Hayat Sırları yayına çıktığında hiç düşünmeden izlemem için
üç sebep vardı. Mahinur Ergun, Ahmet Mümtaz Taylan ve Olgun Toker... Sadece
Hayat Şarkısı’nda değil, evvelinde de heyecanla takip ettiğim bu üç isim, yarın
yeni bir projeye başlasa yine oturur izlerim.
Kabul etmeliyim ki, Hayat Sırları’nın yolculuğu zaman zaman
kalbimi de kırdı. İlk bölümünde herkesin hikayesine ortak olmaya çalışmamız,
rejinin duyguyu geçirememesi, castın yetersizliği derken peşinden sürüklenip
gideceğim bir diziyle değil de “Lütfen her şey yoluna girsin.” dilekleriyle
izlediğim bir diziye evrildi Hayat Sırları. Yoluna girmeliydi çünkü ben uzun
uzun izlemek istiyordum. Derken, birçok şey yoluna girdi. 6.bölüm itibariyle
bambaşka bir Hayat Sırları izledik. Fakat kaçan seyirci geri gelmedi. Hal böyle
olunca da erken final kaçınılmaz oldu.
Üzgünüm. Bu üzüntümün en büyük sebebi, ekran başına geçip de karşılaştığım aksaklıkların giderilmeye çalışılmasıydı. Umursamasalardı, “Kendi işlerini
kendileri umursamıyorlar, bana ne?” derdim. Ama o 6. bölüm, benim için bu açıdan
çok kıymetlidir. Bu yüzden üzgünüm işte. Çünkü hala birtakım eksiklikleri olsa
da, elden gelen en iyi şekilde rayına sokulmuştu dizi. Sözü net, duygusu tadındaydı.
Benim için Hayat Sırları’nın en büyük kazanımı Ecem Erkek
oldu. İlk bölümde kendisini çok beğenmekle beraber, karikatürize olmasından da
korktuğum bir isimdi. Bu karikatürize olma durumunun da tam ucundan dönülmüştü
geçen zamanda. Şirin’in şapşallıklarına çok güldüm, yeri geldi düştüğü
durumlara da birkaç damla gözyaşı döktüm. Demem o ki, Ecem Erkek’i bundan
sonraki projelerinde takip ederim. Yolu açık olsun…
Mustafa Kuzgun Bey, siz dünya tatlısı bir babasınız. <3
Hayat Sırları’nın en büyük eksiği ise bir esas aşkın
peşinden sürüklenemiyor olmamız oldu. Aile, bu hikayenin can damarı olsa da
insanın gözü hayranlıkla izleyeceği bir aşk arıyor. Esas kızla esas oğlanın
mutluluğuna, hüznüne ortak olmak istiyor. Seher ve Burak, hiçbir zaman SehBur
olamadı. Bu da ilk dezavantajı oldu Hayat Sırları’nın. Öyle ki İnci ve Mustafa’nın
aşkı kat kat büyüktü benim gözümde.
Seher-Burak aşkında detaylar arasında kaybolmamak, rejinin
destek olmaması da önemli etkenler olsa da Hazar Ergüçlü, inanmak istediğim
Seher olamadı hiç. Ne iyi bir avukat olduğuna inandım, ne de kızının yokluğuyla
sınandığına. Aşk ise, bir kenar süsüydü sanki. Hazar Ergüçlü’yü beğenerek
izlerim aslında fakat bu hikayenin Seher’i bambaşka biri olmalıydı belki de.
Hal böyle olunca Burak da eksik kaldı. Ekin Koç, birkaç
sahnesi dışında inandırıcılığında sorun yaşamadığım bir performansla taşıdı
Burak’ı. Ama dedim ya, ortada aşk yoktu. Çoğu zaman bir detay olarak yer aldı
Burak hikayede. Doğrusunu söylemek gerekirse inanmadığım bir aşkı izlemektense, Kuzgun ailesinin maceralarını izlemeyi, Hakan'ın oyunculuk yolculuğunda seyirci olmayı tercih ettim.
Hakan demişken... Koca bir sır vardı ortada. Gencecik bir adamın,
babasız geçen yılları vardı. Hayatını bir yalan üzerine inşa eden bir baba
vardı. Hakan, yavaş yavaş tüm ailenin gönlünü çaldığı gibi benimkini de çaldı. Özellikle ilk bölümde aşırı bulduğum performansının
günden güne oturmasıyla keyifle izlediğim bir Hakan karakteri çıktı ortaya.
Kuzgun ailesinin yanına yerleşmesi de karaktere duyduğum sevgiyi katladı durdu. Ve Hakan'ın üzerinden verilen mesajları çok sevdim. Bir de Hakan'ın repliklerini...
Yazı devam ediyor...