“Bir de şartlar ne olursa olsun kadınlar birbirine destek olmalılar bence.”

Dizide sunulan anne-kız ilişkileri çok kıymetli. Bir tarafta çocuklarını prensipleriyle yetiştiren, kontrol manyağı, idealist eğitimci Kıvılcım ve sevdiklerine verdiği karşılıksız güven; diğer tarafta nitelikte farklı nicelikte benzer köşelere sahip, gelenekçi, cinsiyetçi Pembe ve oğullarına gösterip kızına gösteremediği saygı… Doğa’nın birçok hareketini şaşkınlıkla karışık bir üzüntüyle izliyorum. Fatih’le olan ilişkilerinin çok toksik olduğu aşikâr. Buna rağmen bu çiftin bu kadar çok seveninin olması beni telaşlandırıyor. Zira Fatih’in manipülatif gücü öyle yabana atılabilecek, iyi niyetli diye görmezden gelinebilecek seviyede değil. Doğa’nın ağızlarının tadı kaçmasın diye her şeyi affetmesi ve alttan alması, kocası ve kocasının ailesi arasında bir köprü görevi görmeye çalışması; özellikle ilk bölümlerde izlemesi çok keyifsiz bir hale bürünüyor. Çok fazla absürt başlık var zira. Gelinlik meselesinden tutun kadın doktora, kiliseye mum dikmeye, bebeğe koyulacak isimden selfie paylaşmaya, domuzlu duvar kağıdına kadar Doğa’nın maruz bırakılmadığı saçmalık kalmadı. Bu yaşına kadar mücadele vermesini gerektirmeyen bir ortamda olduğu için de kendini bulması, içinde bulunduğu durumu idrak etmesi ve tepki göstermesi biraz zaman aldı. Doğa’nın dönüşümünü izlemek keyifli. Fatih ise ailesinin yanında başka, Doğa’nın yanında bambaşka biri. Bence değişime en kapalı karakter de kendisi.

“Aşk bir görme kusurudur.”


Aslında Doğa’nın 20 yaşında hamile kalıp evlenmek gibi bir maceranın içine çok düşünmeden atılabilmesi de bir anlamda Kıvılcım’ın sayesinde. Çünkü o özgürlük ortamını kızlarına sağlamamış olsaydı, her ne yaparlarsa yapsınlar arkalarında olacağını bir şekilde hissettirmeseydi Doğa’nın böyle bir risk alacak cesareti olmazdı. Dostluk temeline yerleştirilen bu ikili ilişkilerin varlığı da aslında güçlü olmanın, kendi ayaklarının üstünde durmanın ve tüm bunları böyle bir toplumda yapabilmenin önemini ince ince işliyor. Bu yüzden Kıvılcım Doğa’ya dönüp “Her zaman dönecek bir evin olduğunu bil” dediğinde çok duygulanıyorsunuz.


Kıvılcım ve Ömer ilişkisini de büyük keyifle izliyorum. Evlenme teklifine giden yolda biraz hızlı aksiyon alındığını düşünmekle birlikte Kıvılcım’ın çok büyük dönüşümler yaşadığına inanmıyorum. Olgun, ne düşündüğünü bilen yetişkin karakterleri ilişki içerisinde izlemek, düzgün ve seviyeli tartışmalarına şahit olmak hoşuma gidiyor. Zaten Çimen ve Metehan’ı da dahil edersek baya iyi bir dörtlü oldular. Ömer’in her olayda Kıvılcım’ı bir yere davet etmesi, Kıvılcım’ın da her seferinde tatlı tatlı kabul etmesi ne güzeldi. Umarım bu ilişkiyi ciddi sorunlarla bozmaya kalkmazlar çünkü favori çiftim ilk bölümden beri kendileri. ^^ Sadece şu noktayı pek anlamlandıramadım. Ömer ve içki mevzusu nedir yahu? Biz bu adamı ilk bölümlerde içerken görmedik mi zaten? Sonradan bahsi açılan, Aa bu adam içmiyor muymuş?” farkındalığı nedendi? Bana daha ziyade Ömer araba kullanacağı zamanlarda içmekten kaçınıyor gibi geldi. Bu kısma bir netlik getirebilir misiniz sayın senaristler?


