Çok çektik
geçen bölüm çok. Öyle böyle değil, fena çektik. Ne çektiğimizi bir biz biliriz
bir de Allah. “Daha fazla takatim kalmadı” dediğim noktaya kadar geldik. Bu
yüzden Diriliş ‘Ertuğrul’ 22. Bölüm’den oldukça umutluydum. Nitekim sonunda
yağlarımız da eridi ama o noktaya varmak yine kolay olmadı.
Kurdoğlu
hemen her işi halletti de Tapınakçıların işi hala duruyordu. Doğal olarak soluğu
Halime’nin yanında aldı. Burada dikkatimi çeken şey kimsenin Kurdoğlu’nu
sevmemesine rağmen onun verdiği her selamın karşılık bulmasıydı. Korku tam
olarak böyle bir şey işte. Halime’ye sandık için her türlü baskıyı yaptı ama
Halime’nin vermeyeceği oldukça aşikardı. Ertuğrul’un hatunu zalimin zulmüne boyun
eğer mi hiç?
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım! Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!
Turgut eli
kanlı gelince bir an olsun tereddüt etmedim desem yalan olur. Fakat tüm
adamlarının ölmesine rağmen tek başına Süleyman Şah ve ailesini öldürmüş olması
fikri çok saçmaydı. Bir şeylerin döndüğü açıkça belliydi ama bu saçma duruma
Kurdoğlu’nun hemen inanması yerinde bir tavır oldu. Zira inanmak isteyen bir
adamı hiçbir şey durduramaz.
Sonrasında
Halime’yi konuşturmak için Kurdoğlu’nun Turgut’u kullanmaya çalışması doğaldı
da Turgut’un uzun uzun elinde bıçak Halime’ye bakması ne yazık ki pek doğal
değildi. Seyirci zaten bir önceki sahnede “herkes öldü” hikayesinden Turgut’un
tarafını anlamıştı. Bu yüzden sahne istenilen gerilimi seyirciye yansıtamadı.
Kurdoğlu
için işler çoktan kötüye gitmeye başlamıştı ama Ertuğrul’un toy istediği
haberiyle gidişata ancak aymış oldu. Üstelik haber herkesin ortasında gelince Kurdoğlu’nun
toyu toplamaktan başka çaresi kalmadı. Fakat eli de armut toplamayacak tabii...
Şüphelendiği herkesin peşine adam taktı. İyi bir istihbaratçı olabilirmiş ama
iyi bir devlet adamı olmaktan çok uzak.
Dizi dizi inciyim, zincirlemede birinciyim.
Ertuğrullar
ise uzun uzun adam tepelediler. Önce Kurdoğlu’nun, Süleyman Şah’ın infazı
sırasında ölen alpleri aldırmak için yolladığı adamları tepelediler. Sonra da
zamanda geriye giderek Süleyman Şah’ı kurtarmak için bir dolu adam tepelediler.
Aksiyon sahneleri bakımından oldukça zengin bir bölüm oldu. Deli Demir’e dövüş
sahneleri gerçekten yakışıyor. Hele bacıların kavgaya karışmalarını keyifle
izledim. Aykız’ın attığı tekme hala gözümün önünde. Kız sen Sparta’nın
neresindensin?
Tüm o adam
tepelemelerin sonunda bir tapınakçı kaçmayı başardı ve böylece Amanos neler
olduğunu kısa sürede öğrendi. Tabii haberler hiç hoşlarına gitmedi ve derhal
her şeyi Kurdoğlu’na ilettiler. Fakat onlar için esas mesele Ömer. Hem onun
Ertuğrul’a yardım ettiğini bilen tapınakçıyı öldürdü hem de Kardinal ve
Petruggio arasına nifak tohumunu ekti. Üstelik bunu tek kelime yalan söylemeden yaptı.
Gerçekten etkileyiciydi. Daha etkileyici olansa Ömer’e destek veren bir diğer
tapınak şövalyesiydi. Sahiden o kimin adamı?.
Petruggio
olanca hırsını yeğeni İsadora’dan çıkarttı. O kadar beklemiş olması bile beni
şaşırttı doğrusu. İsadora son anda amcasını bıçaklamasa neredeyse hiçbir işe
yaramadan gitmiş olacaktı. Fakat acemi ya bıçağı sokup öylece duruyor.
Afro-Amerikalı bıçaklama tarzını biri öğretmiş olsaydı Petruggio’dan da
kurtulmuş olacaktık. Böyle 5-6 saniye içinde 10-15 darbe birden hızlı hızlı indirmeliydi.
Neyse içeri düştü ya artık birileri öğretir. Her ne kadar ipli celladını görmüş
olsak da bir insan boğulurken o şekilde bağıramaz. Var o işte de bir iş...
Kurdoğlu’nun
iç sesini daha önce duymuş muyduk hatırlayamıyorum ama bu bölümdeki iç sesi
gerçekten de güzel bir ayrıntı oldu. En kötü insanlar dahi yaptıkları
kötülüklere karşı iyi bir amaç veya iyi bir neden bulurlar. Yani insan doğuştan
iyi olmaya yönelmiştir. Ortaya çıkan tüm karışıklık seçilen yöntemlerden
kaynaklanıyor. Kurdoğlu da kendisini sorgularken tam olarak bunu yapıyordu.
Siz karışmayın Selcan Hatun bendeeee...
