Her şey Amanos destanından önce başlamıştı. Uzun yıllar
obaya hükmeden Süleyman Şah vaktinin azaldığını hissediyordu ama yapılacak
işler hiç azalmıyordu. Son nefesine kadar Kayı’ya, Oğuz’a, Selçuklu’ya ve
nerede bir mazlum varsa ona hizmet etmesi gerektiğini kabulleneli yıllar
olmuştu. Hakka yolculuk değildi mesele... Mesele, bunca emeğin heba
olmamasıydı. Allah ona fetihi de onun getirdiği şanı da nasip etmişti. Şimdi
son bir görevi daha vardı. Yıllardır Kayı’yı bir harç gibi bir arada tutan
Süleyman Şah o harcı şimdi Oğuz boylarına da vurmalıydı.
Gündoğdu babasından aldığı tavsiyeyle Selcan’ın çadırına
gitmiş ama onu bulamamıştı. Oba dışında onu ararken Titus’un okuna hedef olsa
da Selcan’ın kendini siper etmesiyle yaralanmadan kurtulmuştu. Zalim bir kez daha
tüm avantajlar elindeyken çıkmıştı karşılarına. Ne pusatı yanındaydı ne de
zırhı. Titus da her zamanki gibi mertliği yanında getirmemişti. Yayını gerdi,
hedefini aldı ve oku bıraktı. Bir omuz hareketiyle Gündoğdu oktan kurtulurken
tarihteki ilk Neo da ortaya çıkmış oldu. Titus geri çekilmek zorunda kaldı ama
tabii ki bu işin peşini bırakmayacaktı.
Biz size küstük.
Selcan Hatun’un yediği ok hayatını kurtarıyordu. Günlerce
bilinçsiz yatacaktı ama hem kocasının hem de yakınlarının gönlüne tekrar girdi.
Gökçe bin pişmandı. Daha önce ablasına saydığı laflar aklına geldikçe
pişmanlığı da derinleşiyor. Derinleşen pişmanlığı bambaşka yaraları tekrar
açıyordu. Gündoğdu ise adeta sağır bir odaya düştü. Dışı sessizdi ama içi...
Kimse duyamıyordu. Yine de her şey kötü değildi. Bebek hala yaşıyordu. Üstelik
yola çıkmadan hemen önce Süleyman Şah bebeğin haberini de almıştı. Yaradan onu
yanına almadan önce torun sevgisini de tattırmış oldu.
Yola çıkacak olanlar sadece Süleyman Şah ve adamları
değildi. Arabi Hazretleri için de yol vaktiydi. Ertuğrul ile helalleşmeleri
izleyen herkesin içini ısıttı. Arabi hazretleri olanda olmayanı, olmayanda
olanı görme yetisine sahipti. Kayı obası sıkıntıları görürken o İslam aleminde
yeni bir dirilişin sancılarını görüyordu. Artık Ertuğrul’a ait olan sandıkta da
mutlaka sadece onun görebildiği bir şeyler vardı. Emanet, Ertuğrul’a aitti.
Fakat ona sahip olabilmesi için biraz daha pişmesi gerekiyordu. Arabi
Hazretlerinin de dediği gibi vakti geldiğinde sandık Ertuğrul’a açılacaktı.
Sabah olup yol göründüğünde herkeste bir heyecan, Hayme
Ana’da ise hüzün vardı. Kolay değil kaç yıllık hayat arkadaşı, eşi gidiyordu ve
dönmeyecekti. Bu onun içinde bir histi ama Süleyman Şah beylik yüzüğünü ona
verince oracıkta emin oldu. Bey hatunu olmak kolay değil. Göz göre göre gidiyor
olsa da ne hıçkıra hıçkıra ağlayabilir ne de doya doya sarılabilirdi. Sadece
izledi. İçinden geçenleri ise kimse bilmedi.
Adamda uyku mu bıraktınız!
"Su uyur, düşman uyumaz" sanırım en eski sözlerden biri. Titus
yine planlar peşindeydi. Kalesi dağılmış, Halep teşkilatı çökmüş, engellemek
istediği evliliklere karşı koyamamış, üstadlarını koruyamamış, yeni bir haçlı
seferi başlatamamıştı ama bu kadar başarısızlığa rağmen halen uğraşmaya devam
ediyordu. Oğuz boylarının toplanacağı haberi iştahını kabartmıştı. Biri yarın
ölecekmiş gibi davranıyor diğeri hiç ölmeyeceğini zannediyordu. “Müslümanlar
birlikte hareket etmeyi öğrenirse hepimizin sonu olur” derken bin yıllık bir
tespit yaptığının son derece farkındaydı. Ürkütücü olan da buydu zaten.
