Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar demiş Tolstoy: Ya bir insan yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir…
Taşacak Bu Deniz’de ise işler biraz tersine akıyor. Karadeniz’in doğası gibi; her şey biraz tersinden, biraz delişmen ilerliyor. Adil ile Esme’nin yarım kalan hikâyesi, Rum kızı Eleni’nin Furtuna Köyü’ne gelişiyle yeniden alevlenirken, Koçariler ve Furtunalar birbirine karışıyor. Kendini hatırlayan sevdalar, cesaretini toplamaya çalışan yürekler ve yeni sevdalara aralanan gözler… Hepsi iki düşman ailenin ortasında, çıkışsız bir labirentin içinde bekliyor.
Fırtınalar ve Koçariler, geçmişten gelen bir düşmanlıkla ikiye ayrılmış topluluklar. İzleyiciyi en çok meraklandıran ise bu düşmanlığın kökeni. Düşmanlıklar genelde iki şekilde başlar ya aşıklar kavuşamaz ya da topraklar bölüşülemez. Şu an için bize verilen ise sadece iki aile arasındaki kan davası; sebebi hâlâ muamma. Bu bilinmezlikte, diziyi izlerken merak ve heyecan duygusunu izleyicide sürekli diri tutuyor.
Esme ile Adil, bu düşmanlığın arasından aşkla sıyrılıp kendi dünyalarını yaşamak için çıktıkları yolda, paramparça ayrılmak zorunda kalan iki sevdalı. Sırlar, yalanlar, kurulan tuzaklar ve ayrılan yolların yıllar sonra şehre gelen yabancıyla kendini hatırlatması, Furtuna’yı sarsan, Adil’in kalbini parçalayan ama her şeye rağmen Esme’ye hayat veren bir umut olacak. Adil ile Esme’nin hikâyesi, kaldığı yerden olmasa da şehre gelen yabancının gelişiyle yeniden sorgulanacak...
Taşacak Bu Deniz, erkek egemen bir hikâye gibi görünse de güçlü kadınlara yer verilmiş bir hikâye. Esme, Eleni ve Fadime… Erkek egemen bir köylünün içinde dik duran, ezilmeyen, gururundan ödün vermeyen Esme. Yaşadığı onca şeye rağmen affeden, empati kuran, kendinden ödün vermeyen, ölümlerden dönmesine rağmen iyiliği elinden bırakmayan Eleni. Ayağında çizmesi, Furtuna erkeklerine taş çıkaran cesareti ve kalbinde merhameti ile tam bir Koçari kadını olan Fadime.
Karadeniz kadınları… Sert rüzgâr gibi dimdik durur, fırtınaya aldırmaz; ama deniz kadar derin bir merhamet ve bitmek bilmeyen bir direniş taşır. Her çatışmanın, her kaybın ve her sevdanın içinde dimdik ayakta durur, korkusuzca yürürler. Kadın karakterlerin bu gücü, dizinin erkek egemen temalarına karşı hassas bir denge kurarken izleyiciye Karadeniz ruhunu tüm gerçekliğiyle hissettiriyor.

Ben bir hikâye izlerken her karakteri kendi penceresinde anlar, dinler ve öyle kabullenirim. Fakat buna rağmen bu hikâyeden kendime bir taraf seçemedim. Esme’nin yalnızlığına sarılıp onunla beraber güçsüz kalıp ağlamak isterken, neden ve nasıl terk edildiğini anlamayan ama yirmi yıl geçmesine rağmen sevdasından eksilmeyen Adil’e sırt vermek istedim. Oruç’u çekip Koçarilerden almak istedim. Sonra bu bölümde Oruç’u sağlam tokatlamak istesemde, mecbur bırakıldığı şey için ona sarılmak istedim. Ama en çok Esme’ye sırdaş, yoldaş, arkadaş olmak istedim. En çok Adil’e “sevdan hep seninleydi, hiç senden gitmedi” demek istedim. Gezeple delirmek, İso'ya akıl vermek, Kocari'de tek tabanca kalan Fadime'ye arkadaş olmak istedim... Bir yağmur damlası olsam Karadeniz’e düşerdim. Hikâyenin ortasına dalıp hepsine ayrı ayrı yoldaş olmak isterdim...
