Öncelikle söze 41 kere MAŞALLAH (!) diyerek başlamak istiyorum. Dile kolay, Yargı hayatımıza gireli 41 bölüm olmuş. Bugün televizyondaki diğer işlere baktığımızda; 41 bölümdür listeleri zorlayan, adından söz ettiren, her hafta çok konuşulan nadir işlerinden biri oldu. Bu başarıyı günümüzde tutturmak, sürdürmek gerçekten zor. Yeri geldiğinde eleştirsek bile son iki sezonun -bence- sivrilen tek işi Yargı’dır. Başta Sema Ergenekon (ve Yargı Melekleri), Ali Bilgin, Beste Sultan Kasapoğulları olmak üzere Yargı’yı her hafta, canla başla yayına hazırlayan tüm set arkası ve kamera önü ekibinin emeğine, yüreğine sağlık. Büyük özverilerle her Pazar akşamı huzurlarımıza yeni bölümü getirmek için çalışıyorlar. Alkışların hepsi Yargı ekibine gitsin.
Bu hafta bir garip oldu. Yargı saatinde yoldaydım ve bölüme yetişemeyeceğimi sandım. Neyse ki reklamları uzun tutuyorlar da “Önceki Bölümlerde Yargı’da” başlığında verdikleri özetimsi kesitleri bile kaçırmamış oldum! İki bölümdür bu başlık altında verdikleri kesitlerde değişikliğe gittiler. Bu uygulamaya revizyon gelmesi şarttı. Özetin üzerine özetimsi kesitleri izlemek, her hafta bana jenerik izlemek kadar saçma geliyordu. Evet, yine özet şeklinde geçiyorlar; ama bu defa (anladığım kadarıyla) o bölümde hangi karakterin etkisi yoğunsa o karakterin flashback’leri şeklinde montajlayıp hatırlatma yapmaya başlamışlar. Eh, bir derece yedirilir. Geçtiğimiz hafta Burak’ın hatırlatması varken, bu hafta Yekta’nın iki sezon boyunca pik yaptığı sahneler birleştirilmişti. Bu yeni uygulamadan vazgeçmeyeceklerinin niyetini oraya koydular. Eleştirilere kulak verip; en azından özetten sonra “önceki bölümler” hatırlatması yerine, karakter hatırlatması daha çekilebilir olmuş. Umarım bu uygulama diğer dizilere sirayet etmez. Aksi hâlde özet artı 140 dakikalık dizileri izlediğimiz yetmiyormuş gibi bir de “önceki bölümlerde” olanları izlemek zorunda kalabiliriz. Yerin kulağı vardır, deyip konuyu burada kapatıyorum.

Ilgaz kamera görüntülerini izledikten sonra, Ceylin’i Eren’e emanet etti. Zaman kaybetmeden Pars’a geçmelerini söyledi. Hiç Ilgaz’a göre bir hareket değildi. Yapacaklarından korkmadım, desem yalan olur. Yapmaz, dediğimiz Ilgaz bile değişebiliyormuş. Mesleki etik kuralları Ilgaz için kanun hükmündeyken, değişebiliyormuş. Zaman içinde, koşulların gerektirmesiyle ama en çok da insan, sevdiği için değişebiliyormuş. Haluk Bey’in evine gidene kadar Ilgaz’ın böyle davranacağını tahmin edebiliyor muydunuz? Ilgaz’dan bahsediyoruz. Sırf yalan söylememek, mesleğine leke sürmemek adına savcılık makamından istifa eden Ilgaz’dan söz ediyoruz. Ilgaz bir kez daha duvarlarındaki tuğlalardan birini Ceylin için feda etti. Aşkı, sevgilisi, biricik karısı için belki de mesleği süresince ilk defa körü körüne hata yaptı.

