esas oğlan değil, bu markanın yaratıcısı, baş tasarımcısı. Ve belki bugün bu yönünü bu kadar net ilk kez gördük. Görmeyebilirdik de, diyorum ben. Çünkü standart bir hikayede Ömer çok rahat “azimli, dediği dedik, işkolik, bu sayede sıfırdan dev bir marka var etmiş” iki boyutlu bir “patron” karakter olurdu. Zaman içinde aşk ile kabuğunun nasıl çatladığını, yüzünü nihayet işinden başka bir şeye döndürmeye başlamasını izlerdik. Ama Ömer o adam değil. İçindeki taştan adamı aşkı ile yontmuyor; içinde zaten var olan tutkulu karaktere aşkını da katıyor, aşkını kendine katıyor, kendini (ve kendindeki değerli olan her şeyi) ikinci plana atmadan. Böyle “bütün” bir karakter benim için “aşık Ömer”den çok daha etkileyici işte. Romantizme olan aşkım büyük; zekaya, onun iyi yazılıp çizilmişine ve oynanmışına ise aşkım DEV. Bu noktada hem repliklerin, kurgunun, hem de oyunculuğun hedefi 12’den vurduğunu da belirtmek gerek.

Bir tasarımcının, yaratıcı insanın kullanması icap eden dilde konuştuğunu görmeyi neredeyse çölde serap görmeye benzetecek kadar kötü örneğe rastladım ben; üstüne bir de sektörün yabancısı olmayışım ve kılı kırk yaran bir deli olmam eklenince benim için Türk dizilerinde hayat zor. Ve fakat esas oğlan bu sahneleri sanki kafasının bir yerinde sürekli mükemmel ayakkabının ruhunu tanımlamaya çalışıyormuşçasına, veya her gün kreatif ekiple brainstorming yapıyormuşçasına iyi oynuyor. (Bu ara ara hep dikkatimi çeken, bu bölüm iyice fark ettiğim bir detay). Uzmanlığınız olmayan alanın uzmanı gibi rol yapmak, aşık rolü yapmaktan bile zor bence – ve bunu başarıyor, gerçekten tebrik.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER