Kimse niye Zafer’in azmettirdiğini düşünmek istemiyor? Tüm odaklar Çınar’ın üzerinde toplanıyor. Çınar’ı oraya getiren kişi Zafer’di. Karısının bileziklerini satarak silah alan, araba kiralayan, parka kadar Çınar’ı takip eden kişi de Zafer’di. Tehditler savuran, İnci’nin mezarında Çınar’ı zorlayan, otobüste karnına silah dayan… Öldürülmeyi hiçbir canlı hak etmiyor. Ancak, boğuşma sırasında patlayan silah Zafer’e denk geldi. Ölümünü sağlayacak kadar tehlikeli bir yara değildi. Kimse koltuk altından vurularak ölmez. Yani, damara denk gelmediği sürece. Burada Çınar’ın baygınlık geçirmesi Serdar’ın eline koz verdi. Yalnız, anladığım, daha doğrusu bilmediğim için anlayamadığım şey Serdar, Zafer’i öldürmeyi kendi mi istedi? Yoksa Engin’in direktifiyle mi öldürdü? Hadi, şimdide de “heyecan olsun!” diye öldürmüş olabileceğini düşünmüyorum. Ya da çok safım.
Serdar Paşa! diyeceksiniz
Paşalığın da bir süresi vardı elbet!
Yekta, yaptıklarının mükâfatı olarak Serdar’ın tutukluluğunu sonlandırdı. Gösterişli bir otele de yerleştirdi. Serdar’a da kendine rast gelen bu piyangonun keyfini sürmek kaldı. Gelin görün ki kanun adamlarımız (!) daha bu durumun farkında bile değillerdi. Yekta hep bir adım önde olmak zorunda mı? Sinir bozucu gülümsemeyle karşılarına geçmiş bir vaziyette sırıtmasına katlanamıyorum. Yekta’yı tek izlenebilir kılan durum Uğur Polat’ın oyunculuğudur. Bir başkası Yekta’ya hayat vermiş olsaydı bir dakika bile izlemeye katlanamazdım. Pardon, atlamayayım. Bu defa Yekta da herkes birlikte gerçeği öğrendiği bir durum yaşandı. O da Zafer’in otopsi raporundan üçüncü kurşunun çıkması tüm planlarını alt-üst etti. Çünkü flashback sahnesinde bizlere Zafer’e iki el ateş atan kişinin Serdar olduğu gösterildi. Boşuna dememişler “Ummadık taş, baş yarar!” diye. Gerçi Serdar’dan her şey beklerim. Adam ayaklı suç makinesi gibi çalışıyor. Elinin değmediği bir suç kaldı mı, merak ediyorum.

Bir zamanlar en son babalar duyardı. Ama Yargı'da en son Makbule duyuyor!
Gül, kuyumcuya yüzüğünü satmaya gittiğinde ilk başta nedenini anlamamıştım. Zafer’in ölümünden sonra onu hatırlatacak bir parçayı parmağında taşımak istemediğini düşündüm. Fakat, durumun hiç de düşündüğüm gibi olmadığını birkaç sahne sonra anladım. Merdan vicdan rahatsızlığını biraz olsun hafifletmek adına Zafer’in ruhuna lokma döktürmüştü. Meğer kursaklarından Merdan’ın kanlı parası geçtiği için alyansını satmış. Satıştan aldığı parayı da Merdan’ın yüzüne çarptı. Onur bir davranıştı. Kocasından ömrünün sonuna kadar hatıra kalacak, onun ruhunu taşıyacağı yüzüğü bu yüzden satması beni en derinimden vurdu. Gül’e kızıyorum falan; ama, Gül ne yapıyorsa gururundan yapıyor. Öyle öğrenmiş. Onuru ve şerefi için yaşayan domestik bir kadın. Başka türlüsü öğretilmemiş ki… Bilmiyor.
Zor veda..
Gül için belki de en zor veda alyansını satmak zorunda kalmasıydı. Kuyumcu paraya ihtiyacı olduğu için sattığını sanıyorken Gül’ün vedası, 50 yıllık bir ömreydi. Boşuna “50 yılın sevincinin, hüznünün, çilesinin değeri kaçtır?” diye sormadı. Gül gibi geleneklerine bağlı bir kadın için alyans demek mezara kadar gitmek demekti. Başını Kaya ailesine eğmemek için alyansından, tüm geçmişinden vazgeçti. Geleceği için geçmişine sırtını döndü.
