Bu sezon hepimiz çok yorulduk. Hâli hazırda gündemlerden ötürü zor bir dönemdi, bir de üzerine biraz kafa dağıtmak için açtığımız televizyonlarda da bizi her yerde dram karşıladı. Yerden yere vurulduk. Kalbimizde acımadık yer kalmadı diyebiliriz. Bu nedenle özellikle de bu sezon yaz dizileri çok iyi geldi hepimize. Kendi adıma daha ilk fragmanlar dönmeye başladığı ânda içim ferahladı diyebilirim. Muhtemelen bu ihtiyaç öngörüldüğü için de bu yaz uzun bir aradan sonra haftanın her akşamı birbirinden güzel dizilerle geldi. Son birkaç dönemdir tek tük güzel dizi çıkıyordu yaz döneminde. Çoğunda kadın karakterler rezil hâldeydi. Hiçbir şeyi beceremeyen, sakar, iki bakışmada aklı uçan, hayatında hiçbir erkekle iletişim kurmamış gibi davranan saçma sapan kızlar izliyorduk. Erkekler desen ayrı bir alem. Ya ağır abi maço ya da serseri bir çapkın. Kendileri o yaşa kadar adam olamamışlar, dışarıdan bir “doğru kadın” gelecek de onları adam edecek ve onun etkisiyle birdenbire 360 derece karakter değiştirerek birer prens olacaklar. E “aşk” kavramını bunlardan öğrenirsek, bu tarz beklentiler içerisine girersek tabii ki sağlıklı ilişkilerimiz olmaz.
Aşkın “iyi gelen” ve hatta bir parça “iyileştiren” bir
tarafı olduğuna tabii ki ben de inanıyorum. Evet, iki tarafta da karşılıklı
etkileşimle bazı değişimler olabilir, bu da normaldir. Ama bir yere kadar. Gerçek
dünyada insanlar karakterlerini kendileri oluştururlar. Yedisinde neyse
yetmişinde de odur, kafasına da pek katılmıyorum ben. Elbette zaman içinde
karakter değişime uğrayabilir. Ama bu değişim dışarıdan müdahaleyle olmaz, kişi
ancak kendi kendisini değiştirebilir.
O yüzden karakterlerdeki bu “öz” oluşumuna çok kıymet
veriyorum. Bu öz sağlam kurulduğunda ve karakter hikâye içinde bu özle tutarlı
bir biçimde ilerlediğinde izlediğim işten çok büyük bir keyif alıyorum. Nedir
bu “öz” dediğimiz şey? Kişinin asıl karakteridir. Yaşadığı olaylarla bunu
baskılamaya çalışabilir hatta kendini aksi gibi davranmaya zorlayabilir ama o
öz kendini belli eder.
Mesela bunu “Ozan” karakteri üzerinden anlatalım:
Ozan nazik bir karakter. Hikâye gereği öfkeleniyor, bazen kendini kaybediyor ama her hâlinde, duruşunda, bakışında o nezaket gösteriyor kendini. Esra’yla son derece öfkeli bir biçimde kavga ederken bile gözlerinin dolduğunu fark edebiliyor. Çınar’la kendini kaybetmiş bir hâlde basketbol oynarken ona sert bir hareket yaptığını fark ettiği ânda tüm o gerginliğinden bir ânda sıyrılıp son derece ince bir sesle endişeyle iyi olup olmadığını soruyor. Annesinin yaptığı tüm o saçmalıklara rağmen ona karşı tavırları da hep kontrollü, geçmişindeki insanlara hâlâ hürmeti var. Menekşe Hanım’a “anne” dediği yerde benim içim ısındı.

Yine Esra’ya dönersek Esra’ya çok kırgın. Öfke değil bu; bir
türlü içine gömemediği, ne yapsa iyileşemediği bir kırgınlık. Ona karşı sert
olmak, kırıldığı yerden onu da kırmak istiyor. Ama fark ettiyseniz eğer ona
karşı sertliği de yalnızca kelimelerinde. Yani içinden değil, beynindeki “yapmalısın”
sesinden gelen yüzeysel bir sertliği var ona karşı. Esra ne zaman zorda kalsa
sessizliğe gömülecek kadar cılız bir ses bu. Kendini o sese uymaya zorlayarak
ne zaman Esra’yı kıracak bir şey söylese yine ondan daha çok kendisinin canının
yandığını gözlerinden okuyabildiğimiz bir hâli var.