Bir Karadenizli olarak, sezonun en çok beklediğim projesiydi Taşacak Bu Deniz. Pek tabii hikâyeye sıcak bakmamın bir diğer sebepleri de masanın başında Ortiller’in olması ve rejide Çağrı Bayrak imzasının yer almasıydı. Bundan olsa gerek, projenin kadrosundan da hiç şüphe etmedim. Keza karakterleri sırtlanacak oyunculara teslim edeceklerinden hiç şüphem yoktu. Öyle de oldu.
Ulaş Tuna Astepe, bir önceki projesinden zaten aşina olduğum bir oyuncu olarak, bende en çok Adil ve Tahir’i birbirinden nasıl, ne derece ayıracak sorusunu sordurmuştu. Ve eminim bu konuda çok da eleştiri almıştır; kendini tekrar edecek diye. Ve fakat o ilk bölümden Adil Koçari mührünü vurmayı başararak ona inananları da yanıltmadı. Emeklerine sağlık.
Öte yandan Deniz Baysal… O kadar emindim ki, misler gibi bir Karadeniz kızı çıkaracağına. Hiç şüphe etmedim. Ve ondan daha iyi Esme Çavuş olunur muydu, ona da pek emin değilim. Her bölüm bir önceki bölümden daha iyi Esme olacağına eminim. Esme'nin o yalnızlığını, o kırılmış, yıpranmış ama dimdik kalmış yüreğini bizlere böyle güzel verdiğin için teşekkür ederim. Yüreğine sağlık.
Sanırım beni en çok şaşırtan oyuncu Burak Yörük oldu. Hemen hemen tüm karakterlerine hakimim. Karakter çıkarma konusunda asla sorun yaşamadığını da gördüm; ancak bu kadar iyi bir Karadeniz uşağı çıkaracağını asla beklemiyordum. Sanırım ondan daha iyi Oruç Furtuna kimse olamazdı. Emeklerine sağlık.
Ava Yamam, Aytek Şayan, Erdem Şanlı, Zeynep Atılgan, Onur Dilber ve tüm oyuncular… Ayrı ayrı yazmaya kalksam övmekle bitiremeyeceğim yetenekler. Hepsi karakterlerini o kadar şahane sırtlamış ki, ilk bölümden hepsinin hikâyesine kapılıp gittim. Hepsinin iş aşkına, emeklerine sağlık.
Uzun zamandır bir diziyi bu denli yüksek konsantrasyonla ve böylesine sürekli artan bir heyecanla izlememiştim. Her bölümün, bir öncekinin üstüne bu kadar istikrarlı ve ustalıklı şekilde çıkabilmesi gerçekten etkileyici. İzleyici olarak bu süreklilik, diziye olan bağlılığı ve merakı sürekli diri tutuyor.
Ortiller’in kalemi ve Çağrı Bayrak’ın rejisi konusunda en başından beri güvenim tamdı; ancak ortaya çıkan iş, beklentilerimin de ötesine geçti. Cast tercihi ise zihnimde kurduğum tüm dengeleri üçe katlayarak aşan bir güçle sahaya yansımış.
Yazım ekibinden yönetmenliğe, oyunculardan tüm prodüksiyon ekibine kadar emeği geçen herkesi ayrı ayrı tebrik ederim. Ortaya koydukları iş disiplininin ve yaratıcılığın değeri çok net bir şekilde hissediliyor. Ayrıca dizinin jeneriğinden tutunda bölümlerde verilen tüm şarkılar içinde ayrı teşekkür ederim. Çok büyük özen, çok büyük emek.
Haftaya bol heyecanlı, belki ağlamaklı, belki rahatlamalı bir bölüm bizi bekliyor. Ben her hafta bu masadayım. Gelecek hafta bölüm yorumunda görüşmek üzere.
Sevgiyle kalın.