“Tam bütün cevapları bulduğunu düşünürsün, sorular değişir.”
Paulo Coelho
Bölüm, Engin’in katilinin ifşa olmasıyla başladı. Bütün bir hafta boyunca Engin’in katilinden çok, son sahnenin etkisinden çıkamamışken bölümü Niyazi’yle açarak küçük çaplı şaşkınlık yaşadık. Ama öyle şok edecek kadar da tesir etmedi. Beklenen bir durumdu. Durun bir dakika! Daha ilk cümleden spoiler verdim. Olmaz. O zaman kaseti biraz geriye sararak hafta başına geri dönüyorum. Bizlere asıl sürprizi Salı akşamı Ay Yapım yaptı. Youtube hesabından son sahnenin internet özel versiyonu yayınladıktan sonra nabzımızı epey bir hızlandırmışlardı. Hâliyle bölümü güzide çiftimiz #IlCey’in -en azından- uyanma sahnesiyle açacağımızı düşünmüştük. Dev yanılmışız. Bu cümleyi çoğul kurmamın bizzat sebebi Yargı fandomlarıdır. Sahnenin internet özel versiyonunun yayınlanmasını sağlayarak etkili bir ses oluşturduklarına inanıyorum. Ay Yapım’ın Yargı fandomunun tepki ve eleştirilerini en hızlı şekilde görüp, buna göre bir reaksiyon vermeleri de uzun süredir -belki de benim- hiç görmediğimiz eylemler. Sosyal medyanın gücünün bir şekilde görülmesi ve sessiz kalınmaması muhteşem bir etki. Yapım ekibinin gayet dozunda ve yeterli ölçüde hareket etmelerini de oldukça beğeniyorum. Sahi, ne diyordum? Konu nerelere kadar uzadı… Niyazi’nin katil çıkması esasen beklenen bir durumdu. Ancak, Niyazi’nin katil olmasına anlam verememiştik. Aslında anlam veremeyecek bir durum da yoktu. Adamın maşa olabileceğini hâliyle tahmin edebiliyorduk -ki Sema Ergenekon bizi yanıltmadı. İnci’nin cinayetinde olduğu gibi yine beş bölümde katilin kim olduğunu kucağımıza koydu. Fazla uzatmadan ve ağdalandırmadan düğümü çözdü. Ama! Hikâyeyi bir şekilde topladık derken tüm bölüm boyunca aranılan erkek genotipi bizim taze avukattan çıktı. Ilgaz’ın ağız içi sürüntüsünden alınan DNA’nın eldivendeki kıldan çıkan DNA ile uyuşması pek tatsız oldu.

PCR değil, DNA örneği veriyor
Yekta, Ilgaz'ın olay mahaline gittiğini öğrendiğinden beri bu anı kolluyordu. Eline geçen kozu hiç acımadan kullanacaktı. Pars'a dahiyane fikrini öne sürerken bir yandan da aba altından sopa gösterdi. Bu da Pars'ın hızlıca bir karar vermesini sağladı. Pars, adalet terazisini şaşırtmaması için Ilgaz’dan test istedi. Doğru olan neyse onu yaptı. Zaten en başta hata Ilgaz'da. Bu sonucun böyle olacağını bildiği hâlde savcı kimliğiyle olay yerine gitti. Orada her ne kadar sevdiği kadın için bulunmuş olsa bile savcı olduğunu ve mesleğini riske atacağını düşünmedi. Yekta, Pars'tan Ilgaz'ın DNA'sının alınmasını isterken tabii ki boş durmayacaktı. Böyle olunca kadrolu maşamız Niyazi hemen devreye girdi. Eh, hâliyle eli de armut toplamadı. Bir gece ansızın Ilgaz’ın adliyedeki eski odasından kıl alma operasyonuna girişti. Fakat, daha örnekleri değiştiremeden yolda saldırıya uğradı. Küçük bir es vermek istiyorum. Geçtiğimiz bölümde Ilgaz, adliyedeki odasına bakarken odanın yeni sahibini taşınırken görmedi mi? Yanlış görmem mümkün değil. Eğer öyleyse çalışma koltuğundan kıl örneğini karıştırmadan nasıl aldı? Doğrusu burada biraz takıldım. Umarım bizlere mantıklı bir açıklama sunarlar. Her neyse... Bu sahnede Niyazi'nin saldırıya uğramasıyla birlikte yıkılmaz Yekta’nın bir defa olsun kaybettiğini düşünmemizi istediler. Tam “Oh, rahat olabiliriz. Sonuçları değiştirmeyecek,” derken, bölüm sonu hepimizi patlattılar. Ancak, Yargı meleklerinin bu sahneleri yazarken (az önce üzerinde durduğum gibi) birkaç detayı atladıklarını tahmin ediyorum. Dijital bir çağda yaşarken ve bunun nimetlerinden bolca yararlanırken ufak ayrıntıların atlandığını hissediyorum. Şimdi eldivenden DNA örneği alındıktan sonra, bu veri tabanına işlenir ve saklanmaya başlanır. Yani, kısaca örneğin değişmesine gerek kalmaz.