Nezaketi böyle somut olaylarla anlatmaya çalışmak da oldukça
yüzeysel ve nafile bir çaba. Nezaket özünde insanın duruşunda olur. Bir insanın
inceliği bakışlarından dahi sezilir; gündelik hayatta yaptığı küçük jest ve
mimiklerinden, hâlinden tavrından okunur. Ozan’ın en “kırıcı” olduğu hâlinde
bile ben bunu görebiliyorum. Kırıp döktükçe hırsını alan, rahatlayanlardan
olmadığını ve o durumdan ne kadar rahatsız olduğunu anlayabiliyoruz.
Bunda onu canlandıran sevgili İlhan Şen’in de oldukça büyük
bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Ramo’daki Neco karakterinde de çok beğenmiştim
kendisini. Ekrana çok yakışan bir duruşu var. Hâli tavrı, her hareketi ekranda
öyle zarif, öyle ince duruyor ki adeta izlerken rahatlıyorum. Hele de böyle
güzel yazılmış karakterlerle izlemek bambaşka bir keyif. Diksiyonu, tonlaması,
bakışlarını ve jest-mimiklerini kullanış şekli gerçekten çok başarılı. Hak
ettiği değeri görmesi beni çok mutlu ediyor. Dilerim nice nice güzel rolleri
olsun, biz de onu her seferinde ayrı bir zevkle izleyelim. Denk gelirse eğer
buradan kocaman sevgiler…

Toparlarsak eğer, Ozan karakteri bu hikâyenin sonunda geçmişe
dair gerçekleri öğrendiğinde ve süreç içindeki hatalarını fark ettiğinde Esra’nın
varlığıyla birdenbire değişmiş bir karakter olmayacak. Yani başlarda nefret
ettiğimiz, sonda ise âşık olduğumuz tek boyutlu bir karakter tiplemesi değil
onunki. Zaman içerisinde Esra’yla beraber bambaşka bir adam olmayacak. Maskelerini
ve sanrılarını atıp ilk bölümden itibaren tanıdığımız o gerçek kendisi olmaya
devam edecek. Realite budur. Sağlıklı olan da budur.
Karakterlere dair bir diğer beğendiğim şey de nedenselliğin
çok güzel ve tutarlı, mantıklı, anlaşılır bir biçimde kurulmuş olması. Esra da
Ozan da kendilerince haklılar. Bu hikâyede iyi-kötü, haklı-haksız yahut suçlu-mağdur
yok. Realiteye uygun karakterler var. İkisinin de hataları var. Kadın-erkek
beyinlerinin farklı işlemesinden ve karakter tipi farklılıklarından kaynaklı bir
iletişim sorunu onları bu hâle getirmiş. Esra Ozan’a çok destek olmuş,
çabalamış, onun için kendini paralamış hatta.
KÜÇÜK BİR SPOİLER UYARISI.
Orijinal versiyona göre bu süreçte bebeğini kaybetmiş ama muhtemelen
Ozan’ı üzmemek için bunu ona söylemeyerek bu acıyı tek başına yaşamak zorunda
kalmış. Bu da son nokta olmuş gibi duruyor. Esra’nın burada hatası iyi niyetle
de olsa Ozan’ı karşısına alıp ciddi ciddi konuşmaması. Evet tepki göstermiş,
kavga etmiş ama bunlar etkili yöntemler değil. Hele de karşınızda normal
zamanda dümdüz söylemeden bir şeyi anlamakta zorlanan bir cinsiyet tipinin
heyecandan aklını kaybetmiş hâli varsa. Bu gerçekten acı bir şey biliyorum. Biz
kadınlar genelde anlatmadan anlaşılmak istiyoruz. Bazı konularda haklıyız da bence
ama haklı olmamız realiteyi değiştirmiyor. Erkekler bazen gerçekten de sorununuzun
ne olduğunu açık bir şekilde söylemeden anlayamıyorlar.

