Merhabalar, epeydir diziye site yorumu yazamıyordum. Ama
kısa sürede hikâyede birçok sıçrayışı yapmak durumunda kaldık, dedim ben de o
zaman artık gelin bi’ layığıyla konuşalım. Sizlerin de bildiği üzere dizinin
reytingleri son zamanlarda pek iyi değildi. Hakkında pek çok kez final haberi çıktı
ama bir şekilde kanal arkasında durmayı seçti. İyi de oldu yani gerçekten böyle
güzel bir ekibin tam potansiyelini ortaya çıkartmaya fırsat bulamadan
dağılmasını ben de istemiyordum. En azından zamanında Benim Tatlı Yalanım’da
yapıldığı gibi boşlukların dolmasını istemiştim.
Geçen haftalarda kısa yorumlarımda bahsetmiştim, bir
sıçrayış gerekiyor hikâyeyi kurtarabilmek için diye. Düşük tempoyu arttırmak ve
çeşitlendirmek gerek demiştim. Özelliklerde mekânlarda ve müzik seçimlerinde bu
değişiklik bariz gerekiyordu. Ekip de bu sıçrayışı karakter değişikliği yoluyla
yapmayı seçti. İnce bir ipin üzerinde kâh çubuklu kâh çubuksuz dengede kalma
çabası gibi riskli bir tercih bu. Tabii ki perde arkasında sürecin nasıl
işlediğini tam olarak bilemeyiz. Dilerim tüm ekip için en hayırlısı olur ve bunca
emek reytinglere yansır. Gelin biz hikâyenin gidişatında neler oldu oraya bi’
bakalım.
Kimi zaman çölde vaha... 💫
Şimdi, Eylül dizilerine uyum sağlayabilmek adına açılan yeni
konular vardı. Ayşen’in annesi mevzuu bunların başında geliyor. Açıkçası bu
tarafta karşılıklı derin bir yüzleşme izlemeyi çok isterdim. Benim Tatlı Yalanım’da
(bölümü izlerken aklıma bu dizi geldi, o yüzden sürekli bunu örnek veriyorum)
Suna’nın annesiyle olan hikâyesi aşama aşama çok güzel işlenmişti. Yani en
baştan kızı için gelen birisi o kadar zaman Celal Bey’le Perihan Hanım’la o
tarzda niye uğraştı? Biz neden o tarz, hafif komediye kaçan sahneler izledik
bilemiyorum. Hasta baba mevzusuna girmeyeceğim, çünkü hani onun son dakika
olayı hızlı toparlayabilmek için olduğu belli. Şimdi planlı olmayan bir şey
için tutarlılık beklemek zor.
Zaten bu tarz olaylarda mağduriyete uğrayan
ikinci tarafın senaristler olduğunu düşünüyorum, çünkü gün sonunda tüm ihale
onların başına kalıyor. Hadi şimdi kurduğun tüm dünyayı boz ama bozulmuş gibi
durmasın bak burası önemli, sonra da yenisini yarat. Bir hikâye kurgulamak
ciddi zor bir olay, yani yazmak hiçbir şey o kafada taşları yerine
oturtabilmenin yanında. O yüzden sadece şans diliyorum, umarım zamanla kalan
boşlukları da doldurabiliriz.
Ezgi Şenler ❤
Ayşen’in bu tarz bir olayla ailesini bırakıp gitmesi değil
de okul okumak için gitmesi daha iyi olurdu diye bir yorum okudum Twitter’da. Birincisi
yalnızca biyolojik babasını ziyaret edip gelmeyeceği, orada bir eğitim planı da
yaptığı Süheyla’yla olan diyaloğunda geçirildi bu cepte. Diğer bir taraftan da
onca bölüm işlenen Ayşe’nin annesi mevzusunu basit bir olaymış gibi kapatıp
geçemezdik, yani illa ki gidişin onunla bir alakası olacaktı.
Burada sadece Ateş’le olan ayrılıklarını hazmetmekte biraz
zorlanacağım sanırım. Evet, Ayşen baştan beri bu yalana bu sırra ortak olma
konusunda tereddütlü bir karakterdi. Hatta zaman zaman onu bencillikle bile
suçladığımız olmuştu. Ama son bölümlerde Ateş’in biraz kıymetini anlamış gibiydi,
aralarında daha derin bir bağ oluşuyordu. Yani Ayşen’in Ateş’i kendinden
koparabilmek için soğuk durmasını anlayabiliyoruz, burası tutarlı ama onca zaman Ayşen diye ölen Ateş’in
bir anda “Bana güvenmiyorsun demek.” şeklinde bozulması ve böyle bir durumda tavır alması ilginç
geldi. Evet biliyoruz Şirin’le yeni bir hikâyeleri olacak, bekletmeden buna
geçiş yapmamız lazım ama bu geçişi yaparken Ateş karakteri tutarlı ilerlerse
daha rahat izleyebiliriz.

Şirin karakteri rahat, gelişine davranabilen bir karakter
gibi duruyor. Ateş’i başlarda biraz ona karşı aynen böyle tepkili ve ön yargılı
izleyebilir, sonrasında ikisinin de birbirlerine dair ön yargılarını birlikte
kırmalarına şahit olabiliriz. Tabii gelecek bölümler bu hafta gibi “bir yanımız
yaprak döker, bir yanımız bahar bahçe” ** modunda olmayacağından daha rahat
işleyebiliriz diye düşünüyorum. Ya burada ikilinin arasındaki şeyin tutkuyla
sınırlı kalmasını asla istemiyorum, Ayşen’le Ateş de ilk başta full böyleydi ve
bence asıl bu yüzden ısınamamıştık. Duygu eksik kalırsa geri kalan şeylerin tam
olmasının bir anlam ifade etmeyeceği düşüncesindeyim, tabii burada
bahsettiğimiz temellendirilmiş duygu. İki ismin de önceki projelerinden yeterli
dram potansiyeli olduğunu biliyorum, umarım ömrümüz yeter de bunu doya doya
işleyebiliriz.