O zaman eldivende sadece erkek genotipinin değil, kadın genotipinin de çıkmış olması gerekmez mi?
Hatırlarsanız Yekta’nın evinin bahçesinde İnci’nin kanı bulunmuştu. Pars da yedekli olacak şekilde iki örnek almış ve örneğin değişeceğini tahmin ederek yedek örneği saklamıştı. Burada atlanılan durum tam da bu. Bir defa o eldivenden alınan kılda DNA çıktıysa sisteme kaydı yapılır ve değişmez. Ancak, başka birisinin örneğinin çıkması için alınan örneğin, aynı İnci’nin kan örneğinde yapıldığı gibi analize girmeden önce değiştirilmesi sağlanmalıydı. Aslında sahnelere emin olmadıkça çok da güvenmemek gerekiyor. Algı yanılsamasını yaşamış olmamız oldukça mümkün. Saldırı sahnesinde paketin düştüğünü görmüş olabiliriz ama, bu yanılmadığımızı göstermez. Mutlaka orada bir senaryo illüzyonunun olduğunu düşünüyorum.
Fazla merak iyi değildir Ceylin kuşum
Böyle söylüyorum, fakat Sema Ergenekon, Yargı’nın olay örgüsünü klişelere bağlamamak adına “Daha nasıl şaşırtabilirim?” endişesine girdiğini hissediyorum. Bu kaygıya düşmesi kesinlikle ne kadar iyi bir senarist olduğu gerçeğini değiştirmez. Endişe etmelerini de çok iyi anlıyorum. Seyircide öyle bir beklenti yarattılar ki hâliyle her bölüm bir öncekinden daha iyi olmalı algısının doğmasına yol açtı. Dizi süreleri bu kadar uzun olduğu sürece maalesef her senaristte olduğu gibi Sema Ergenekon’da da aynı kaygı hâsıl oldu. Ancak, yavaştan da olsa konunun bu kadar kısır döngüye girmesinden kaynaklı biraz sıkılır gibi oldum. Yargı, yayına çıktığı ilk günden bu yana hikâyesinde kaliteyi vadettiği için bu kadar izlendi ve izlenmeye devam ediyor. Sonra anlamadan kendimizi #IlCey’in rüzgârına kapılmış olarak bulduk. Doğrusu izleme sebebim “Katil kim?” sorusunu cevap bulmam ve eksik parçaları yerine koymak istememdi. Bir anda romcom dizilere taş çıkaracak sahneler izledikçe anlıyorum ki klişelere karşı direnişimiz tam da bu noktada bitmiş. Demek istemem klişelere girmeden klişeleştiklerimiz. Yargı’da bu kaygılara girildi, diye izlemeyi bırakacağım veya bölüm yorumu yazmamı engelleyecek değil. Naçizane olarak görüşlerimi dile getiriyorum. Lütfen Sema Ergenekon da bu yazdıklarıma gönül koymasın. Kimseyi gıyabında kırmak ve incitmek istemem.