Esra’nın her şeyi içine atıp atıp birden patlamak yerine
süreç içerisindeki hissettiği ve yaşadığı her şeyi, beklentilerini Ozan’a hiçbir
şeyi bekletmeden anlatması gerekirdi. Ozan’ın yarım gün bile olsa çalışmayıp
tüm gün projeyle uğraşarak her şeyi Esra’ya yıkması kabul edilebilir bir şey
değil. Evlilik bir paylaşımdır. İki taraf da ne var ne yoksa birlikte
göğüslemeli. Hayat ortaklığı böyle bir şey değil mi? Taşınacak bir yük varsa
eğer, ki her zaman vardır, o yük birlikte taşınır. Başka türlü ne anlamı var
bir kişi olacakken iki kişi olmanın?
Esra bu kadar ağır bir fedakârlık yapmayı kabul etmemeliydi.
Destek olmak adına bir süre için Esra tam gün, Ozan yarım gün çalışabilirdi.
Yine Esra biraz daha ağır yük alırdı ama Ozan da o yükü biraz olsun paylaşırdı
ki kimse ezilmesin. Sadece erkekler için de söylemiyorum bunu, cinsiyetçilik
yapmak istemem, insanlar genel olarak siz “Benim yapabileceğim bu kadar. Fazlasını
yapamam.” demedikçe her şeyi halledebilirsiniz zannetmeye eğilimliler. Esra
muhtemelen bu bebeğini kaybetme durumu olmasaydı annesi gibi uzun bir süre daha
Ozan’dan vazgeçemeyecekti, kendine yapılan bu istismara müsamaha göstermeye
devam edecekti ama yaşadığı kayıp onu kendine getirdi ve daha fazlasına gücünün
yetmeyeceğini gördü.

Ozan’ın açısından baktığımızda Esra’nın yaptığı
fedakârlıkların büyüklüğünün gerçekten farkında olmadığı için toplantıda
söylediği gibi yarı yolda bırakıldığını düşünüyor. Bu konudaki algısı gerçekten
çok düşük ve kavrayamıyor bunu. Esra’yı ne kadar çok üzdüğünü ve çaresiz
bıraktığını gerçekten fark etmemiş. O süreçte sadece hedefine odaklanmış ve o
hedefe ulaşınca Esra’yla beraber çok güzel bir hayat yaşayacaklarını düşündüğü
için kendi gözünde bunu sadece kendisi için değil, Esra için de yaptığından
sorumluluğunu yerine getirdiği zannı içerisindeymiş. Esra tüm bu süreçteki yalnızlık
hissini ondan çok iyi gizlemiş, gerçekten çok güçlü durmuş.
Bazen sevdiklerimiz için böyle “fedakârlıklar” yapıyoruz,
kendimizden çalıyoruz ama bu sağlıklı bir duruş değil. Sağlıklı bir ilişki
böyle olmaz. Uçakta oksijen maskesini önce kendimize takma mantığıyla önce
kendimizi iyi etmeden karşımızdakine de iyi gelemeyiz. Bunun için sağlıklı bir
iletişim kurabilmeli, sorunlarımızı konuşabilmeliyiz. Aslında “kıyamayarak”
karşı taraftan uzaklaştırdığımız zorluklar, birlikte paylaşılınca birlikteliği güçlendiriyor.
Süreç boyunca sıklaşan paylaşım hâli bizi birbirimize yakınlaştırıyor. Ozan’ın
Çağla gibi sonradan hayatına giren biriyle değil de yine iyi kötü zor zamanlarında
birlikte olduğu Esra’yla çift olabilecek olması bunun bir örneğidir.

Burcu Özberk benim çok sevdiğim bir oyuncu. En son Afili Aşk’ta
izlemiştim. Hem romantik komediye hem de dramaya çok güzel bir şekilde
uyumlanabiliyor. Oldukça doğal, gerçek bir oyunculuğu var. Afili Aşk’ta olduğu
gibi burada da bakışlarıyla oynadığı sahneler bizi etkilemeye devam edecek gibi
duruyor. Esra ve Ozan arasında “söylenmemiş” çok şey var. Bu nedenle oyuncu
seçiminde dudakların sustuklarını bakışlarıyla anlatabilmede maharetli böyle
iki iyi oyuncu seçilmiş olması izlerken gerçekten de farkı ortaya koyuyor.