Selin Şekerci benim Melekler Korusun’dan beri çok sevdiğim
bir isim. Kaçak Gelinler ve Kızım gibi birçok işte de izlemiştim kendisini.
Gerçekten farklı bir ekran ışığı ve enerjisi var. Bu bölüm tabii doğal olarak
çoğunlukla Şebnem karakterine benzer bir hâldeydi, uzun ve sürekli konuşmasıyla
saçları eksikti sade. Ama inanıyorum ki ileride karakter kendine özgü yanlarını
da ortaya çıkaracaktır. Gerçekten ilk sahneleriyle tempoyu ciddi anlamda yükseltti.
Ama Allah için milletin içinde bizimkilerin aşk oyununu ortaya çıkaracak
hareketler yapmasa hoş olacak. ^^ İçimde bir yer hâlâ Ateş ve Yasemin’in
birlikte hareket etmeleri fikrini seviyor, o yüzden bu istemedir düğündür şudur
budur işleri doya doya izleyebilirsek çok sevineceğiiiim. Bilhassa Üzeyir Bey’in
Demir’e yaptığı işkencelerin bir kısmını da Ateş’e ayırması çok hoşuma gidecek.
^^ Ama tabii kıyamaz o efendi damadına, olan bizim çelik prensimize oluyor…
Olan benim çocuuumun kafasına oldu ya...
Demir ve Yasemin dizinin başından beri işlenişine
bayıldığım, tek bir falso bulamadığım efsane bir çift. Yani o tatlı flört
hâlleri, tutkudan da öte o âşkın en sevdiğim hâlini yansıtmaları benim çok
hoşuma gidiyor. Masumiyet, sahiplenme duygusu, güven, kıymet bilme, kırmaktan
korkma, bakışından anlama, kıyamama… Ne ararsanız var. ♥
Nazarım değmesin olur mu yaa? N’olur bakın hadi dünya yansa siz orada tatlı
tatlı durmaya devam edin. Öyle nahif bir şey ki aşk, parmak uçlarına bile sığıyor...
Canlarım benim! 💜 Demir’in aslında sert yapılı, hızlı sinirlenen bir karaktere
sahip olmasına rağmen konu Yasemin olunca tavırlarına ve sözlerine gelen özen
beni büyülüyor. Büyülü kekin büyüsü hiç kalır bunun yanında. ^^
Nezaket bayan
yerine hanımefendi demek değil, diliyle bayan dediğine her hâliyle hanımefendi
gibi davranabilmekte bence. Her daim niyetin önemli olduğunu düşünürüm, özel
hayatımda da insanların davranışlarını buna göre değerlendirmeye çalışan bir
insanım. Demir’in niyetinin sahte nikâh cüzdanını bulup sakladığı zamandan beri
her daim korumak, kollamak, incitmemek olduğu belli. O zaman hazırsanız bizim
hikâyelerimizi yazan kişiye karşı o bilindik duamızı tekrarlayalım: Bizim de bi’
Demir’imiz olmasın mı? ♥ (Burada peri
adına amin demeyene yazı sonu iyi dileklerim geçerli değildir, ayıbın da bi’
karşılığı olmalı ama dimi?...)
Bunların da bi' ortaları yok, ya birden ayrılıyorlar ya da birden birleşiyorlar...
Bu haftalık satırlarıma son verirken gelecek bölümlerde
Emin-Gülriz ikilisini bu kadar yoğun bir duygusal sahne potansiyeli varken daha
fazla yüzeysel geçmemeyi diliyorum. Alın bu da size benim mektubum efendi, yok
bunu bizzat ben yazdım. Hop! Bitti cümlem. Yazıyı bitiriyorum.
Ayşen karakterine 14 bölüm boyunca en güzel şekilde hayat veren ve
son âna kadar duruşunu bozmayan Ezgi Şenler’e kocaman sevgiler… Yolu açık.
Özellikle dram türü bir projede kendisini çok daha iyi gösterebileceğini
düşünüyorum. İnşallah en uygun zamanda onu tekrar izleyebilmek nasip olur.
Ve Selin Şekerci’ye de Şirin’e de kocaman bir hoş geldin. Dilerim
hikâyeyi en güzel şekilde, hak ettiği ölçüde devam ettirebiliriz.
Sen Çal Kapımı dizisini bundan sonra düzenli takip edeceğimi
sanmıyorum. Düzenli yoruma devam etme sözümüzün şartını hatırlayan bilir. 😉 Onun
yerine eğer hikâyenin devamı da beni kendine çekerse Çatı Katı Aşk’a düzenli
yorum yazabilirim. Tabii siz de okursanız… Yani kendi kendime konuşmak bir noktada
sıkıcı oluyor. ^^
Her zamanki gibi yorumlar bizim, Twitter ve Instagram mesaj
kutularım sizindir.
Sürçü lisan ettiysek affola.
Sevgiyle, ümitle ve sağlıkla olması adına mümkün mertebe evlerinizde
kalın efendim.
Periniz
*Ah Bu Ben / Şarkı / Mazhar Alanson’dan dinlenesi…
** Öyle Bir Yerdeyim Ki / Şiir / Hasan Hüseyin Korkmazgil