Hayaller uçsuz bucaksız, hayaller pembe bir balon kadar
cezbedici olsa da bir başka hayalle kesişmezse bir burukluk yaratabiliyor
insanda. Burak’ın sinemaya gönül verirken, kalbinde aşka dair kırgınlıklar
büyütmesi; Seher’in Burak’ın heyecanıyla daha da ortaya çıkan korkuları…
"Biliyor musun, ben senin annenim."
Esasında ne Burak’a gittiği için kızabilirim, ne de Seher’e
sakladığı için. Hayat bu ya; başımıza ne geleceği belirsiz. Gencecik bir adamın
kariyerini düşünmesinden daha mantıklı bir şey gelmiyor benim aklıma. Burak ve
Seher’in hayatlarına dokunan bir el olsam; Burak’ın heyecanını biraz azaltırdım
anca. Derdim ki; “Hayallerinin peşinden git ama Seher’e de seni beklemesi için
bir sebep ver. Geldikten sonra olacaklardan bahset, heyecanla seçtiğiniz
eşyaları nasıl yerleştireceğinizi anlat, korkularını hafiflet.” Sonra Seher’in
yanına giderdim. “Bekle… Bekle ama kendini de feda etme. Hayal kur, geleceğini
şekillendir, kendi hayallerinle sevdiğinin hayallerini ortak paydada buluştur.
Kimse için kendini feda etme ama sevdiğinden de vazgeçme.” derdim ona da.
Hoş, ben onların hayatlarına dokunsam da onlar yine kendi bildiklerinin peşinden gideceklerdi. Çünkü böyle büyür insan. Yaşayarak, deneyimleyerek... Büyümek, sancılı bir süreç...
Heyecandan yerimde duramadığım bir Hayat Sırları bölümünden
sonra buram buram kırgınlık hissettim ben bu bölümde. “Hikayemiz yarım kalmasın.”
telaşı bir de. Ortada sır diye bir şey kalmadı, her şey ortalığa saçıldı. Öyle
ki; Seher’in komşuları bile duymuştur bir bebeği olduğunu. Kısmet.
Babalık yükleniyor...
Burak’ın bölüm finalindeki tepkisi ne kadar iyiyse, bölüm
başındaki tepkisi de o kadar yetersiz geldi bana. Bir çocuğunun olduğunu öğrendiğinde
bu kadar da sakin kalamaz insan. Hadi bölümün sonunda onun içinde birikenler
patladı, peki ya Seher? Yıllar sonra kızına kavuşan bir anne nasıl olur da
arada ayağa kalkıp sonra yine yerine oturur? Nasıl olur da Meryem’in boğazına
yapışmaz?
Her ne kadar çok erken olsa da müthiş bir çatışmayla açıldı
bölüm. Seher, dönüp de gitmedi, haykırdı yaşadıklarını. Ama hiçbir duygu
geçmedi bana. “Hadi oynayalım da gidelim.” tadında bir sahneyle dizinin en büyük
sırlarından birini izledim. Ruhsuzdu, hiç tat vermedi. O hengamede Tuğrul Tülek’i
gördüğüme sevindim fakat, iyi ki konuk olmuş.
O sahnede ve sonrasında Arhan’a tutundum. Hem ailenin
içinden olduğunu belli eden korumacı tavrı, hem de yerini bilen mesafesiyle en
çok onu sevdim. Sakin ama mantıklıydı. Zaten Arhan, dizinin en sevdiğim
karakterlerinden biri.
Kemal de mantıklıydı o sahnede fakat ondan biraz daha mantık dışı tavırlar beklemedim değil.
Yazı devam ediyor...