Diziyle ilgili konuşmak istediğim çok şey var. Süreç içerisinde
yine konuşuruz. Bu haftaki bölüme dair birkaç şeyi toparlayalım. Geçen hafta
olduğu gibi bu haftaki bölüm de su gibi akıp geçti. Çok güzel detaylar vardı. Esra’nın
Ozan’ın kahvesini hatırlaması, Ozan’ın kar küresini sakladığı yetmiyormuş gibi
bir de öyle kenarda bir kutuda değil rafında tutması çok hoştu. "Bu dizler bükülmek için yaratılmadı, böyle dimdik ayakta durmak için yaratıldı." sahnesi hele... Ve akabinde Ozan'ın Esra'ya gururlu bakışı ❤

Ozan’ın nasıl öyle bir ânda Esra’nın hırsız olduğunu düşündüğünü
pek anlayamadım. Evet Esra onu terk etmiş, kalbini de kırmış ama onca zaman
birlikte yaşadığı kişinin, hâlâ âşık olduğu kadının bir hırsız olması ihtimaline
bu kadar çabuk ikna olması ve Esra’nın yanına direkt görevlilerle gitmesi
gerçekten şaşırtıcıydı. Başta dediğim gibi algıları iş konusunda ne kadar güçlüyse
özel hayatında da o kadar zayıf. Esra’nın “Seni hiç sevmedim.” cümlesine nasıl
hemen ikna oldu? Bu kadın seni hiç sevmese sen projene çalış diye o kadar işte
çalışır mıydı? Birlikte o kadar zaman geçirdiniz; yahu bakışından, duruşundan
bile anlaşılır. Hepsini geçtim “Seni hiç sevmedim.” cümlesini söyleyiş tarzı
bile belli eder. Birisini gerçekten “hiç” sevmediyseniz bunu ona bağırarak söylemezsiniz.
Bu cümle sizin için önemli olmasa sakin bir şekilde söyler geçersiniz. Biriyle
ayrılığınız ne kadar gürültülü oluyorsa bilirsiniz ki orada hâlâ “bitmemiş” bir
şey vardır. Bazen bitmemiş bir kavga, bazen bitmemiş bir sevgi…
Ozan bir şeyleri hissediyor ama algılayamadığı için buna
uygun davranamıyor ve bir şeyleri netleştiremediği için de ne yapacağını
bilemeyerek sinirleniyor. Eksik parçalar onu da rahatsız ediyor ama o
eksiklerin farkında olmadığı için bunu tamamen “Esra’nın onu gerçekten hiç
sevmemiş olmasına” yoruyor. Devamlı Esra’dan bir şey bekliyor. Esra konuşsun,
bir şeyleri netleştirsin, soru işaretlerini gidersin istiyor ama beklediğini
alamıyor.
Dizi adına en çok beklediğim sahne “Ozan’ın bebek meselesini
öğreneceği” sahne. O süreçte Esra’nın neler yaşadığını görsün ve geç de olsa bu
acıyı beraber yaşayabilsinler istiyorum. Umarım orijinaldeki bu olay uyarlamada
da işlenir. Esra’nın içderdini çok sağlam bir şekilde ortaya koyan bir neden
bu. Es geçilmesi hikâyeye büyük zarar verir ve derinliğini yitirmesine yol
açabilir. Ayriyeten bu iki iyi oyuncuyla öyle bir sahnenin ne kadar şahane
çıkacağını düşünmek bile bu olayı işlemek için yeterince güçlü bir sebep.

Melisa Döngel’in Sen Çal Kapımı dizisinden ayrılması iyi
olmuş. Gerçekten doğru bir tercih. Bizim Hikâye’deki rolüne benzer güçlü ve
aktif bir karakterle onu izlemek çok daha keyifli. Burak Yörük de Çınar rolüyle
güzel olmuş. Gerçekleri öğrenince saldırganlaşmak yerine Esra’nın mutluluğunu
önceleyerek kalbinin sesini dinlemesine destek olursa gerçekten güzel ve sağlıklı
bir şekilde sevmiş derim. Karakter öyle bir hava verdi, aksini yaparsa ağlarken
güldüren bir karakter için tutarsız davranmış olur. Ayriyeten bu 6 ay stajyerlik
olayında araba, saat, kredi kartları ve AKBİL gibi detayların unutulmamasını da
sevdim. :)
Bölümde ufak tefek mantık hataları vardı. Mesela Esra ilk
bölümde gidip çek yırtarak şov yaptığı odanın yerini birden bilmez oldu. ^^ Ama o
kadarı da nazardır diyelim. Mis gibi iş.
