“Yanlış düşünebilir, yanlış anlayabilir veya yanlış yapabilirsin; ama yanlış hissedemezsin.”
Edith Wharton
Geçen bölüm Ilgaz ve Eren kuyulu köşke gittiklerinde Ilgaz, köşkün bahçesinde motor lastiği izi görmüştü. Sonra Çınar Burak’la arkadaşım, deyince işin rengi ortaya çıktı. Bir bakıma Çınar sayesinde köşkte aramaya başlatmaya karar verdiler. Özel harekâta, çelik yeleklerin giyilmesine falan gerek var mı, bilmiyorum. Bana anlamsız geliyor. Oldu olacak TÜM İstanbul’u peşlerine katıp gelselermiş. Rafet Amir’den ne kadar hoşlanmasam da ona hak vermedim değil. Başıma taş yağacak! Emniyetteki herkes teyakkuz hâlindeyken bir tek Rafet Amir’in emniyette kalması tam karakterine yaraşır bir hareketti (alkış emojisi). Başsavcım Pars’a “Koskoca Başsavcı hiç operasyona katılır mı?” sorusuyla verdiği ayara bile kızmadım. İşin garipliği burada da bitmiyor. Adamlar (polisler), lazer silahlarla falan köşkü arıyor. Herkes çelik yelek giymiş falan. İnanın sahneyi izlerken dikkatim dağıldı. Aşırı komiklerdi.
Kuyulu Köşk'ün planının bodrum katı var mı, diye bakıyorum
Binalar, yapılar üste çıktığı kat kadar altına da iner. Bunu bilmek için mimar olmaya gerek yok. Ezgi (@dizigiller1) ile Ece (@dogubatikarmasi) mimar olmalarına rağmen sahneyi garipsediler. Ilgaz dışında bir Allah’ın kulunun da aklına gelmiyor. O zaman ne anladım özel harekâtlı operasyondan? Sonuçta pazardan elma seçer gibi özel harekâta üye seçmiyorlardır. Eren bile “Çatı katı dahil her yere baktık. İn cin top oynuyor, bomboş. Hiçbir şey yok,” diyorsa gerisini siz düşünün. Bence Ilgaz’ı savcılık kesmiyor. MİT çalışanı olması gerekiyormuş. Adam, bodrum katının küçüklüğünden yola çıkarak odanın içini boşalttırmak istiyor, Eren hâlâ sebebini soruyor. Hakikaten pes. Onu geçtim, odanın içindeki eşyaları boşaltmak bu kadar mı uzun sürer? Eşyaları yerleştirmek bu kadar meşakkatliyse Burak içeri girdikten sonra eşyaları odaya kim yerleştirdi? Burak’a bu oyunda kimler yardım ve yataklık ediyor? Büyük ihtimalle Bıldırcın Tolga ve/veya sahte doktor Çetin’in bu işte parmağı var.
AŞK 101
Şu meşhur Doktor Çetin meğer doktor değilmiş. Osman’ın ısrarlı gayretleri sonucunda olmadığı öğrendik. Bir de zavallı Osman öğreneceğim diye 2.200 lirasından oldu. Çetin’i Aylin’in başına Yekta’nın sardığını düşünmeye başladım. Her olayda parmağı olan Yekta’nın, Çetin ile Aylin’in tanışmasında niye olmasın? Osman’ın hastanede aradığı Çetin, bir anda piyano başında Aylin’e serenat yaparken ortaya çıktı. Bu ne romantizmdir arkadaş? Koskoca bir sezon geçti Ilgaz ile Ceylin’den böyle bir romans görmedik. Boşuna dememiş büyükler “tahtını yaparsın da bahtını yapamazsın,” diye. Aylin’in ki de o hesap. Bu kafayla daha çok kırılır ve incinir. Çetin sevdasına kapılmadan önce, keşke Osman’dan boşansaydı. Bu şekilde Osman’ı aldatmış olmuyor mu? Hâlâ bir adamın soyadını taşırken, başka bir adamla ilişki yaşaması bana yanlış geliyor. Bu sadece kadın için değil, erkek için de geçerli. Sevgin biter, aşkın biter; ama aradaki saygıyı bitirmemek adına ilişkiyi noktalamak gerekir. Hür olduğunda ne istersen yap. Bu defa Aylin’in Osman’dan ne farkı kaldı?