Ship.

" style="font-size:medium;font-style:normal;margin:0cm;font-family:"Times New Roman", serif">

Çok ciddi meselelerden çok önemli biriymişim gibi uzun uzun bahsettiğim için dizinin biraz daha geyik kısmına geçiş yapıyorum. Bir kere dizinin komedi kısmı çok yerinde. Sürekli dram ve aile kavgası izletmiyor. Neden bilmiyorum ama nasıl bir coşkuyla anlatıyorsam son zamanlarda bir sürü arkadaşımın Kızılcık Şerbeti izlemeye başlamasına vesile oldum. Dizi istemsiz olarak sürekli dedikodu malzemesi çıkarıyor. Tabii arkadaş arası sohbetler, burada dile getiremeyeceğim bazı name-drop’lardan ve büyük ölçüde öznel yargılardan oluşuyor. Mesela Alev’e her bölüm istisnasız gülüyorum. Ayrıca Ünal’ların dillerinden düşürmemesinden dolayı her şeye “Hamdolsun” diye cevap vermeye başladım. Dizinin YouTube’daki bölümlerinin altındaki izleyici yorumlarını okumak da çok eğlenceli. Bir bölümün altında birisi Fatih için “Madem bu kadar tutucuydun, gidip halanın kızıyla evlenseydin” yazmış. Buna da çok güldüm.


Kızılcık Şerbeti’yle ilgili gördüğüm en haklı analiz, diziyi izlemeye başlayan kimsenin bırakamadığıydı. Evet! Nasıl? Böyle hikâyelerin seyir zevki ilginç bir şekilde çok yüksek fakat “E siz siyaset konuşmadan nasıl yaşıyorsunuz?!” sorusu da aklımdan hiç çıkmıyor. Nursema-Umut ilişkisine yabancılaşmam da bu yüzden, Alev’in Abdullah’a olan ilgisini biraz garipsemem de. Hatta Kıvılcım ve Ömer konusunda da bazı çekincelerim var ama dile getiremiyorum. Çünkü güncel Türkiye şartlarında bu tarz hayatların siyasetten bağımsız işlenmesi gerçekçi değil. Ama işte dizi. (Neyse ki Twitter’da Kızılcık Şerbeti – seçim soslu tarikat mensupluğu flood’ları var.)


Gelinleri zemzem suyunu shot atınca Ünal ailesi.


Bu konuda dizinin getirdiği bir diğer yenilik de mağdur edebiyatına neredeyse hiç yer verilmemesi. Bunu pek tabii bazı İslamcı sayfalar farklı yorumluyor olabilir ama şahsen merkez-çevre ilişkilerinin yeniden düzenlendiği, başörtülü karakterlerin de zengin, eğitimli ve kültürlü olabildiği bir atmosferde geçen bir hikâye izlemek benim hoşuma gidiyor. Aksi, bugünün Türkiye’sinde artık pek geçerli değil çünkü.


Sözlerimi noktalamadan önce, Grey’s Anatomy’den sonra ilk kez bir dizide COVID lafının geçtiğini duyduğumu, böylece Kızılcık Şerbeti’nin her haliyle çağının ötesinde bir iş olduğunun da kanıtlandığını belirtmek isterim. Benim fangirling seviyesi bir süredir buralarda bir yerde maalesef. Önümüzdeki haftalarda yazmaya devam eder miyim bilmiyorum, fakat hayatımın zor dönemlerinden birinde kafamı boşaltacak bir hikâye verdikleri için tüm ekibe teşekkür ediyorum.


Sevgiler, sağlıklı günler...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER