Bölüm yorumuna geçmeden önce bu bölümün anlam ve
önemini belirten, Karlos’un tabiriyle “Festivallerde konuşma yapan belediye
yetkilisi” tadında bir konuşma yapmak istiyorum. Bir haftadır konuşuluyor ancak
duymayanlar için tekrar anlatayım.
Birkaç haftadır Ulan
İstanbul’un biteceği dedikoduları dolanmaya başlamıştı. Böyle dedikodular
bir zehir gibi her yeri sarar ve sonu gelmez. Gel gelelim “Ateş olmayan yerden
duman çıkmaz.” diye tuğla gibi bir atasözümüz de var. Birden bire bir şeylerin
değişeceğinin sinyallerini almaya başladık. Ulan
İstanbul ekibi ve Kanal D, bugüne kadar Türk televizyon tarihinde
denenmeyeni denediler ve dizinin yayınlandığı platformu değiştirdiler. 16 Şubat
2015, Pazartesinden itibaren Ulan
İstanbul’un yeni adresi www.kanald.com.tr ve mobil uygulamalar. Bundan
sonra Servet Abi’den Kandemir’e FerDer tayfasından Hayati’ye kadar herkesi
internet ortamından, dilediğimiz zaman izleyebileceğiz. Üstelik 1,99 TL
karşılığında.
Peki, ne değişecek? Her şeyden önce elveda uzun dizi
süreleri; merhaba 45 dakikalık Ulan
İstanbul. Sana da merhaba daha kaliteli mizah! Ooo sen de mi buradaydın
daha özgür ifade şekli?! Evet, aynen öyle! Bundan sonra daha özgür, daha yüksek
bir mizah anlayışıyla, dünya standardına uygun olarak 45 dakika ve daha yüksek
görüntüsü kalitesinde Ulan İstanbul'u izleyebileceğiz. Yani “Daha çok eğlenicez!” İlk duyduğumda beni biraz
düşündürmüş olsa da aslında ne kadar önemli bir işe öncülük ettiklerini anlamam
çok uzun sürmedi. (Kendimden dedikodu: Bu işte Erkan Kolçak Köstendil’in de
parmağı olduğunu düşünüyorum. Kendisi vakt-i zamanında ilk Facebook dizi olan Mukadderat’a imza attığından böyle
işlere pek bir teşne.)
Gelelim ekranlardaki son bölümümüze…
Senaryodan gol yememek için bir önceki bölüm yorumumda
Ceyhun, Nevizadeler’in konuştuklarını duydu mu deyip konunun ucunu açık
bırakmıştım. Vallahi duymuş. Hem de öyle böyle duymak değil. O sohbet sırasında,
benimde sonradan fark ettiğim çok ince bir detay vardı. Nevizadeler, Firuz’dan
bahsediyordu ancak kendisinde “şerefsiz” şeklinde hitap ettikleri için Ceyhun,
büyük balığı anlayamadan direkt küçük balıklara yöneldi. Zaten düzen böyle
değil mi? İzlediğim bir oyunda ne diyor biliyor musunuz: “Bir banka soymak, bir
banka kurmanın yanında nedir ki?” Nevizadeler, Firuz ve Ceyhun arasındaki
ilişki de bu durumdan ibaret. Firuz yetmezmiş gibi artık bir de Ceyhun'un soğuk nefesi Nevizadeler'in ensesinde.
Kandemir,
Firuz’un; Ceyhun hepsinin peşinde!
Ceyhun’u şimdilik oyun dışı bırakırsak Firuz ile Kandemir
arasındaki çetin savaşın bu bölümde de devam ettiğini gördük. Üstelik bu sefer Kandemir’in
neden “çaldığını” da öğrendik. Bir çocuk sahibi olabilmek için. Yani… Çok
mantıklı bir neden mi, bilemedim açıkçası. Birisine can borcunu ödemek için “çalmayı”
daha geçerli buluyorum sanırım. Kızı Elif’in doğum gününde dişe diş, kana kan
ruhuyla gezen Kandemir, Firuz ile buluştu. Konuşmanın kafa atmaya kadar
gideceğini tahmin etmemiştim.
Gülümse, çekiyorum! Ama Kandemir kararlıydı, Firuz'dan kurtulacaktı. Haklı, onlar kimleri
kimleri paketlediler, Firuz kim ki? O halde aksiyona Firuz’u fiziksel olarak takip
ederek geçtiler. Arabasına GPS takarken Bahadır’ın hali neydi ama öyle ya?! Allah
korudu resmen.
3 deyince kitleniyoruz!
Çok kasmayan bir takibin ardından Firuz’un karargâhını buldular:
huzurevi görünümlü bir ofis. E tabi o ofis nasıl huzurlu olmasın? Bir oda
dolusu tehdit, şantaj, montaj kasetleri, dosyalar. İnsan bu kadar kaynakla huzueu uzayda bile arayabilir. Yavru Nevizadeler ve tezgahın aranan dedesi sayesinde
tereyağından kıl çeker gibi Firuz’un ofisinden kendilerine ait dokümanları alıp
bir güzel yaktılar. Aslında Nevizadeler’e o ofisin içindekileri komple yok
etmek yakışırdı ya ne demişler: Bulandırma denizi, uyandırma Firuz’u.
Nevizadeler'in son albümü "Operasyonda gördüm seni" tüm müzik marketlerde!
