İstanbullu Gelin’in 85. bölümü çok üzücü ve izlemesi de
ekibin şahane oyunculuğu sebebiyle izlemesi zor bir bölümdü. Esma’nın haline
baktıkça, Süreyya’yı gördükçe biz de oturduğumuz yerden dertlere kardık,
içimize kapandık adeta. O yüzden bölümle ilgili yazmak da bana şu an pek kolay
gelmiyor, diyebileceğim çok fazla bir şey yok gibi ama yine de finale 3 kala bu
bölümü de kayıt altına almadan geçmek istemem. Buyurun birlikte bakalım.
Bu nasıl sahne insafsızlar?
Sezonun ilk bölümünden beri merak ettiğimiz Süreyya’nın Esma’yı
öldürme konusu ilk defa bu kadar yakınımıza geldi. Esma Garip’in öldüğünü
anlamasıyla birlikte iyice derinleşen hastalığının ve acısının etkisiyle
Süreyya’dan açık açık onu öldürmesini istedi. Yalnız burada çok anlamadığım bir
yer var o da kapıya kulaklarını dayamış bekleyen onca kişinin bunca bağrış çağırışı
nasıl olup da duymadığı. O yüzden acaba diyorum Esma böyle bir şey söylemedi de
Süreyya mı hayal etti o kısmı? Tıpkı annesi ve babası ile ilgili kurduğu
hayaller gibi bir şey olmasın? Gerçek ya da değil onu göreceğiz fakat bildiğimiz
final virajını aldığımız ve bir de bütün bu olanların sonunda Süreyya’yı altüst
edeceği. Biliyorum Faruk kendi acısını yaşıyor ama keşke Esma’nın durumunun
manevi yükünün ağırlıklı olarak Süreyya’nın üstüne kaldığını fark etse ve bunu
önlemeye çalışsaydı, olmadı.
Bizim de fenalaştığımız anlar
Esma Sultan bölüm boyunca yüreğimizi dağladı durdu. Buradan
öncelikle İpek Bilgin’e seslenmek istiyorum: Biz sana ne yaptık da bizi bu
kadar perişan ettin? Bu kadar gerçek, bu kadar doğal oynamaya ne gerek vardı?
Esma’nın yanında Garip var sandığı anlardan Garip’in olmadığını anladığı anlara
geçişleri, gerçeği illa ki Süreyya’dan öğrenmeye çalışması girdiği şok, ruh
hali, suratının o ifadesi o kadar üzücü ve çarpıcıydı ki yazıya fotoğraf seçmek
için sahneleri bir kere daha izlemeye korktum resmen, erteledikçe erteledim. Yazan, oynayan, yöneten ve ekibin parçası olan
herkese bize bu kadar özenli bir dizi izlettikleri için teşekkür etmekten başka
bir şey gelmiyor aklıma. Bir de Boranların o aile olma hali çok dokundu bana. Üç
sezondur itişmeleri, kakışmaları, didişmeleri sonunda gerçekten Esma’nın hayal
ettiği o tek yumruk aile oldular ve Esma maalesef bunu göremedi.
Bu sefer biraz abartmadın mı Siren?
Bölümün sevmediğim ve biraz manasız bulduğum tek kısmı Siren’le
ilgili kısımlar oldu. Tamam, Siren patavatsız ve biraz şuursuz biri ama o konağa
gelmeden önce Esma’nın durumu ile ilgili çoktan bilgi vermiş olmak gerekmez
miydi? Yani patavatsız da olsa hasta olduğu bilinen bir kadına öyle davranmaz
kimse dünya üstünde, Siren de yapmazdı. O kısımlar biraz zorlama geldi.
Dünyanın en güzel sahnesi
Bölümde en sevdiğim
sahne ise Güneş-Adem nikahında Güneş’in Adem’i alnından öptüğü sahneydi. Sadece
bu bölümde değil, izlediğim tüm dizilerdeki tüm bölümler arasındaki favori
sahnelerimden biri oldu bu. İstanbullu Gelin’in en sevdiğim kısmı ne olursa
olsun içinden atmadığı bu mizah anlayışı ve bir de bildiğimiz şeylerin
manasızlığını yüzümüze vuran ve bunlara nanik yapmaktan hiç korkmayan cesur
İstanbullu Gelin kadınları. Bu sahneyi düşünen ve oynayan kim varsa hepsinin
eline sağlık.
Adem’le Güneş’in evlat edinme konusundaki kararlılık ve
cesaretleri de çok güzeldi ve içimi ısıttı. Güneş’in ‘Kızımız neden bir günü
daha orada geçirsin?’ sorusu aklımdan çıkmadı uzun süre. Daha bir sene önce işkolik ve sert bir kadınken
şimdi ‘Çocuğumu bakıcıya bırakamam, yanımda işe mi götürsem?’ diyen bir kadına
dönüştü bir anda Güneş, ne de güzel oldu. Değişimlerini izlediğimiz karakterler
arasında en radikal değişimi geçirenler Adem ve Güneş oldu belki de ama
enteresan bir şekilde en inandırıcı bulduklarım da onlar.
Önümüzdeki bölüm de belli ki derin bir dramla geçecek ve
finale kadar İstanbullu Gelin’ciye gün yüzü olacağını sanmıyorum. Heyecanla,
merakla ve epey de gergin bekliyoruz. İyi seyirler dilerim.