Bu bölüm herkes suçu kendinde aramak yerine, sorumluluğu
başkasına attı. Bilhassa da erkekler her daim, her koşulda mağdur olmayı
başardı. Hep yaptıklarının kabahatini yükleyecek bir günah keçisi buldular. Ya
anneleri ya eşleri yüzünden bu haldeler, kendi yaptıkları hiçbir şey yok. Mesela
Adem, içinde bulunduğu durumla ilgili olarak annesini ve Dilara’yı suçluyor.
Annesi çukur kazmış, Dilara da onu oraya itmiş. Peki, kendisi o çukurun önünde
durmayı niye seçmiş? Neden kenarda durmayı tercih etmemiş? İdil Hanım ona “Siz
değişmezseniz dünya değişmez. Düşleyen değişirse dünya değişir.” diye kaç kere söylemesine
rağmen, Adem onu oraya getiren nedenlere tutunmaktan vazgeçmeyi tercih etmedi. Ve bu
yüzden artık “kendi seçemediklerinin” toplamı değil. Belli bir noktadan sonra “seçmeyi
seçmediklerinin” toplamına dönüştü.
Dilara, Adem’i dinlememek konusunda suçlanabilecek en son
insan. Çünkü onca karakter içinde belki de, Adem’in iyileşmesi dışında başka
bir karşılık beklemeden onu dinleyen, defalarca ona şans veren, ruhundaki
fırtınaları dindirmek için uğraşan, yaralarına üfleyen tek kişi Dilara’ydı.
Adem “Ben sana rol yapmadım, başından beri böyleydim.” diyerek bir kenara
çekilemez. İlişkilerde tarafların birbirini değiştirmemesi, en başta nasıl
sevdiyse o yönlerine müdahale etmemesi gerektiğine inanıyorum. Ancak Dilara Adem’i
karanlığıyla kabul etti diyemeyiz aslında, Adem’in karanlıktan aydınlığa çıkma
ihtimalini görüp buna tutundu. Onu defolarıyla sevmiş olsa da defolarını
düzeltme potansiyeline inandı. Fakat artık Dilara’nın Adem’i bu şekilde kabul
etmemesini de çok doğru buluyorum. Çünkü Dilara onu değiştirmeye değil,
iyileştirmeye geliştirmeye çalışıyor. Yani çalışıyordu. Bu yönde elinden gelen
çabayı harcadıktan sonra değişen bir şey yoksa yürüyüp kendi yoluna devam
etmesi, herkes için en sağlıklı karar.
Fikret’in kum torbası nasıl İpekse, Faruk’un günah keçisi de
her zamanki gibi Süreyya! Her ne kadar darp yerine, adam öldürmeye teşebbüs
gibi abartılı bir suçla suçlanarak herkesin içinde rezil olmuş olsa da, kendi yaptığı
düşüncesizliği ve bunun yol açacağı sonuçları Süreyya’ya yükleyemez. Evet Süreyya
haber vermeden ortadan kayboldu ve bu bir hataydı. Ama o noktadan sonra Faruk’un
attığı her adım; gidip Adem’e püskürmesi, onu dövmesi bizzat kendi tercihiydi. Bu
yüzden Süreyya’ya kızıp hırsını ondan çıkartacağına, bir yetişkin gibi bunun
sorumluluğunu da kendisi taşımalıydı. Bu yaşında hâlâ öfkesini kontrol etmeyi,
tahriklere kapılmamayı öğrenemediyse sorun onda demektir. Öyle bir haldeydi ki,
daha karakolun kapısının önünde bile tutmasalardı yeniden Adem’e saldıracaktı.
Şimdi bunda Süreyya’nın ne kabahati var?
Elimizde en düzgün erkek karakter olarak Garip Bey kaldı. Ne
varsa eskilerde var azizim! Sevdiğine her koşulda destek veren, ona adeta
oksijen maskesi gibi nefes aldıran bu beyefendi için Esma ve Ülfet kapışmakta pek
de haksız sayılmazmış.
Her ne kadar büyük Yaz’ın gelecek sahneleri bu
konudaki ümidimi kırsa da; yapı itibariyle
İstanbullu
Gelin’i diğer dizilerden ayıran “özüne” odaklanan; Süreyya’nın rotasını
bulma, elinin değdiklerine yetme çabasının öne çıktığı, mücadelenin gücüne,
gelişimin güzelliğine vurgu yapılan yeni bölümlerde görüşmek dileğiyle…