Atlatırsın kuşum merak etme
Ilgaz’a gelen vahiyle birlikte "kurtarma operasyonu" başarılı bir şekilde tamamlandı. Tam o sırada Ceylin ve Çiğdem mahalle kavgasına girişmişlerdi. Tamam, durumu hafife almıyorum. Birkaç gün aynı hücrede aç, susuz dört kişi ve bir cesetle durmak sandığımız kadar kolay değil. Sağlam psikoloji ister. O durumda birbirlerine düşmeleri de kaçınılmazdı. Keza Burak’la Ceylin’in tanış çıkması da Çiğdem’in sinirlerini gerince ister istemez bu tabloya şahit olduk. Aynı durumu yaşasaydım çok farklı tepkiler verebilirdim. Süreç sonunda da kendime gelebilmem kesinlikle çok uzun sürerdi. Ama, sahne bizi birden müşahede odasına gönderdiğinde sanki kimse üç, dört gün mahzende kapalı kalmamıştı. Onları oradan nasıl çıkardılar? Hastaneye ne şekilde getirdiler? Bir anda bu kadar nasıl arındılar? Dahası ellerini kollarını sallayarak çıkmalarına izin mi verdiler? Onları takip etmeleri için görevlendirdikleri birileri var mı?
Burak’ın kan tutmasına değinsem mi, değinmesem mi? Bilemedim. Madem konuya girdim, o zaman birkaç kelam etmem gerekecek. Pazar akşamı bölüm sırasında Twitter’a “Az önce kan tutmuyor muydu?” diye tweet atmıştım. Bölüm içerisinde bile Burak’ı kan tutmasında şaibe vardı. Bu kanıya Burhan’ın cesedini taşırlarken vardım. Burhan’ın bir ara üzeri açılınca kan lekesi de gözüktü ve Burak zerre etkilenmemişti. Sonra, zaten bölüm sonunda gözümüze sokulan sahnede de aslında Burak’ın kandan etkilenmediğini Ilgaz’la birlikte aynı anda öğrendik. Bir yandan da düşünmüyor değilim. Burak’ın belli bir psikolojik hasarı var. Bipolar demeye dilim varmıyor. Ama çoklu kişilik bozukluğu demek daha uygun düşecektir. Bazen farklı sekanslar arası geçiş yapabilir. Örneğin bir sekansta etkilendiği olaydan, diğer sekansta etkilenmeyebilir. Yani kandan etkilenirken, diğer boyutta hiç hissetmeye de bilir. Aklıma mantık çerçevesinde oturtabileceğim bu sonuç geliyor. Ilgaz, polis memurunun burnun kanamasından yola çıkarak Burak’ın katil olduğunu kesinleştirmesi başka türlü nasıl açıklanacak merak içerisinde bekliyorum. Umarım algı ayarlarımızla fazla oynamadan bu meseleyi kotarırlar.

İlle de torunum!
Biri ne olur Gül’e susturucu taksın. Yine açtı şom ağzını, yağdırdı bedduasını. "Allah yazdıysa bozsun," ne demek? Olacağı varsa da olmayacak. Bak, bak. Her Allah’ın günü kızı tehlike içindeymiş. Ceylin de saf-ı melekti zaten. Ayol, tehlike Ceylin’in göbek adı. Çevresi dursa, Ceylin rahat durmaz. Daha bunu öğrenemediği çok belli. Gül, o torunun tırnağına hasret olsun. Kızı ile damadı çocuk için delirirken, Gül’ü dinleyeceklerini sanmıyorum. "Aman annem de torun istemiyor, yapmayalım" diyecek hâlleri yok. Anladığım kadarıyla Ilgaz ve Ceylin çoktan bu çalışmalara başlamış. Birkaç zamandır Ceylin’in hareketlerinden şüpheleniyorum. Mesela Ceylin, doğum gününde alkol almadı. Ama, ertesi gün Ilgaz’la beraber içtiler. Büyük olasılıkla o gün hamiliğe dair şüphesi vardı. Test yaptıysa ya da regl olduysa alkol kullanımını kısıtlamasına sebep kalmadı. Bu bölüm de Ceylin’in biber turşusu sevdiğini bilmesem turşuları yerken "kesin hamile" derdim.
