Gelelim bu haftaya, benim için bol sürprizli, bir bölümdü. Yine
izlerken hiç sıkılmadım. Ve şu noktada; kurgunun da, aşırı başarılı olduğunu
düşünüyorum. Her sahne dozunda ve her geçişin, izleyicinin enerjisini diri tuttuğuna
inanıyorum. Daha önce de söylediğim gibi dizi sürelerinin aşırı uzun olması
sebebiyle, bunu yakalayabilmek ve özellikle dramda başarabilmenin çok zor olduğunu düşünüyorum.
Dedim ya, bölüm sürprizliydi benim için diye,
bunlardan en büyüğü, Vedat’ın vurulmasıydı kesinlikle. Bir an, Tahir’in
aklından geçenler diye düşündüm ve gerçek olduğunu görünce bayağı şaşırdım. O
an, Nefes’in neler hissedebileceğini sorguladım. Yıllarca size işkencenin her
türlüsünü yapmış bir adamın, canını almaya bu kadar yakınsanız, ne hissedersiniz
ve ne yaparsınız acaba? Bu çok tuhaf bir durum aslında. Bir yandan sonsuza
kadar kurtulmak, bir yanda katil olmak. Dizinin sorgulattığı şeyleri de
seviyorum galiba. Yalnız, şiddete karşıyız deyip, Tahir, Vedat’ı
yumruklarken hepimiz ohlanıp, halay çekmeye başladık ^.^ Hatta şu an, bir
kısmımız Mustafa’ya ve Eyşan’a çeşitli şeyler yapmak istiyor olabilir.
Ulaşcığım Astepe şahane bir oyuncu. Lakin, ağlama sahnelerinde keşke kendini bu kadar zorlamasa :( En iyisi göz damlası. ^.^
Mustafa’yı haklı bulduğum yerler oluyor bazen ama bu en son yaptığı çok bencilceydi. Yiğit’in, Eyşan’dan ve Vedat’dan nasıl
korktuğunu görüp de, insan kendi elleriyle teslim eder mi çocuğu? Gerçi
sevginin fazlası ve sevdiklerini koruma içgüdüsü, bazen bencilce şeyler
yaptırabilir insana. Allah başa vermesin. Ama Eyşan’a üzülürken, Nefes’in
neler yaşadığını, neler hissettiğini hiç mi düşünmez? Kot kafalı Mustafa! (Yazar
burada Karadeniz ağzından bildiği kelimelerle hava atmaya çalışıyor galiba. ^.^)
Eyşan, ilk bölümden beri benim çözmeye ve anlamaya
çalıştığım bir karakter. İlk başta, Vedat’da gözü olduğunu bile düşündüm
biliyorsunuz. Çünkü zaafı, tuhaf geldi bana. Daha da tuhafı, Nefes’le neredeyse
aynı şeyleri yaşayan bir kadının, zerre kadar Nefes’e sahip çıkmaması ve onun
yaşadıklarını görmezden gelmesi. İşin diğer tuhaf yanı da, Vedat’ın, Eyşan’ı
kurtarıp, onun için adam öldürüp, -üstelik küçük yaşta- aynı şeylerin daha
beterini Nefes’e yaşatıyor olması. Vedat’ın ne travması var, neden böyle bir
adam şu an bilmiyoruz ama Eyşan’ın bir kadın ve her şeyden önce aynı şeyleri
yaşamış bir insan olarak, sadece Vedat hayatını kurtardı diye onun pisliklerini
örtmesini kabul etmiyorum. Ve Vedat’a olan minnettarlığı, beni zerre tatmin etmiyor.
Bitmek bilmeyen kabus gibi...