Geçtiğimiz bölüm yorumunda; boşanmadan Çetin’le yaşadıklarından dolayı Aylin’i bir parça eleştirmiştim. Bu konuya yine aynı derecede bakıyorum. Sevgi, aşk, duygular değişken varlıklardır. Birini çok severken her şey tersine dönebilir. Yemek yemek, su içmek kadar hayatın doğal akışında olan bir durum. Ancak, saygı biterse insanlık da bitmiş demektir. Aylin’in yaşadığı olaylar hiç kolay değil. Bir evlat kaybetmek, başlı başına depresyon sebebiyken başına gelenler ayakta tutmayı güçleştiren olaylardı. Kaldı ki Osman, bir kadına yapılabilecek en büyük kötülüğü yaptı. Amcasının eşi ile karısını aldattı. Üzerine bu kadın hamile kaldı. Aylin yine de Osman’dan vazgeçmek istemedi. Ta ki bıçak kemiğe dayanana kadar. Sonrasında Aylin, Osman’dan vazgeçti. Çetin de bir şekilde bu kısımda Aylin’in hayatına girdi. Şu an için hangi amaçla girdiği şüpheli. Zira Yekta’nın ya da Burak’ın piyonu olabilir. Osman’ı veya Ceylin’i yıkmak için ellerindeki en zayıf halka olan Aylin’i gözden çıkarmış olabilirler. Bir noktada Aylin’i de suçlayamıyorum. Daha önce görmediği sevgiyi, şefkati bir erkekten görmek, beğenildiğini hissetmek ona haz veriyor. Osman’ın uzun süredir görmezden geldiği kadınlığını hissetmek istiyor. O kadar haklı ki Aylin adına üzülüyorum. Çünkü Çetin yanlış biri. Osman da kıskançlığın onu kaşımasından dolayı Çetin’in peşine düştü. Boşanma aşamasındaki karısı değere bindi. Osman “benim için” derken çok sinirlendim. Bir kadının, bir erkek adına; giyinmesi, süslenmesi, kendini iyi hissetmesi ancak o erkeğin davranışlarıyla harekete geçebilir. Bu konuda sonuna kadar Osman haksız. Fakat, nikah akdi varken ne yaşanmış olursa olsun erkek ya da kadın fark etmeksizin başkası ile görüşülmesini uygun bulmuyorum. Aylin’e kızmamın sebebi de aslında bu. Hukuk önünde haklıyken haksız pozisyona düşecek.

Osman bu defa sadece Aylin’e değil, aynı zamanda Gül’e de kendini ifade edemedi. Hoş, zaten Gül’e laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan güç. Ana kız dinlemezler. İkisinin de kafası aynı çalışıyor. Sabit fikirliler. İnsanı kırıp, döküp sonra doğru ortaya çıkınca kendilerinde onarmaya çalışıyorlar. Osman’ı azmi içi tebrik ederim. Vallahi Çetin’in foyası sayesinde ortaya çıkacak. En azından Ceylin’in kulağına kaçırdığı kar suyu işe yaradı da Çetin’i araştırmaya başladı. Fakat, Aylin içine düşen kurdu bastırma adına Çetin’i aradı. Ispanaklı börek yaptığı ve hastaneye gelmek istediğini söyledi. Salaklığına doymasın Aylin! Aklı sıra adamın yalan söyleyip söylemediğini tartacak. Çetin (ya da adı her neyse) dönerken bile Aylin gelmiyordu. Bir de ciddi ciddi kalkıp kongrenin yapıldığı otele geldi. Adam güzel tezgâh kurmuş. Ayol, hayatımda kongreye gitmesem inanacağım. Aylin’le falan tanıştırıyor. Tabii yersen. Acaba figüranlara ne kadar kaşe verdi?

