"Hep sondu, hep zordu, çok yordu yollar
Sen orada, ben burada, bak yasta yıllar"*
Gerek Adem’in kötürüm oluşu, gerek Esma’nın sevdiğinin
iyiliği için ondan vazgeçme klişesi derken adeta Yeşilçam rüzgarlarının estiği
bir bölümdü 66. bölüm. Neden bilmiyorum ama bir kopukluk hissettim, tüm
hikayeyle bütünleşemedim. Dramatik hikayeler ile onları hafifletmek için araya
serpiştirilen komikli sahnelerin dengesi, bazı bölümlerde iyi tutturulurken bu
bölümde o iki akış arasındaki geçişin kıvamı tam tutturulamamış, sanki tam
harmanlanamamış gibiydi. Nazif’in gördüğü halüsinasyonlar, Süreyya’nın Faruk’a
başarısız sürpriz girişimi, Osman ve Gülbin’in yanlış anlaşılmaya epey müsait
kazaları filan epey eğlenceli sahnelerdi aslında, baya güldürdü. İzlemekten çok
korktuğum Alzheimerlı Esma hikayesini de hafiflettiler hatta. Ama bir yandan da
reklam arasında başka bir diziyi açmışım gibi hissettim. Sen de ne istediğini
bilmiyorsun diyebilirsiniz, olabilir. Belki de benim ağzımın tadı pek yoktu.
Bu sefer en sondan başlamak istiyorum, beni hem çok üzen hem
de sinirlendiren sondan. Garip’in düştüğü hale üzüldüm, Esma’nın yaptığına
sinirlendim. Genç Esma ve Garip sahnesi, Garip’in elindeki nergislerin kokusu
kadar iç açıcıydı fakat şimdiki halleri de aksine iç karartıcıydı. Üzgünüm ama
bu hastalanıp da, bunu sevdiği insandan gizleyerek, onun iyiliği(!) için -fedakarlık
kisvesine bürünmüş bir bencillikle- ondan vazgeçme klişesi de o yiyemedikleri
kup griye kadar iç bayıcıydı. Karşısındaki insana hiçbir söz veya seçme hakkı
tanınmadan verilen bir karar bu, dolayısıyla da büyük bir haksızlık. Bırakalım
da herkes gerçekleri bilsin, bunu kaldırıp kaldıramayacaklarına, bunu yaşamak
isteyip istemediklerine kendileri karar versinler.
Gerçi Esma’nın, etrafındaki insanların da birer birey
olduğunu unutarak onlar adına karar verme, onların hayatını yönlendirme huyu hep
vardı. Ona boşuna mı Esmarator deniyor? Bu açıdan, bu hamlesi de tutarlı bir
hareket. Fakat o zaman yanlış olduğu
gibi, şimdi de yanlış yapıyor. Onunla iyi günde ve kötü günde yan yana yürümeye
söz vermiş, hayat arkadaşı olacak insan adına bu kararı verip onu yeniden
eskisi gibi hayal kırıklığına uğratmaya, kalbini yeniden darmadağın etmeye hiç
hakkı yok. Geçmişte anne babasına karşı duramayışı bir yana, daha geçen sezon
ailesinin temelleri yerinden oynadı diye, anneliği pahasına kadınlığını
yaşayamayacağı için Garip’i yeniden terk ettiğinde Garip kalp krizi geçirmişti.
Şimdi hayallerine bu kadar yaklaştıktan, iyice yükseldikten sonra yeniden o
gökdelenin tepesinden aşağı bırakıldığında ya yine adamın kalbine iniverirse?
Bunu hiç düşündün mü Esma Sultan?
"Sakın o sen misin giden?"*
Yalan yok, Esma’nın hastalığını öğrendiği andan itibaren her
sahnesini yüreğimde ağır bir taşla, içim ezilerek izledim. Hep anılarıyla,
geçmişiyle, köklü bağlarıyla övünen Esma’nın, zamanla tüm geçmişi unutacak
olması kaderin onunla geçtiği bir alay mı bilemiyorum. Arkadaşının durumuna
bizzat şahit olduğu ve ailesinin fertlerini deftere yazdığı sahnelerde boğazım
düğümlendi, burnumun direği sızladı. Doktorun önerdiği yöntemlerle süreci
uzatmak mümkün madem, o acımasız sona yetişene kadar yaşanacak güzellikleri de
sonuna kadar yaşamak gerek. En baştan, sanki her şey yarın olacakmış gibi
kestirip atmamalı.
Garip normal şartlarda bu sebepsiz terk edilişinin peşinden
koşar aslında, Esma’nın söylediklerini kabullenip bir köşeye çekilmez. Ama bu
sefer onun da yorulmuş olmasından çok korkuyorum. Bölümün başında, Esma
hastalığının şokundayken, Garip’e karşı öyle isteksiz ve durgundu ki, Garip de
bunu üstüne alınıp daha fazla sürüncemede kalmak istemediğini söylemişti. Ya
Esma’nın bu yaptığından sonra “Ne yaparsam yapayım olmuyor, hiçbir şeyi değiştiremiyorum,
tarih devamlı tekerrür ediyor.” diye kendi kabuğuna çekilirse?
Yazı devam ediyor.