Aslı'nın geçen hafta
başladığı, bence zaten çokça gecikmiş olduğu sorgulaması bu hafta da devam
ediyor. Geçen hafta Ferhat'ın başı kalabalıktı, Aslı da sorgulamalarını
doğrudan Ferhat üzerinden yürütmüyordu. Bu hafta, ani bir aydınlanma sonucu,
abisinin Ferhat yüzünden öldüğü sonucuna ulaştı Aslı. Vardığı noktada,
söylediği sözlerde haksız değil. Acısını da öfkesini de anlamak benim için zor
değil. Ama bu sorgulamayı yapmaya Aslı çok çok çok çok geç başladı ve buna
oranla sonuca da çok çabuk ulaştı.
"Sen
haklıymışsın, insan mecbur kalınca karanlık tarafa geçebiliyormuş,"
cümlesini duyar duymaz "Eyvah" dedim ben. Kızdığım, korktuğum her şey
bir cümlenin içine sığdırılmış gibiydi. Aslı o tetiği çekmeye kendini mecbur
hissettiğini söylüyordu ki bu, Ferhat'ın "sıkmayalım da ne yapalım"
demesinden farksızdı. Karanlık tarafa geçmenin bu kadar kolay olması ve
Aslı'nın bunu olanların zorunlu sonucu gibi görmesi, geçen haftaki
sorgulamalarının boşa gitmesi anlamına geliyordu. Ve haklıymışsın diyerek bütün
bunlarda bir sorun olmadığını, bunun hayatın olağan akışı olduğunu kabul ediyor
gibiydi.
Oysa Aslı bu noktadan U dönüşü yaparak bir zamanlar neşter tutan, iyileştiren
ellerle bugün silah tuttuğunu, can almaya kalkıştığını söyledi. Bunun farkına
varmış olması beni bir nebze rahatlatmıştı ki Aslı bu sefer de bütün suçu
Ferhat'a atarak sorumluluğu da onun omuzlarına yükledi. Tamam, Ferhat bütünüyle
suçsuz değil, ama Aslı'nın söylediği
kadar suçlu da değil, bu konuda tek suçlu da değil.
Ferhat Aslı'yı
evliliğe zorladı, eve kapatmaya çalıştı, peşine adam taktı ve benzeri bir sürü
şey yaptı ve biz de bunlardaki problemi uzun uzun konuştuk. Fakat Ferhat
Aslı'yı baştan çıkarmaya, kışkırtmaya, kendine âşık etmeye çalışmadı. Kendisi
âşık olduğunu fark ettiğinde onun aşkını kazanmaya da çalışmadı. Aksine,
kendisini fark ettikçe Aslı'dan uzak durmaya, onu da kendinden uzaklaştırmaya
çalıştı. Ferhat uzaklaştıkça bir şekilde yaklaşan da hep Aslı oldu.

Cem'le geldikleri
son noktada da Ferhat'ın bir suçu yok. Hatta bence Aslı'nın da suçu yok. Açık
açık bunu diyemedi ama Cem Aslı'ya, "Ya Ferhat ya ben" dedi, Aslı
için bu, "Ya abim ya Ferhat" değil, "Ya abim ya ben"
sorusuydu ve Aslı kendisini seçmişti. Bence de doğru olan buydu, çünkü ne kadar
yakınınız olursa olsun kimse size böyle bir şey söyleyemez, böyle bir tercih
yapmanızı isteyemez sizden. Dolayısıyla Aslı'nın üzüntüsünü anlasam ve
pişmanlığına bir nebze hak versem de bu halleriyle Cem'in o son tavırlarını
onaylıyor olmasını kabul edemem.
Ferhat'ın Aslı'nın
karşısına çıkıp çıkıp "Bin arabaya" dediği yerlerde, Aslı'nın
"'Bin şu arabaya' değil, 'seni seviyorum'," cümlesi çınladı benim
kulaklarımda. Aslı, abisinin son sözlerini doğru kabul etti ve o yolda yürüyor
şimdi. Bugüne kadar verdiği mücadelede başarısız olduğuna ve içinde bulunduğu
durumun bir çıkışı olmadığına inanıyor. Bu yüzden de daha önceleri görebildiği,
görebileceği şeyleri artık göremiyor.