Ya vallahi helal olsun bu Nevizadeler’e! Peşlerinde
polis olduğundan habersiz neler yapıyorlar. Evet, Nevizadeler, Firuz’un
elindeki görüntülerinin peşindeyken Ceyhun ve Esra’da Nevizadeler’in
görüntüsünün peşindeydi. İki film birden gibi, tövbe! Ceyhun, Esra’ya
Nevizadeler ile ilgili ne var ne yok gitti yetiştirdi tabi ki. Esra, zaten en
başından bu yana Nevizadeler’e diş biliyordu artık Ceyhun’u da yanına aldı ve hemen
bir plan yaptılar.
İlerde çocuklarınızı anlatırsınız artık “İşte her şey
böyle başladı.” diye.
Nevizadeler’e bir yem atılacak ve intikam çok acı
olacaktı. Aradıkları yem çok kısa süre içinde ayaklarına geldi. Salıverilmesi
karşılığında zengin bir evde hizmetçilik yapan ve çocuğunun sağlığına kavuşması
için hırsızlık yapan Aysel’i “Nevizade Çetesi”nin önüne iştahları kabarsın diye
attılar. Aysel ilk önce Nevizadeler’in radarına girmese de Ferdi ve Derya’nın
tesadüfen kulak misafiri oldukları bir telefon konuşmasından sonra duruma dâhil
oldu. Nevizadeler, Firuz’un pis işlerini yapmanın vicdan azabından bir nebze
olsun kurtulmak için Aysel’e yardım etmeye karar verdiler. Aman, koşun koşun hiçbir
kahramanlık fırsatını kaçırmayın. Daha öncede yaptıkları Gregor Samsa tezgâhıyla
Aysel’in çalıştığı eve girip, kasayı patlattılar. Gerekli olan parayı Aysel’e
teslim ettiler.
Ci-ci-ci-Ciyhuun and Esra on the mix!

C
anım, o kadar komik olan ne? Söyle, biz de gülelim.
Yalnız tüm bunlar olurken Ceyhun hep kayıttaydı. Nedir
bu Nevizadeler’in videoculardan çektiği kardeşim? Çeken çekene! Firuz çeker,
onun elindeki görüntüleri alırsın, hoop bir bakmışsın Ceyhun, elinde kamera!
Ceyhun’a da kızamıyorum doğrusu. Büyük hırsızların peşine düşse “Yılın polisi”
ödülü yerine kıdem tenzili alır. O da burnun dibindekileri yakalama peşinde.
Artık bütün kozlar Ceyhun’un elinde.
Ben bu çocuğun
hışmından korkuyorum, kaçıyorum ve daha tatlişko konulara geçiyorum: Yürümecilik.
Karlos ve Yaren bizim bildiğimiz Karlos ile Yaren’di. Ama Ferdi ve Derya’ya
hala, hala ve hala ısınamadım desem yeridir. Özellikle ormandaki sahnede kendimi camdan atmak
istedim. İstanbul’da kalan son yeşil alana ev yapma hayali gerçekten “dâhiyane”ydi.
Halbuki FerDer aşkının ilk alevlendiği günlerde teknede ne kadar tatlılardı. Ne
oldu bilmiyorum ama FerDer büyüsü bozuldu.
Maşuka, bizim bildiğimiz Maşuka. Bu hafta da “Kadınlık
Dersleri”ne devam etti. Sağ olsun, bir erkeğe yürünür mü, yürünürse nasıl
yürünür öğrenmiş olduk. Üstelik tişörte evlenme teklifini yazdığını görünce
ayrıca takdir ettim. İşte medeni cesaret, işte kendine güven! Gurumuzsun
Maşuka!
Ve bir Hayatisever olarak sonunda diyorum. Kaç haftadır,
pijamayla harap ve bitap düşmüş olan Hayati normale döndü. Off, neydi o öyle
sürekli bir bohem, sürekli bir inleme hali. Doktorun da dediği gibi hiçbir şeyin
yok, turp gibi. Hem çocuğa da ikna oldu. Hıh, şöyle azıcık yüzünüz gülsün
komşular!
Her şey, herkes bir yana bu bölümün bombası Ulan İstanbul’uın
senaristi Uğraş Güneş’in can verdiği Ebabil ve sahibi olduğunu rock eviydi. Fiki
Filoyt’a da sayelerinde selamımızı çaktık. Ne demiş abiler: “Vi don mim
kodikeşın!” Yani ben okumadım diyor. 33 bölümdür en çok hangi sahnelere güldük
diye bir liste yapsam ilk üçte olur, net!
“Ebabil Rock Evi” rulezzz!
Bu bölümü güzelleştiren bir başka sahne ise yeni
şarkımızdı. BA-YIL-DIM. Yaren ve Karlos’tan bugüne kadar çok farklı şarkılar
dinledik. Yanarım ile 50 milyon kere yaktılar, Doktor ile yaralara tuz bastılar
ama bu başka bir güzel olmuş. “Tıkla beni” Ulan İstanbul’un yeni platformuna
geçişi için özel bir şarkı ama çok güzel ya. Hemen gidip yüzbinmilyon kere daha dinlemeliyim.
Ooo… Yandı bak buralar, kapandı gitti yaralar,
Daha da çok eğlenicez, Tıkla beni bu aralar.
Biraz gülelim diye başka şeylerden bahsettim ama televizyon
ekranındaki son bölümünde de lafı döndürüp dolaştırıp yine Ceyhun’a getiriyorum.
“Nevizadeler, buraya kadarmış! Şov bitti!” demesiyle bu bölümü de sonlandırdık.
Bundan sonra dizimizin yeni mekânı internet ortamı ama biz Ulan İstanbul’u
yorumlayamaya devam edeceğiz. Tıklamaya devam! :)