Oba büyüyor, büyüdükçe güçleniyordu. Güçlü kalmanın o gün de
bugün de en büyük şartı ekonomi. Hazır Kayı kilimlerinin methi de bütün
coğrafyaya yayılmışken daha çok çalışmanın vaktiydi. Hayme Ana sorumluluğu
Halime’ye verdi. Hem yeni gelindi hem de bu işlerden anlıyordu. Fakat bunu
Gökçe’yi çiğneyerek yapması üzücüydü. Aslında çiğnemedi ama Gökçe’nin böyle
hissetmesinden daha doğal bir şey yoktu. İçinde derin bir yara, aklı
ablasındayken bu bardağı taşıran son damla oldu. Tüm hıncını Halime’den çıkardı
da Halime yine ses etmedi. Bu da zaten başlı başına bir bey hatunu olmanın
alametiydi. Gökçe canını yaktıkça sustu. Sustukça gözümüzde yüceldi Halime
sultan. Helal olsun ona...
Günler süren yolculuğun ardından Süleyman Şah nihayet
kervansaraya vardı. O ne güzel karşılamaydı öyle! O nasıl bir gurur anıydı! Tüm
Oğuz boylarının hürmeti sonsuzdu. Sadece ona değil, oğullarına da... Yıllar
yılı itilen, kakılan bir göçebe boyken şimdi Selçuklu Sultanı sevgisi ve
saygısını yolluyordu. Bir an için dahi kibre kapılmadı. Zira tevazu alpliğin
mayasındandı.
Ben dedelerle sohbete gidiyorum siz gelmeyin sıkılırsınız.
Kervansaray’da Ak Sakallılar’ın Ertuğrul ile görüşmesi
gerçek bir sürprizdi. Afşin bey aracılık etti ama içeriye girmedi. Koskoca eski
Selçuklu komutanının makamının yetmediği bir yerdi burası. Ertuğrul’u karanlık
bir odada üç Ak Sakallı karşıladı. Biz sorulara cevaplar ararken onların
sorularına cevap verir halde bulduk kendimizi. Onlar konuşmaya başladığında ise
duymamıza yapım izin vermedi. Tıpkı sandık meselesi gibi ortaya kondu ama içi
açılmadı. Sırlar gelecek sezona kaldı.
Süleyman Şah boyunun geleceğini de düşünmek zorundaydı.
Aslında çoktandır kararını vermişti. Ertuğrul’u yanına çağırttı ve Kayı’yı
olması gerektiği gibi ona emanet etti. Öyle güzel şeyler söyledi ki bir evladın
yaşayabileceği daha gururlu bir an yok. Gündoğdu kendince yürüttüğü bu
mücadeleyi kaybetmişti. Fakat bu yenilgiyi ne kadar kabullenecek işte soru
buydu. Süleyman Şah’a göre problem yoktu ama tarih farklı şeyler söyleyecekti.
Nihayet Oğuz toyu kuruldu. Selçuklu atabeyi, Sultan
Alaaddin’in beklentilerini söyledi ama pek de taraftar bulamadı. Boylar haklı
olarak isyandaydı. Yıllardır kendilerine değer verilmemişken şimdi Moğollara
karşı kurban edilmek istemiyorlardı. En azından onlar durumu böyle görüyordu.
Süleyman Şah, Oğuz toyuna da damgasını vurdu. Ahvali iyice açıkladı ve
kendilerine düşen görevi de söyledi. Ertuğrul da devreye girince toy olması
gerektiği gibi sonuçlandı. Selçuklu Atabeyi yanılmıyordu. Tarih Süleyman Şah’ı
yazdı.
Bir sürpriz olarak Bamsı.
Titus kervansaraya kadar Süleyman Şah’ı takip etmiş, içeriye
de bir şekilde adam sokmasını becermişti. Beceremediği şey ise yeterince iyi
saklanamamaktı. Ertuğrul ve alpleri, Afşin beyle beraber yıldırım gibi çöktüler
üstlerine. Koca bir sezon boyunca beklediğimiz o karşılaşma ikinci kez
gerçekleşti. Titus ve Ertuğrul karşı karşıyaydı. Gerçekten yürekleri ağza
getiren bir dövüş oldu. İki tarafta kılıçta ne kadar hünerli olduğunu gösterdi
ama bir tarafın bileğinde farklı bir kuvvet vardı. Titus’un önce kılıcını
elinden aldı, sonra bıçağını elinden aldı ve en sonunda dizlerinin üstüne
çökertti. Abisine söz vermişti. Titus’u ona sunacaktı. Bu sözünü de tuttu.
