"Misafirlikten de pek şikayetin yok gibi he? Genelde, dışarıda derdi tasası olanlar böyle olur... "
Böyle demişti Azat Baba Ferhat’a, geçtiğimiz hafta. Ferhat’ın dışarıda değildi aslında derdi tasası, içerideydi, çok içeride; içinde. İçinde taşırken sevda yükünü, içerisi dışarıdan daha “İyi...” idi ya da “Sıkıntı yok.” idi fakat Ebru’nun Şahin Cigal’in kızı olduğunu -ki işler başkaymış- öğrendiği zamana kadar...
Ferhat’ın Aslı’dan kaçtığı, Aslı’nın Ferhat’ı kovaladığı, ikisinin de birbirine nicedir çekildiği fakat olamadıkları, olduramadıkları bir meseleleri vardı. Ferhat’ın Aslı’yı sevdiği zaten hepimizce malumdu, bunda da bizim açımızdan sıkıntı yoktu, her şey iyiydi ama “Karımı arayacağım!” diyerek mapushane kapısını tekmelediği an öyle bir andı ki sevgisinin çokluğunu, içine sığmazlığını bizlere haykırmıştı Ferhat. Bizlere haykırmıştı haykırmasına ama Aslı tüm bunlardan bihaberdi.
Aslı Ferhat’ı yaralarından tanıyan, acısını gören, ondan artık korkmayan, onunla cayır cayır yanan bir ateş çemberinin içine girmekten çekinmeyen cesur biz aşıktı; fakat aşkının karşılığını göremiyordu. Oralarda bir yerlerde, Ferhat’ın derinlerinde o aşkın karşılığı vardı biliyordu ama erişemiyordu. Her bir emrinde, her bir soğuk bakışında, her bir iğneli cümlesinde daha derinine gömüyordu Ferhat Aslı’nın aradığı karşılığı.
Çünkü Aslı ona, “Sen severken de öldürürsün.” deyivermişti.
İnsanın sevdiğinin cümlelerine inanıverme gibi bir huyu vardır; Ferhat kendisini yargıladığında da tüm sevdikleriyle aynı sonuçları bulmaktan çekinmeyecek kadar mert bir adam. Yalnız Aslı değil; Yiğit ve Suna da Ferhat’tan çıkartıyorlardı acılarını... Zora düşenin en kolay yöntemi değil midir zaten suçlama eylemi? Ferhat kendisini ne kadar suçlarsa suçlasın, ayak üstü, Aslı’yla belki de ilk kez, gerçek bir iletişim kurdu Yiğit’in kapısının önünde. Yiğit’in kendisine dediklerini bir bir Aslı’ya anlatmak istedi ve laf arasında Aslı’nın belki de fark etmediği bir şeyden bahsetti; Suna ile konuşurken, Aslı yanında olsun istedi.
Geçtiğimiz hafta Ferhat’a çok kızmıştım. Yaralarını ve acılarını bilmeme rağmen, bir kadına, gaflet sonucu birlikte olduklarını düşündürdüğü içindi bu kızgınlığım. Bu, Ferhat’ın cümlesi olsaydı, bir anlık öfkeyle söyledi çünkü kardeşinin düştüğü durumdan ötürü kendisiyle beraber herkesi suçluyordu diye düşünürdüm. Fakat bunu dile getiren Aslı’ydı ve Ferhat’ın bunun karşısında suskunluğu beni çileden çıkartmıştı. Ferhat’ın mapushane kapısını “Karım!” diye diye tekmeleten aşkı olmasa Ferhat’ın çekilecek hiçbir yanı olmazdı!
Çünkü Aslı bilmiyordu Ferhat’ın aşkını ve ben Aslı sustukça içimin ezildiğini hissettim. Aslı bağırsa çağırsa, ağlasa ya da, içim böyle acımazdı fakat Aslı sustukça ben kahroldum. Halbuki ben Ferhat’ı anlıyordum; neden böyle hissettim geçtiğimiz hafta, inanın ben de bilmiyorum...
Ve fakat, Ferhat Aslan bu hafta, tüm dünyada saatler 9’u gösterirken, kırdığı her şeyi tamir etti. Azad Baba’nın dediği üzere, kendi içlerindeki derde derman oluverdi. Ve öyle bir dermandı ki Ferhat Aslan’ın dile gelişi, şimdi istediği emir kipinin arkasına saklanabilir. İstediği kadar soğuk durabilir. İsterse yine duygusuz bir herife bile dönüşebilir hatta, Aslı’ya saat 9’dan sonra Ferhat’ın her halinin vız geleceğini biliyorum!
Çünkü Aslı’nın duymaya, benim de Aslı’nın duyduğunu görmeye ihtiyacım vardı!
“İyi, seni seviyorum işte yani bu, anladın mı?”
Bence anlamıştır Ferhat’cım, Ayhan Hanım’ın da dediği üzere Aslı zeki bir insan. Tatlı tatlı konuşuyorduk ne güzel şimdi Ayhan nereden çıktı değil mi? Ben de bilmiyorum çıkıverdi bir yerlerden işte ve kendisinden zerre kadar hoşlanmadım. Zaten, kendisi, hoşlanmamam üzerine yaratılmış bir karakter; orası da belli. Öyleyse herkes sağ, Ayhan ise selamettir inşallah.