Artık gölgemle avukatçılık oynarım
Ceylin’in bazen saflığı tutuyor. Cin gibi kadınken tutuluyor. Bak, Ilgaz Engin’e şüpheyle yaklaştığında da aynı durum olmuştu. Burak için de aynı şey oldu. Bir türlü şüpheli olabileceğini aklı almıyor. Israrla Burak’ın iyi biri olduğunu savunuyor. Şu ekipte bir kez olsun Ilgaz’ın şüphesine kulak kesilen biri olsun. Adam bugüne kadar hangi konuda şüphelense tam on ikiden vuruyor. Sadece Ilgaz’ın iç sesine kulak verseler yeter. Ama, Pars sürekli olarak delillere göre hareket ediyor. Bir kere ya bir kere Ilgaz’a kulak verin.
Sen de pişman olacaksın Haluk YILDIRIM!
Burak’ı ifade vermesi için emniyete götürdüklerinde dedesi Haluk da avukatını devreye soktu. Fakat, avukat bir anda yan çizmeye başladı. Sanki zemini Yekta’ya hazırlar gibiydi. Adam avukatlık yapıyor ve neredeyse on beş yıldır hiç adliyeye adım dahi atmamış. Sıkı güldüm. Bu arada tabii bin bir kurnazlıkla Laçin’in evine yerleşen Yekta keyif kahvesini yudumluyordu. “Gelsin bakalım eski dostlar,” cümlesinden anladığım kadarıyla avukatı Yekta ayarlamış. Haluk sorunca bir anda övmeye başlamasından belliydi. Güzel tezgâh. Halukun zaten paçası tutuşmuş vaziyetteydi. Yemi yuttu. Yazı boyunca tesadüflere değinmişken Haluk ile Metin’in çalışması da başlı başına bir tesadüftü. Yersen. Pars’ın dediği gibi “At izi it izine karıştı.” Koskoca İstanbul’da olacak işe bak. Metin’i Haluk’a Yekta söylemesin? Vallahi o Şam şeytanından her şeyi beklerim. Adam adım adım emeline ulaştı. Adamın emniyete girişi bile havalıydı. İşte o an “Yekta Tilmen is back!” dedim. Dakikada tüm mahşerin atlıları ve Derya’yı toz duman etti. Sorgu sırasında Ilgaz’ın anlattıklarıyla Yekta’nın bile nutku tutuldu. Bence o da bu kadarını çözmesini beklemiyordu. Tabii bu arada Ceylin’in numarası da ortaya çıktı. Gölge avukatlık yaptığını hepsi öğrendi. Yekta’nın nasıl ki değişmeyeceğini biliyorsak Ceylin’in için de aynı durumun baki olduğunu tahmin etmemiz gerekirdi. Şaşmadı.
Ilgazlarcaaa
Geçen haftaki bölüm yorumunu yazarken satırlar nasıl akıp gittiyse bu hafta tam tersini yaşadım. Yazıyı güç belâ tamamladım. Önce izlediklerimi sindiremedim. Sonra aklımı toparlamam uzun sürdü. Pek de yazmak için keyfim yoktu. Ancak, yazıyı kapatmadan şunu atlamak istemiyorum. Hikâye bu kadar çetrefilliyken Ali Bilgin’in Hint efekti çekimleri bana ağır geliyor. Kendisi her ne kadar sahneye yakıştırmış olsa da ben bu efekti sevmiyorum. Çoğu kişinin de benimle hemfikir olduğunu düşünüyorum. Kusura bakmasın, ama Hint efektli dizi izlemek isteseydim Kanal 7’deki Hint dizilerini açardım. Bölüm finaline giderken Kaan Urgancıoğlu’nun burnun üzerindeki siyah nokta deliklerine odaklanarak sahneyi izlemek istemezdim. Kaldı ki bölümün perdesi en yüksek sahnelerinden biriydi. Buralara olur da denk gelirse kendisine haddim olmayan tavsiyedir. Bir an önce bu hevesinden vazgeçmesi dileğimle.
Bölümde emeği geçen herkesin eline ve yüreğine sağlık!
Mortis