Gelecek bölüme dair Esra’yla Ozan’ın konuşması bana biraz fazla
açık gibi geldi. Senaryo açısından baktığımızda Ozan’ın o kadar açık konuşması yerine
daha derin bir alt metne başvurulsa daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Çağla’nın
da onları o hâlde görmesiyle ufak bir gerildim. Çünkü oldukça derin bir
hikâyenin dışarıdan CEO-Stajyer flörtü gibi tepki görmesi potansiyeli beni çok
rahatsız etti. Umarım öyle yerlere girilmez, Esra yeterince çile çekti. Ezkaza
buna benzer bir hâl yaşanırsa Ozan’ın gecikmeden bunu fark edip Esra’nın zor
bir duruma düşmesini önlemesi, gerekirse bu bölüm niyetlendiği gibi eskiden
evli olduklarını açıklaması gerekiyor. Ozan Esra’yı gerçekten seviyor. Ona
kırgın olsa ve tepkili dursa bile sevgisi onun başkalarının önünde böyle bir
duruma düşmesine müsaade etmemeli.

Ayriyeten ufak kıskançlıklar hariç ne Esra ne de Ozan
tarafında yeni bir ilişki yaşanmamalı. Zamanında Afili Aşk’ta yapılan hata bu
olmuştu. İzleyiciler olarak ayrılığı izleyebiliyoruz ama bu ayrılığı bir
başkasıyla paylaşabilme, yeni bir başlangıç yapabilme durumu olayı bizim için
izlenebilir olmaktan çıkarıyor. Şahsi fikrim bir ayrılık yaşanıp yeni bir başlangıç
yapılacaksa bu başlangıcın kalıcı olması gerektiği. Çünkü “Aslında esas oğlanı/kızı
seviyorum ama biraz da öbürüyle birlikte olayım, sonra esasına geri döneyim.”
mantığı benim için olayın inandırıcılığını bozuyor. Ha nasıl olabilir? Taraflar
hayatlarına çoğu zaman bir inat uğruna çok kısa bir süre için yeni birisini
almayı denerler ama o yeni kişiyle bir bağ kuramadıklarını ve her ândan
rahatsız olduklarını hissederiz. Bir şeyler asla öbürüyle olduğu gibi değildir.
Misal ona asla öyle bakmaz yahut asla ona dokunduğu gibi dokunmaz, yaklaşmaz,
bir mesafesi olur. Ramo’da Ramo’nun dizi boyunca Sibel dışında hiçbir kadının
elini tutmaması, onları hep kolundan yahut bileğinden tutması benim için kıymetli
bir örnek. İzleyici olarak karakterin esas sevdiği kişinin onun için farkını
net bir biçimde hissedebilmeli, diğer kişiyle aralarında o anlamda bir bağ
kuramamalıyız.
Bana bıraksanız epey konuşasım var. Diziyi çok beğendim. Bu
yaz “bölüm bitince kalakaldığım, fragmanları sabırsızlıkla beklediğim” dizim Aşk
Mantık İntikam olacak gibi görünüyor. Geçen hafta yoğunluğumdan sebep çok
istesem de “İlk Bakış” yazamadım. Zamanımı ayarlayabilirsem eğer inşallah süreç
içinde telafi ederiz. Daha uzun uzun konuşuruz. Umarım mükemmel bir özür sahnesi de izler onu da konuşabiliriz diye kendime de bir ümit bırakayım. ^^
Güçlü kadınların ve nazik beyefendilerin olduğu hikâyelerde
daha daha çok buluşmak dileğiyle efendim.
Kötülüklerin Oğluşum Zümrüt gibi uçuruluverdiği bir hafta
diliyorum. :)
Sürç-ü lisan ettiysek affola.
Sevgiyle…
Periniz
*Bu Kalp Seni Unutur Mu? / Şarkı / Söz: Fikret
Kızılok & Müzik: Özkan Samioğlu
"Bir hasretlik yüzün vardı
İçinde bir hüzün vardı
Söyleyecek sözüm vardı.
Bu kalp seni unutur mu?
Bu kalp seni unutur mu?
Bu kalbim seni unutur mu?.." 🥀