Tane tane de anlatsan anlamaz!
Aylin, Osman’ın Yekta’yı avukatı olarak tuttuğunu sistemden öğrendi. Bunu duyan Ceylin, soluğu Osman’ın çalıştığı bankada aldı. Hakikaten bu Osman’da kuş kadar akıl yok. Yahu, adam İnci’nin küpesini sırf suç Osman’ın üzerine atılsın, diye Cüneyt sinsice yerleştirmedi mi? Yekta gibi biri, bir davanın üzerine atlıyorsa ya çok fazla para kazanacağından ya da karşı tarafın etinden, sütünden faydalanmak için atlar. Bunu da cümle alem bilir. Parla’nın on altı buçuk yaşında olduğu ve velayet davasını Osman’ın kazanmasını vaat etmek tam Yekta Tilmen’in kaleminde bir iddiaydı. Yekta aptal mı? Neden Osman’a yardım eli uzatsın? Dava sonuçlanana kadar Parla uçup, gidecek zaten. İşte gerçekler “şak” diye Osman’ın yüzüne vurulduğunda donup kalması da bu yüzdendi. Sanıyorum bölüm içinde Ceylin’e hak verdiğim tek sahne Osman’la olan diyalogu olan sahneydi.
Bilin bakalım, Yekta nerede?
Bölümlerden tek tek toplayıp bir Yekta serisi yapacağım. Çocukken Ayşegül serisi hikâye kitapları vardı. “Ayşegül tatilde”, “Ayşegül okulda”, “Ayşegül plajda” vs. şeklinde bu seriyi tamamlarım. Yekta için de “Yekta cezaevinde”, “Yekta adliyede”, “Yekta spa’da” diye bu seriyi getirebilirim. Bilin bakalım Yekta bu sefer nerede? Yekta’nın sürekli manevra yapmasından kaynaklı olarak midem bulanmaya başladı. İyi, hoş dedik de adam durmuyor ki… Ceylin’in karşısında kim varsa ondan taraf oluyor. Bu defa da leş kokusunu Çınar’dan aldı. Durur mu? Zerre zaman kaybetmiyor. Özellikle ağzının suyunu akıtacak, onu iştahlandıracak konular olduğu zaman değmeyin keyfine! Anında o gevrek gülüşünü bizlere sunuyor. Ama bu defa yaş tahtaya bastı.
Aferin be Çınar! Kesin anacığına çekmişsin
Dolduruşa gelmesen aslında iyi çocuksun be Çınar! Başında bir anacığı olsaydı belki de Çınar bu kadar kalabalık bir ailede kimsesiz olmazdı. Çınar’ın iyi niyetinden şüphe etmiyorum. Yalnız yanlış zamanda ve yanlış kişilerle arkadaşlıklar kurmuş. Bu yoksunluğu da aile içinde tam olamamaktan geliyor. Kızların dediği gibi çocuğun üzerinde bela paratonerliği var. Daima belayı üzerine çekiyor. Evde otursa bile o bela gelecekse onu buluyor. Ama aferin. Yekta’ya boyun eğmedi, onunla iş birliği içine girmediği için takdir ettim. Osman gibi karakteri bozuk değilmiş.
Kaç kişi başkasının yarasını seni seviyorum diyerek üfler?
Çok zor. Ailece yaşadıkları travmanın haddi, hesabı yok. Ama Çınar’ın ve Metin’in günahını Ilgaz’a yüklemenin de bir manası yok. Ceylin’in Ilgaz’la arasındaki ilişkiyi bitirmemesi Gül için bardağı taşıran nokta oldu. Haksız mı, diye kendimce soruyorum. Yaşadığı acıya göre haksız değil. Ama yargısız infaz yaptığı kesin. Her zamanki gibi anlamadan, dinlemeden hükmü verebiliyor. Ceylin’e “sana karışamam” dese de alttan alttan tehdit içerikli sözler söyledi. Ceylin zaten bir çıkmazdaydı. Gül, bu şekilde kızı etkileyerek Ceylin’i daha çok işin içinden çıkamaz hâle getirdi. Ceylin biraz olsun Ilgaz’a karşı yumuşamışken, direncini kaldırmaya çalışırken yine ilişkilerini uçurumun kenarına sürükledi. Dili farklı, yüreği başka söylüyor. Bu da Ilgaz’ın daha çok kırılmasına sebep oluyor.