Niyazi... Seni hiç sevmedim Niyazi...
Engin’in cinayet mahallinde hep bir üçüncü kişinin varlığından bahsetmiştik. Ben de ısrarla dört kişinin olduğunu savunup durmuştum. Büyük yanılmışım. Beni bu kanıya iten sebep Ceylin’in – ve tabii bizlerin – yere düştükten sonra uzun bir saç görmüş olmasıydı. Ceylin’in de hatırladığı uzun saçlı, şampuan kokulu birinin olması dördüncü kişinin varlığına itti. İzmarit kalıntıları ve Ceylin’in aldığı sert tekme darbesi de şüpheleri arttırınca dört kişinin varlığı kaçınılmaz olmuştu. Ama! Uzun saç ayrıntısı ile sert tekme darbesini birleştirince okları neden bir erkek şüpheliye çevirmedim ki? Aslında on yedinci bölüm yorumumda katilin Niyazi’nin olacağından bu kadar eminken hâlâ bir kadını niye düşündüm, anlam veremedim. Sanırım Neva, Laçin ve Seda’nın şüpheli hareketleri beni bu kanıya itti. Esas büyük sorunumuz katilin Niyazi çıkması değil. Zaten bunu yaklaşık iki bölümdür tahmin ediyorduk. Niyazi’yi kim azmettirdi? Öncelikle bu kişiyi bulmamız gerekiyor. Niyazi belli bir şekilde tefeci işine girmiş. El altından emniyetteki ne kadar pis iş varsa hepsini temizlemeye çalışıyor. Ama azmettiricisi kim? Yekta mı, Cüneyt mi ya da başka biri mi?

Onlar olmadan Ilgaz ve Ceylin olmazmış...
ILGAZ KAYA HAYAL ÜRÜNÜDÜR!
Yargı’da Ilgaz ve Ceylin’in aşkını hedefe aldığımda, onların birbirine olan duygularını keşfetmelerine ortak olmak oldukça keyif verici. Aldığımız hazzı daha katlanabilir yapan ise Aşk 101’de hikâyelerinin gölgede kaldığını düşündüğüm(üz) Pınar Deniz ve Kaan Urgancıoğlu’nun uyumudur. Bu su götürmeyen bir gerçek. Karşılarında duvar olsa onu bile eritecek bir kimyaya sahipler. İnanılmaz enerjileri var. Partner olarak birbirlerine olan güvenleri, paslaşmaları ve hikâyeye kendilerinden parçalar katmaları başarılarını taçlandırmaya devam ediyor. Anladığım kadarıyla Ali Bilgin, Pınar Deniz ve Kaan Urgancıoğlu’nu oyun alanlarında serbest bırakıyor ve ikili, Ilgaz ile Ceylin benliğine bürünerek sahnelerini büyük bir keyifle çekiyorlar. Bu hem yönetmen için hem de oyuncular açısından muhteşem bir konfor. Elbette bu güvenin karşılığı on sekiz bölüm boyunca ekrandan izleyiciye olumlu olarak geçmekte. Ilgaz ile Ceylin aşkının bu kadar sevilmesindeki rolleri yadsınamayacak kadar çok.

O yanan sadece bir mektup değildi!
Ana gibi ana!