Gündoğdu tek bir kılıç darbesiyle Titus’un kellesini aldı. Üstadından sonra
onun da omuzları başsız kaldı. Kayı da kelle almak bir gelenek haline geliyordu
ve bir büyük kötü daha Kayı yükselirken yere düşüyordu.
Artık yollarını gözleyenleri bekletmek olmazdı. Yola
çıktılar. Yolda ne olacağını hepimiz biliyorduk. Fırat’ın kıyısına
geldiklerinde başlayan kuş sesinin Süleyman Şah için olduğu belliydi. Son bir
kez yeşile, göğe baktı ve son bir kez kuşları dinledi. Öyle güzel şükretti ki
son anlarındaki bu şükre gıptayla bakmayacak müslüman yoktur. Suya atını sürdü.
At gitmek istemedi ama Süleyman Şah gitmek istedi ve sudan geçerken düştü.
Oğulları sudan çıkarsa da daha fazla dayanamadı ve oğulları başındayken son
nefesini verdi. Koca Süleyman Şah da iki kapılı handan böyle çıktı.
Süleyman Şah’ın orijinal hikayesini biliyoruz. Akıntıya
kapılıyor ve bir daha bulunamıyor ama yapım burada güzel bir yol seçmiş.
Süleyman Şah’a çok güzel bir son nefes armağan etmişler. Akıntıya kapılan şapka
detayı da muazzam etkileyici oldu. Yerli ekranda bu tip dokunuşları görmek pek
mümkün olmuyor.
Her şeyi başlatan adam.
Cenaze namazı kılınıp defnedildikten sonra obaya dönüş benim
dahi gözlerimi doldurdu. O at boş boş yürüdüğü her an içime battı. Deli Demir
durumu hemen anladı. Yükü, deliliğe vuramayacak kadar ağırdı. Bir yerde çöktü
kaldı. Haberi alan Gökçe teselliyi yine Halime’de buldu. Zira farkında olmasa
da, istemese de o da Halime’yi kabullenmeye başlamıştı. Hayme Ana ise resmen
yüreğimizi sızlattı. Süleyman Şah’ın nasıl uçmağ vardığını rüyasında görmüş
olsa dahi haberi bir kaç saniye daha geç almak için dışarı çıkmadı. Evlatlarını
görmeden kesinleşmiş bir şey olmayacaktı ve o bir kaç saniyeye dahi ihtiyacı
vardı.
Oğulları ayağına geldiğinde yine yıkılmadı. Yine dimdik
ayakta durdu. Bu yük yere bırakılıp iki nefes alınabilecek bir yük değildi.
Süleyman Şah nasıl bir ömür taşıdıysa bey hatunu olarak o da bir ömür
taşıyacaktı. Öyle de yaptı.
Yasımız vardı ama oba da başsız kalamazdı. Bir toy da Kayı’da
toplandı. Vekalet Hayme Ana’daydı ve baş köşeye o oturdu. Öyle bir konuşma
yaptı ki hani Roma’yı alacağız dese peşinden gidersiniz. Ertuğrul’un bileği
babasına çekmiş ama babasını aşan diğer meziyetleri belli ki anasına çekmiş. Gazamız
mübarek ola. Şimdi Moğollar düşünsün...
Yeni sezonda önümüzde bölünecek bir boy, Anadolu’ya bir göç
ve bolca Moğollar var. Tabii ki bunların hepsi sebepten öteye geçmeyecek. Sonuç
ise çoktan belli. Koca bir sezon Osmanlı tohumunun açmaya başlamasını
izleyeceğiz. Yani çok çok keyifli bir sezon bizleri bekliyor.
Sezon finalinde diziden ayrılan Süleyman Şah karakterine
hayat vermiş Serdar Gökhan ve Taytıs karakterine hayat vermiş Serdar Deniz’in
yolları açık olsun. Bu dizi her akla geldiğinde mutlaka onlar da hatırlanacak.
Gelecek sezon görüşürüz.