Hâlbuki Ilgaz, sadece ruhunu okşamak istemişti..
Metin de Ceylin ve Ilgaz’ın bu kadar olaydan sonra birlikte olmasına şaşırıyor. Ilgaz’ın, Metin’e “Öfkesi sizinle birlikte beni de yemezse biz hâlâ…” dediği gibi her şey Ceylin’e bağlıydı. Ya öfkesine yenilip bu emsalsiz aşkı bitirecekler ya da hayatlarına ağır yaralı olarak devam edeceklerdi. Ceylin içindeki öfkeyi atmadığı sürece ilişkilerinde yeni bir şansı göremeyecekler. Ilgaz’ın tüm çekincesi Ceylin’i kaybedecek olmaktı. Gerçekle yaşamaya alışmak zorundalar. Eğer ki birbirlerinden vazgeçmek istemiyorlarsa bunu yapmak zorundalar. Yoksa her ikisi de kırılıp paramparça olacak. Tek ilaçları daha çok sevmek. Ceylin her kızdığında, her kırdığında Ilgaz, daha çok sevmek için elinden geleni yapacak. Peki, hiç kırılmayacak mı? Gittikçe kırıkları kalbini kanatmayacak mı? Yüzyıl da geçse beklemeye devam edecek mi?
Kimseye güvenmeyeceksin bu devirde!
Yeni müvekkil olayı beni rahatsız etti. Ceylin, Çağdaş’a yardım ederken, yani davasını üstlenirken başına bu denli bir bela alacağından haberi yoktu. Yalan beyanlar ile davanın seyrini değiştirirken de tahmin edemezdi. Ceylin’in sürekli bir şekilde işlerini çözerken benzer yolara başvurması bir gün başını büyük derde sokacaktı. Bence o dosya tam da bu dosya. Altı ay zaman atlamasında Ceylin’in tutuklanmasına sebep olacak cinayet de büyük olasılıkla Çağdaş’tan kaynaklı olabilir. Son dört bölüm için bu cinayetin de seyri hemen hemen belli olacaktır. Ama Eren’in, Ceylin’e bu kadar nefretle bakmasına sebep olacak ne yaşamış olabilirler? Eren; Ceylin’e, kız kankasına, gıraliçeeesine bu tavrı sergiliyorsa bilin ki işin ucu Ilgaz’a dayanıyor. Hiç hoşuma gitmedi. Canım bu işe fena hâlde sıkıldı.
Ç-A-Ğ-D-A-Ş
Olay, tabii ki de Kemal Hakim’in ölümüne bağlanacak. Bir Sema Ergenekon klasiğidir. Eğer hikâyenin seyrine bir kesit eklendiyse o kesit, mutlaka hikâyenin akışını değiştirecek cinsten bir etkiye sahiptir. Ceylin’in bu durumu, oldu bittiye getirmesini anlamıyorum. İnci’nin ona gelişi de tesadüf değildi. Cansu, ona söylemiş olmalı ki İnci yardım için Ceylin’in kapısına dayandı. Ilgaz’ın endişe ettiği ve üzerinde durduğu kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki Kemal Hakim’in heyetindeki başka bir hâkim de aynı ölüm nedeniyle vefat ediyor. Tüm bu olanlar asla tesadüf değil. Adam belli ki o heyette kim varsa hâkim ya da savcı fark etmeden seri ölüme bağlamış. Bu demek oluyor ki sıra Ilgaz’a da gelebilir. 6 ay sonraki zaman atlamasında Çağdaş’la Ilgaz’ın arasında ne diyalog geçiyorsa Ceylin de bu sebeple cinayet şüphelisi olmakla yargılanacak. Aldığım duyumlara göre Sema Ergenekon: “Yargı, bundan sonra başlıyor. Sizler bu zamana kadar sadece fragman izlediniz.” demiş. Öyleyse tüm #İhtimal’leri göze alıp, bundan sonraki bölümleri o şekilde izleyeceğiz.