Yargı’ya dahil olduğu günden bu yana Şükran Ovalı’yı ve karakterini hep bir önyargı ile izledim. Zaman geçtikçe, özellikle ikinci sezon başladığından bu yana, sanırım Derya Savcı’ya alıştım. Eskisi kadar gözümü tırmalamıyor. Şükran Ovalı, Yargı’da rol almış olmasaydı oyununu izlemek için ekstra aksiyon göstermezdim. Fikrim hâlâ sabit. Kamera açısında güzel çıkmaktan ziyade, oyuncunun sahnedeki yetenek ışığına kapılarak işleri izliyorum. Bu konuda Şükran Ovalı lütfen kusura bakmasın. Oyunculuğunun alıcısı değilim. Kesinlikle kişiliği veya insanlığı ile bir alıp veremediğim yok. Tamamen oyun gücünün ekrana yansıyan enerjisi ile alakalı. Ama, Derya hikâyenin içine ve gidişatına o kadar uyum sağladı ki bizim mahşerin dört tatlısının yanına beşinci oldu. Burada Şükran Ovalı’nın gayretini görmezden gelip hakkını yemek istemem. Sözü bu kadar niye uzattım, oraya geleyim. Derya, Pars’a iyi geliyor. Sadece Pars’a değil, bizim mahşerin geri kalan üçlüsüne de kötü gün dostu oluyor. Hâlden anlıyor. Yalan yok.

Başlarda Pars ile Derya’ya birbirine yakıştırmazdım. Zaman içinde ilişkilerinin olgunlaştığını hissediyorum. Birbirlerine yoldaş oldular. Pars’ın bu zorlu sürecinde ayakta kalmasını sağlayana kişilerden biri oldu. Mahşerin dörtlüsünün içine; aklıselim, mantıklı bir kişinin eklenmesi çok iyi oldu. Zira Ilgaz’ı da kaybettik. Ilgaz’ın Burak adına söylediği sözlere sonuna kadar katılıyorum. Şayet kişi, gerçekten karakterini olduğu gibi yansıtıyorsa seveni olduğu gibi sevmeyeni de olur. Eğer, bir kişi herkes tarafından el üzerinde tutuluyorsa durup düşünmek gerekiyor. Geçen hafta Burak’a söylediğim tüm sözleri Ilgaz’dan duydum. Olacak iş değildi. Olduğu gibi üzerindekilerle içeri girmesi, Psikopat diye adlandırdığımız kişinin Burak’a üzerindekileri çıkarması için ısrar etmemesi ve özellikle kıyafet göndermemesi şüpheli davranışlardı. Nihayet Ilgaz’ı ciddiye alıp dinlediler. Ilgaz’ın ateşlemesi, Pars’ın da alevlenmesiyle birlikte soluğu Burak’ta almaya kalkan mahşerin dört atlası, Derya’nın sayesinde kendilerine geldiler. Biri de çıkıp kaç gündür uyumadıklarını, dinlenemediklerini söyledi. O kadar haklı ki karşılarındaki zekâ küpünü fevri hareketlerle alt etmeye çalışmak hiç, ama hiç mantıklı bir hareket değildi. “Karınızın sizinle uyumaya ihtiyacı var,” dedi ya Allah Derya’dan razı olsun (bunu ben de söylemeyi beklemiyordum)! Derya demeseydi Ceylin ile Ilgaz’ı uyurken göremeyecektik. Biliyorsunuz, genellikle Ceylin uyurken Ilgaz izleyen kişi oluyordu.

Ceylin’in Ilgaz’a bıraktığı mesaj iki aşık çift için anlamlı olduğu kadar özeldi de. Ceylin, pantolonun cebine koyduğu hayat ağacı kolyesinin Ilgaz’a ulaşacağını biliyordu. Ceylin’in lügatindeki meali “Yaşıyorum, iyiyim. Sadece seni düşünerek ayakta kalıyorum,” demekti. Aşkları o kadar kuvvetli ki bir kolye bile aralarındaki iletişim bağı olabiliyor. İkisinin de lisanını sorunsuzca aktarabiliyor. İki özel ruh sözlere gereksinim duymaksızın birbirlerini anlayabiliyor. Ilgaz’ın “Sen, oradan bile beni mi düşündün?” diye sorması ve Ceylin’in “Her an tutunduğum tek umut sendin,” cevabı içimdeki çiçek bahçelerini titretti. Onlara ait bu özel ana ortak olmak oldukça kıymetliydi. Ama, bir o kadar da Ilgaz’ın durgunluğunu, içini kavuran o sıkıntıyı izlemek acı verdi. Yanlış yaptığını bildiği hâlde sevdiği kadın için ardından ne yaşayacak olursa olsun oraya, Burak’la yüzleşmeye gitmesi büyük fedakarlıktı. Evet, Ilgaz asla böyle bir şey yapacak adam değildi. Ama! Kaybetme korkusu, tüm doğrularını yok etti. Yanlışa yürüdüğünü bildiği hâlde gitti. Ceylin’in gözü dönerdi ama Ilgaz’ınki dönmezdi. Biri siyahken diğeri beyazdı. Beyaz siyaha dönemezdi. Aklına eseni yapmak Ceylin’e mahsus bir şeyken, şartlar Ilgaz’ı biçare bıraktı.