Sema Ergenekon ve ekibinin, bu defa klişelere kapılmadan Zafer’den mektup gelme hamlesini ustaca kotardıklarını düşünüyorum. Her ne kadar bulunduğumuz şu zamanda mektup yazmanın bir önemi kalmadığını düşünsek de gençliğini veya yetişkinliğini 90’lar ve öncesinde geçirmiş nice nesil, mektuplaşma adetine aşinadır. Buradan yola çıkarak Sema Ergenekon’un mektup sahnelerinde detayları satır satır atlamadığını görüyorum. Gül’ün mektubu yakması; Merdan’ın, tabii Metin ve doğrudan Çınar’ın da ekmeğine yağ sürmüş oldu. Merdan gibi organize çalışan bir sahtekâr karşımıza bir daha ne zaman çıkar, belli değil. Merdan’ın olaylara karşı çözümlerinin hastasıyım. Eğer mektup yanmamış olsaydı Ceylin’in ilk hamlesi babasının el yazısıyla mektuptakini eşleştirmek için bir grafalogun yolunu tutmak olacaktı. Kaldı ki bizi hiç yanıltmadı. Mektup yansa bile kurgunun doğruluğunu teyit etmek amacıyla soluğu (Fahri Haiti Konsolosu’na ulaşmak için) Almanya Başkonsolosluğu’nda aldı. Hoş, Merdan’ın elinin uzunluğu yüzünden oradan boş elle dönmek zorunda kaldı, o da ayrı bir konu ya! Neyse… Merdan’ın dışında Zafer’in koğuş arkadaşını bulup bu kadar detaya hâkim olacağı kimin aklına gelirdi? O kadar ustaca düşünülmüş ki Zafer’in el yazı karakteri kâğıda nakşedilmiş. Gül’e cefakâr karım, demesinden tutun da mektupta ezogelin çorbasına kadar yer verilmiş. Özellikle Gül’ün çayın yanına koyduğu ince dilim limonu duyunca içim daha çok ekşidi. Meğer nitelikli dolandırıcılıkta dünya markasıymış! Gül tüm bunları yedi, ancak Ceylin bu kadar kolay ikna olmazdı. Olmadı da…

Bu kareye baktıkça Ceylin gibi tonton bir dede göremiyorum
Buradan senaryo ekibi bize büyük gol attı. Neden mi? Gül, Ceylin’in ofisinden sonra soluğu emniyette alınca, doğal olarak Zafer’in mektubundan Metin’in de haberi oldu. O anki şaşkınlığını büyük bir sükûnetle saklamış olsa da bu işin arkasından yine Merdan’ın çıkacağına adı gibi emindi. Burada Sema Ergenekon, tüm iç seslerimizin tercümanlığını yapmış. Mektuplaşma zihniyetinin kalmadığına dair inceden mesajını vermiş. Ayrıca çoğu hikâye düşkününün de yemeyeceği her noktaya ilmek ilmek değinmiş. Gerçekten senaryonun bazı kısımlarını oya gibi işliyorlar. Mektup olayını kaliteli hamlelerle kotardılar. Gül, eğer mektubu yakmamış olsaydı senaryo aksı yön değiştirecekti ve bir de Zafer’in cesedinin peşine düşecektik. Ama! Merdan, Zafer’in cesedi ortaya çıkmadan ölüm haberinin duyulmasını istemiyor. Mümkünse ebediyete kadar saklama taraftarı. Onun için tüm bağlantılarını son hızla kullanıyor. Hâliyle yalanlar yalanları doğuruyor. Zeki adam. Düşünün ki Almanya Başkonsolosluğu’ndaki memur bile bir şekilde Merdan ile ağız birliği yaptı. Merdan adeta bir suç makinası. Konsolos memuruna yalan beyanda bulunmasını sağlayarak suç işlemesine olanak sağladı. Memura kim bilir nasıl tehditler savurdu ki doğru beyanda bulunmadı. Üstüne yüklü miktarda mükafatını aldı. Bu işin altından denizaşırı kaçakçılık kokusu alıyorum da konumuz şu an o değil. Kısaca; satır aralarından da anladığım kadarıyla Sema Ergenekon, Zafer’in ölümünü uzun bir süre daha kurcalamayın, demek istemiş. Tahminimce Zafer’in cesedi sezon finali bölümünde ortaya çıkar ve kısmetse önümüzdeki sezonun yeni bölümlerinde Zafer’in ölüme dair tüm ayrıntıları öğrenmiş oluruz.