Evet, evet orada!!!
Pars: “Yer göstermede kişi hatırlayamadığı detayları olay yerinde hatırlayabiliyor.” dedi. Hatırlayacak olursak Ceylin, Engin’in öldüğü zaman olaylarının çoğunu hatırlayamamıştı. Zihin tutukluğu yaşamıştı. Ilgaz da olay yerine giderek tüm detayları hatırlamasa bile zihninde bazı anların canlanmasını sağlamıştı. Hatta katilin uzun saçlı ve şampuan kokulu olabileceğini söylemişti. Bu hatırlatmanın ardından günümüze dönelim. Olay yerinde canlandırmada hiçbir sorun yok. Ama nedense Ceylin Hanım, Çınar’ı katil zanlısı kimliğine oturttuğu için bunu kabul etmek istemiyor. Fikrine bile sıcak bakmıyor. Buna ifade rötuşu diyebilecek kadar kendinden geçiyor. Pars’ı burada tebrik etmek istiyorum. İşini layığı ile yaptı. Karşısındaki Ceylin de olsa en ufak bir iltimas göstermedi. Haksa hak, adaletse adalet. Sağlam bir karaktere sahip olduğunu bir kez daha kanıtladı.
Kumdan kalelerin bir bir yıkılmış
Ceylin, duvarın ayakta kalmasını sağlayan taşlardan en önemlisi çekerek her şeyi yerle bir etti. Ilgaz’ı her ittiğinde, Ilgaz onu daha çok severek tüm taşları yerinde tutmak için canla başla mücadele etti. Yine de olmadı. Ceylin’in öfkesine yenildi. Ceylin içinde tutmayı başaramadığı öfkesini hiç suçu olmayan Ilgaz’a kustu. Ona inanmadı. Ne söylerse söylesin kulaklarını tıkadı. Taş olsa çatlardı. Ilgaz da tüm kalbi duyguları ile kırıldı, o cam bardak gibi parçalandı. Ceylin’in daha fazla suçlamalarına dayanamadı. Sevgileri üstesinden gelir zannetti ama olmadı. Anahtarı Ceylin’den aldığı gibi bıraktı. Madem ki Ceylin, ona inanmakta güçlük çekiyordu, o zaman gitmek tek çözümdü. Madem ki bu yolculukta artık yalnızdı, bir yüzyıl daha beklemenin anlamı yoktu. Beklediğinde biliyordu ki Ilgaz’ı yok olacaktı. En iyisi anahtarı bırakmaktı.
Yaşamıyorum –
Yaşamıyor insanlarım...*
Sanıyorum ki sezon finali bölümüne kadar 6 ay sonraki kesitleri izlemek bir adet hâline geldi. Ilgaz’ın anahtarı bırakmasıyla birlikte Ceylin deyim yerindeyse 6 ay sonraya ışınlandı. O titreşimli efektler neydi öyle? Bir anda kendimi Netflix’te yayımlanan Pera Palasta Bir Gece Yarası’nda dizisinde hissettim. Dedim şimdi Ceylin 6 ay sonraya gitmek yerine 1919 yılına dönecek. Çok alemsiniz. Tam ciddi olacağım, diyorum sonra öyle bir şey yapılıyor ki kendimi gülmekten alıkoyamıyorum. En can alıcı kısma bu şekilde geçilince dikkatimi toplayamıyorum. Neyse…Eren’i daha önce hiç böyle görmemiştim. Ceylin’e karşı nefretle bakıyor. Eren’in Ceylin’e böyle bakması demek canı, ciğeri arkadaşına zarar gelmiş olması demektir. Burada Ceylin’in de vurdum duymaz bakışları beni oldukça şüphelendiriyor. Evet, yaşanan her ne ise Çağdaş’la alakalı ama ucu Ilgaz’a da dokunan bir olay. Ceylin’in Eren’e bakışları işlerin tahminimizden de sarpa sarması demektir. Bu da ikinci sezona zemin hazırlamak oluyor. Bakalım bundan sonrası için neler izleyeceğiz? Gidişat pek hoşuma gitmese de sezon finalini azimle bekliyorum.
Bölümde emeği geçen herkesin eline, yüreğine sağlık!
Mortis
* Oruç Aruoba - Sokakta