Kâbus sahnesi Yargı’da izlediğim, duygu kalitesi yüksek sahnelerden biriydi. Yaşadıkları son olay sonucunda Ilgaz’ın korkuları ve dile getiremediklerinin yansıması olarak izledik. Sahnenin mistik ve tedirgin edici bir ruhu vardı. Bu sahne biraz da gelecek bölümler için ışık niteliğinde olacak sahneydi. Çekim tekniği, sahnenin ışığı daha da ötesi ruhu anlatılmak istenen her şeyi dile getirmişti. Aslında burada Ilgaz’ın korkusunun niteliğini gözle görebildik. Tüm unsurlar bir araya gelerek çok güzel kurgulanmıştı. Sonrasında Ilgaz’ın gözünü alacakaranlıkta açması, kendine gelmeye çalışması falan iyi bağlanmıştı. Daha önce 35. bölümde Neva’nın teşhisi için gittikleri sahne aynı saatlerde çekilmişti. O sahne de sevdiğim sahnelerden biri olmuş. Keza bu sahne de öyle. İzleyicinin kâbuslarına girecek kadar iyiydi.

Geçen bölüm sonundaki ocakbaşı sefasından sonra Yekta tabii ki Laçin’in hazırladığı yemekleri yemeyecekti. Artık Laçin’e zavallı bile demek istemiyorum. Düpedüz aptallık yapıyor. Aylin bir, Laçin iki. Bu arada Haluk’tan telefonun gelmesi ile birlikte Yekta da tüm numaralarını sergilemeye başladı. Durur mu hiç? Pireyi deve yapmakta üzerine yok. Adliyede beklerken Ilgaz’ın ilk önce Ceylin’in ifadesini alma kararı Yekta’yı dürttü. İlk biz geldik ne demek? Banka kuyruğu mu bu? Oldu olacak sıra için numara alsaydı. Orada bekleyen herkesi galeyana getirme çabası, Yekta’nın kriz anlarından beslenmesinden kaynaklandığını düşünüyorum.

Sahne, Haluk’un Metin’e adliyeye gittiklerini söylemesi ile açıldı. Haluk, Metin’den ne kendisinin ne de Savcı oğlunun yapmayacağı bir davranış için istekte bulundu. Bu ben bile duymamış olayım. O derece sinirlendim. Kaldı ki Ilgaz asla böyle bir şey yapacak adam değil. “Acaba bizi biraz rahat mı bıraksalar?” kadar saçma bir cümle işitmedim. Şimdiye kadar rahattılar zaten. Metin’den Haluk’a giden incelikli mesaj gayet anlaşılırdı. Gerçekleri gayet iyi görür. Mühim olan Ilgaz’ın gerçekleri görecek olması değil. Haluk’un görmek isteyip istemeyeceği ki -bence- isteyecek bir kişiliğe sahip değil. Metin, bu yorumundan sonra adliyeye gitme hakkını kaybetti. Boşa yorulmasına gerek yoktu. Çünkü Haluk’un istediği cevabı vermemişti. Haluk bu saatten sonra büyük sıkıntı çıkaracak. Metin tez elden istifasını vermeli.