Kadınlar; boşanmak istediklerinde bir sürü tehditle
karşı karşıya kalıyorlar. Bunların içinde en acısı, evlatlarıyla imtihan
edilip, cezalandırılmaları. İkinci bölüm yorumunu yazarken bahsettiğim
teyzelerimden biri, aynı şeyi yaşadı mesela. Teyzem boşanma davası açtı ve
ondan boşandı diye, eski kocası, binbir türlü oyunla, üç evladının velayetini
alıp ona göstermedi. Ki hâlâ göstermiyor. Bir de evlatlarını, annesine düşman
yetiştirdi. Vedat gibi adamlar, karşındakine eziyet etmenin bir yolunu her zaman buluyor
ne yazık ki.
Anne değilim henüz ama; bir annenin, evladı için her
şeyi göze alabileceğini çok iyi biliyorum. Nefes de kendi hayatından vazgeçip,
oğlu için Vedat’a dönme ihtimalini çok düşünecek gibi geliyor. Ama, Yiğit’in
dediği gibi onlar artık çok güçlü bir takım. Kimse yıkamaz bunu. Her acı, her
zorluk, onları birbirine daha da bağlayacak. Her şeyin üstesinden birlikte gelecekler
ve ayrı ayrı değil; bir arada, mutlu yaşayacaklar zamanı geldiğinde.
Kısa
kısa notlar
Aşkın gözü kördür demişler ya, şimdilik Mercan’a
kızamıyorum. Kızmam için hiçbir sebep yok çünkü. Ama günü geldiğinde, iş
kötülük yapmaya dönerse; o zaman başka.
Yangaz Murat’ı çok sevimli buluyorum. Adamda aşırı
özgüven var ama, beni rahatsız etmiyor. Lakin, ona hiç güvenmiyorum. Nazar’a
karşı gerçekten bir şeyler hissediyor mu, yoksa amacı sadece vakit geçirmek
mi, bilmiyorum.
Fatih’in aşk durumuyla ilgili herhangi bir şey yok
gibi şimdilik ama; Mercan’a bakışı biraz değişikti sanki. Ya da bana öyle geldi
bilmiyorum. Umarım öyle değildir. Çünkü, şu iki kardeş aynı kişi vs durumunu
zerre sevmiyorum.
Asiye Kaleli’nin duruşunu, tavrını, Nefes’e destek
olmasını çok seviyorum ve takdir ediyorum. Ayrıca, araba kullanmayı tez zamanda
öğrenmesi lazım. Bence Mustafa’yla direksiyon derslerine başlasalar, güzel
sahneler izleriz gibi geliyor. ^.^
Son olarak;
Bir sitcom izlerken, ne izlemek istediğinizin
farkındasınızdır. Gülmek ve eğlenmek için izlersiniz. Romantik komedi
izliyorsanız, dolu dolu aşk izleyip, biraz da gülmek istiyorsunuzdur. Dram
izliyorsanız, ağlayacağınızı bilirsiniz. Entrikaya doyacağınızı da. Kısacası bir şey izlerken, ne bekleyerek ve ne izlediğinizin farkında olmak çok önemli. Şahsım adına, Sen Anlat Karadeniz’de
ne izlediğimin ve ne izleyeceğimin farkındayım. Demek istediğim şu ki dizinin, yola çıkış hikayesi nedeniyle, üzerinde
çok büyük bir baskı ve sorumluluk var. Kadına şiddeti, anlatmaya çalışmak ve
bunu doğru şekilde yansıtıp, aynı zamanda kurguya sadık kalıp, izleyicinin
dikkatini çekmek de, ayrıca emek ve uğraş isteyen bir iş. Çünkü neticede bu bir kurgu,
belgesel değil.
Sen
Anlat Karadeniz, daha çok yolun başında. Ve bazı tez canlı
izleyicilere de, bir miktar sabır gerekiyor. Az önce de söylediğim gibi,
dizinin üzerinde bir sorumluluk var. Ama, hiçbir şey yapmasalar bile, şu beş bölümde verdikleri mesaj benim için çok önemli. Ekstra hiçbir şey olmasa bile, -ki
eminim olacak- bu bir kadının, şiddetten kurtulmak için verdiği mücadele, bir baş kaldırı ve kaderine razı olmama hikayesi.
Müsait olduğum başka bir hafta görüşmek dileğiyle…