Koca bir dilim cheesecake yetmez de tabağa bulaşan frambuaz
sosunda aklın kalır ya, işte öyle bir andayım. Tabağa bulaşan sos, koca bir
tepsi cheesecake haline dönse diye geçiriyorum içimden. Damağımda tadı kaldı
nihayetinde, nasıl söküp atayım aklımdan.
Son reklamdan sonra akan jenerik, frambuaz sosundan hallice.
Koca bir dilim keyif ise şimdi zihnimde. Hayat Sırları’nın 8. bölümü öyle
güzeldi ki, bir tepsi konsa önüme hayır diyemem. Çok güldüm, biraz da ağladım;
inanılmaz bir keyifle kalktım ekran başından. Daim olsun!
"Babası bana organik çay toplar mısın ellerinle?" Hakan
Öncelikle ana karakterleri tek bir aksa topladığınız için
teşekkürler! İçlerindeki voltran ortaya çıkmış, ritmi düşmeyen, tadına doyum
olmayan sahneler çıkmış ortaya. Ve dizinin eksik noktaları ustalıkla bertaraf
edilmiş. Hakan’ın dekoruyla gözlerimi kanatan evinden uzak olmak, Banu’nun
oyunculuğuyla girdiği sahnenin enerjisini düşüren babasının olmaması, Hakan’ın
setteki hayatının uzatılmaması, Tekgöz ve üvey kızının varlıklarını
hissettirseler de fiziksel olarak yer almamaları, Ayşen’in sadece ana hikayeye
yönelik faaliyetlerde bulunması derken eksikler giderilmiş ve üzerine başarı
tuğlalarıyla bir kat çıkılmış.
Hadi Burakcım, gidip küçük kardeşimin ilk buluşmasını basalım.
Haftalardır bir orada bir burada gezen Burak’ın merkeze
alınan varlığı, atılan en güzel adımlardan biriydi bence. Seher’le arasında bir türlü
oturmayan duygusal bağ bile gözüme çarpmadı, zira Burak yıllardır o ailenin
içindeymiş gibiydi o sahneler boyunca.
Sadece Kemal ve Burak’ın kavga sahnesinde modum düştü biraz.
Ekin Koç’un Burak’ını da, Olgun Toker’in Kemal’ini de çok beğenmeme rağmen sahne
çok ruhsuz geldi bana. Sevgili ve kardeş olabilmeyi hissedemedim. Aslında
Seher-Burak-Kemal-Tuba dörtgeninden beklentim daha fazlaydı, belki de bu yüzden
eksik kaldı sahne.
Kemalsi, hadi bana özel tariflerinden bir şeyler yap ama organik olsun.
Hakan’ın Kuzgun ailesi ile birlikte yaşayacak olması ise senaryonun
en başarılı manevrasıdır, net! Beklediğim bir şeydi aslında ama bu kadar keyif
alacağımı tahmin etmezdim. Mustafa’nın bir çocuğun kayıp zamanlarını telafi
etmeye çalışırken kendi çocuklarının çocukluklarına uzak olduğunu anlaması,
İnci’nin sinirlense bile Hakan’a anne şefkatiyle yaklaşması, Seher’in içten içe
sahiplenmesi, Kemal’in didişe didişe kabullenmesi, Şirin’in tatlı huysuzlukları
ve Hakan’ın kalbinde büyüttüğü yoksunluk…
Hakan’ın belki de abartılı tavırlarıyla gizlemeye çalıştığı
kırgınlıkları, canını acıtıyor insanın. Kızamıyorum. Ama Mustafa Kuzgun’a da
kızamıyorum. Kabullenmek bazen, reddetmekten daha zordur. Mustafa’nın başına
gelen her şeyi kabullenmesine bile kızamıyorum doğrusu.
Yazı devam ediyor...