Tüm bunlar
olurken Halime Sultan çadırında öylece otururken bulduk. Sonrasında ebe geldi
ve Selcan Hatun’un yaptığı şeytani kötülüklerden bildiklerini bir bir ona
anlattı. Bir şekilde Selcan Hatun’un yaptıklarının ortaya çıkması gerekiyordu.
Zira sen ne kadar uzağa kaçarsan kaç geçmişte yaptıkların yakanı kolay kolay
bırakmaz. Hesaplaşıp, hesabı fazlasıyla ödemeden hiçbir defter kolay kolay
kapanmaz.
Fakat Selcan
Hatun’un ileride başına gelebilecekler yanında en ufak derdi bu olabilir. Zira
bir de Kurdoğlu’nun bildikleri var ki vay, vay, vay... Yine de Selcan
Hatun’da bir şeyler varmış ki Arabi Hazretleri o şeyi gördü ve Selcan Hatun’un
yolunu aydınlattı. Vallahi Selcan Hatun’u kıskanmadım desem yalan olur.
Kanka bakma dağınık gibi durduğuna modeli öyle.
Ertuğrul ve
sürülenler güzel bir plan yapmıştı ama Amanos’un yolladığı haberci Ertuğrul’dan
daha önce obaya geldi. Sahne ilk anda her ne kadar tedirgin edici olsa da
Ertuğrul’un tapınakçıları tepelerken kaçan tek adamı hesaba katacağını
düşünüyordum. Kurdoğlu ise haberi alır almaz Turgut ve Halime’yi tapınakçılara
yollayarak en büyük hatayı yaptı. Halime’yi kendi elleriyle obanın dışına
çıkarmış. Sonuçta da Bamsı ve Doğan’ın sayesinde ikisi de kurtuldu.
Aslında her
ne kadar Ertuğrul’dan o adamı hesaba katmasını beklesem de bu bir plandan çok
tesadüftü. Zira Kurdoğlu Halime’yi çok daha tehlikeli şekillerde şantaj olarak
kullanabilirdi. Bu açıdan bakınca Turgutların obadan gönderilmesi ve Bamsılar
tarafından kurtarılması ne yazık ki amaçsız bir sahneden öteye geçmiyor.
Ertuğrul’un bunu gerçekten de planladığına dair net bir ipucu görseydik o zaman
taşlar yerine oturmuş olurdu. Eksik olan buydu.
Vakit geldi.
Ertuğrul tek başına obaya gitti. Her zamanki yerine kuruldu ve toy başladı.
Kurdoğlu o kadar çok ihanet etmiş ki Ertuğrul sayarken “ha onu da yapmıştı”, “evet
bunu da yapmıştı” dediğim anlar oldu. Gerçekten müthiş keyifli anlardı.
Kurdoğlu tekrar kaba kuvvete başvurmaya kalktığı anda saklanan kılıç da
yerinden çıktı ve Kurdoğlu’nun hakimiyetine son verdi.
Uzun
zamandır bu anı beklediğimiz için yağları erimeyen yoktur herhalde. Ertuğrul’un
Kurdoğlu’nu bağlatıp babasının ayaklarının dibine yatırması ise pek hoş olmadı.
Tamam sen koskoca Ertuğrul’sun biz bir gariban Samed’iz de ‘hayırlı evlat’
kavramının çıtasını bu kadar yükseltmen hiç iyi bir şey değil. İnsan kötü
hissediyor sonra...
Varam da bi Kurdoğlu'nun ümüğüne çökem.
Şaka bir yana her doğuş sancılı geçer ama Osmanlı'nın doğuşu gibi sancılı geçeni herhalde pek azdır. Bu beladan sonra Ertuğrul'un atacağı her adımın sarsıntısı giderek daha da uzaklardan hissedilecek ve gün gelecek onun soyundan gelenlerin atacağı adımlar üç kıtayı birden sarsacak. Biraz coştum galiba. Olur öyle...
Final
sahnesi her ne kadar keyiflenmemize sebep olduysa da bazı sıkıntıları da yok
değil. Kurdoğlu rüyalarına girecek kadar korktuğu adamı 4-5 alple
durdurabileceğini düşünecek kadar saf bir adam değil. Evet o sahneye illa bir
çözüm gerekiyordu ve yapım bu yolu uygun görmüş ama Kurdoğlu karakterinin
özelliklerine ters düşen bir son oldu.
İlk toyun
içinde beyleri saran alpler vardı. Bu toyda da olabilirdi. Üstelik alpler
Kurdoğlu başa geçti geçeli seyircinin canını öyle sıktı ki toyda Ertuğrul’dan
yana çıkıp kendilerini affettirmiş olurlardı. Yapımın seçtiği yolda alpleri
seyirciye nasıl affettireceklerini gerçekten merak ediyorum. Açıkçası yapım, ‘Kurdoğlu’ndan
beklenmeyecek tedbirsizlik’ yolunu seçerek biraz kolaya kaçmış. Uzun maratonlarda
bu tip şeylerin olması doğaldır. Umarım gelecek bölümlerde alışkanlık haline gelmez.
Her şeye
rağmen başta da dediğim gibi Diriliş ‘Ertuğrul’ 22. Bölüm keyiften yağlarımızı
eritti. Fragman’dan anladığım kadarıyla gelecek bölüm çok daha heyecanlı olacak.
Haftaya görüşürüz.