"Artık seni
sevmek istemiyorum," cümlesindeki acı bana çok dokundu, çok büyük, çok
zorlu bir yoldan geçilerek kuruldu o cümle, hepimiz biliyoruz, şahidiyiz. Ama
esas problem bu değil. Şu an Ferhat'ı sevmek istememekte sıkıntı yok, çok da
uzak olmayan bir geçmişte onu sevmiş, sevmek istemiş ve değiştirebileceğine
inanmış olmakta sıkıntı var. Aşk değiştirir, doğru. Ama Aslı, aşk değiştirsin
istemedi, kendisi değiştirmek istedi Ferhat'ı. O siyah beyaz köprü sahnesinde
Ferhat'ın söylediklerinde haklılık payı yok değil. Meslek aşkıyla ya da değil,
Aslı Ferhat'ı değiştirmek istedi. Kasıtlı olarak onu başka biri yapmaya
çalıştı.
Ben buna kibir
demekten imtina ederdim ama bu düpedüz kibir, evet. Ve bu kibir sadece Aslı'ya
mahsus değil. Hepimiz, Ferhat'ı Aslı'ya uygun görmeyerek, layık bulmayarak buna
katkıda bulunduk, bulunmaya da devam ediyoruz. Aşk bir hakkaniyet meselesi
değildir, okunu en olmayacak yere saplayarak bize her seferinde gösterir de
bunu. Ama biz inatla ve ısrarla o gözlüğü takar, yakışıp yakışmadığına,
birbirine layık olup olmadığına bakar dururuz çiftlerin. Oysa aşk yakışmayanda,
uygun olmayanda, hak edilmeyende, layık olmayandadır. Azad Baba'nın dediği
gibi, sevdayı sevda yapan da o imkânsızlıktır.
Siyah Beyaz mı gerçekti yoksa renkler mi?
Yine de aşk
değiştirir, çünkü insan değişen bir varlıktır, hayatta kalmak ancak değişimle
mümkündür. Uyum sağlar, dönüşür, kavga eder, çarpışır, yaralanır ve başkalaşır.
Bunlar aşk nehrinin kendi yatağında akışı içinde olduğu sürece ne kibirden söz
edebiliriz ne de tek taraflı ölümden. Oysa önüne barajlar kurunca, suyun
yatağına, akışına, rengine, tadına müdahale etmeye çalışınca, taşıdığı taşa
toprağa, beslediği canlıya kusur bulunca, akarken berraklığına, yavaşladığı
yerde bulanıklığına laf etmeye başlayınca başkalaşıyor her şey. Ve burada,
Ferhat'ın akışını değiştirmeye çalışan Aslı kadar, Aslı ile birlikte akmaya
direnen Ferhat'ın da suçu var.
Çok sık yapıyorum
ama, yine hatırlatacağım bu hikâyenin en başındaki cümleleri: "Ateşin
denize, siyahın beyaza, güneşin aya duyduğu aşkın imkânsızlığı gibidir
Ferhat'la Aslı'nın aşkı. Oysa hepsi de gönüllüdür değişmeye, kendini var eden
her şeyi bırakıp yeniden doğmaya, aşk için değişip bir olmaya. Aşk, imkânsızı
mümkün kılmak, kaderi alt etmek için çırpınan aşk. Her aşk, Ferhat'la Aslı olma
niyetiyle yola çıkar. Kimi doğar, büyür, ölür; kimi sevdaya dönüşür."
Şu an bulunduğumuz
noktada kimsenin bir şeylere gönüllü olduğu yok. O köprünün üzerinde biz
ateşten sakınan bir barut ile kıvılcımlanmaya direnen bir ateş gördük, lakin
kaderi alt etmek için çırpınan bir aşk göremedik. Köprüde konuşulanlar
konuşuldu mu gerçekten, yoksa uzun ve derin bir suskunluk muydu olup biten,
bilmiyorum. Bilmek zorunda da değiliz diye düşünüyorum. Çok güzel yazılmış,
hakkıyla oynanmış, iyi çekilmiş, dolu dolu, derinlikli bir sahneydi izlediğimiz
ve net bir şey söylemesindense bize sayısız soru sordurmuş olması daha önemli.