İlk bölümde Selim’in babasına hiç benzemediğini ve
çok daha farklı bir adam olduğunu anlamıştık ve ben Vartolu’yla gizli gizli
kesin iş yapar diye düşünüyordum ama; inanın bu kadarını tahmin etmiyordum. Ne
kadar istemese de, resmen ağabeyinin ölümünde pay sahibi olmuş oldu. Daha
fenası da; hâlâ Vartolu’yla iş yapma isteği. Ona defalarca zarar verme imkanı
varken, hiçbirini yapmadı. İşte o noktada, benim biraz kafam karıştı. Hem
Vartolu’ya meydan okuyor hem de iş yapıyor. Ya bu racon kesme ve kısasa kısas
yapma halleri tamamen üzerinden şüpheleri çekmek için ya da elinde olmadan
gerçekten bir savaş başlattı ve savaşıyor. Bilemiyorum ama; Vartolu’nun geri
adım atmayacağı kesin.
Aşk hayatına hızlı bir giriş yapan Sena ve Yamaç
aynı hızla evlenip, aynı hızla ayrı düştü. Hâl böyle olunca; Sena resmen
bulutların üstünden, yere çakıldı. Aşk denilen şeyin üstüne ahkâm kesemem ama; her
zaman dile getirdiğim bir şey var ki, o da; hastalıklı bir şey olduğudur. Sena
şu anda onu sonuna kadar yaşıyor. Hem çok kızgın, hem kaçıp gitmek istiyor hem
de sadece Yamaç’la olmak istiyor. Hayatında ilk defa birine güvenen bir kadın,
Yamaç’la birlikte sağlam bir yıkım yaşıyor. Ve bu sadece başlangıç. Sena’yı
Çukur’da gerçekten zor günler bekliyor.
İlk bölümde “Bu kızın kimi kimsesi yok mu ya?”
derken, bu hafta sorularımıza cevap almış olduk. Sena’nın aile bağları, Yamaç’ınkinden
daha kötü ve kopuk. İzmir’e gidip, bahçeye ilk adım attığında, ben evdeki
kadını, babasının eşi yani Sena’nın üvey annesi sandım mesela. Halbuki gerçekten
annesiymiş. Neler yaşadılar şimdilik bilemiyoruz ama; ilk dakikalardan beri
aralarında esen soğuk rüzgarlar hepimizi dondurdu. Evet, Sena’nın kolay biri
olmadığı ve eskilerin deyimiyle “başına buyruk” olduğu belli. Üstelik evi terk
edip, yıllar sonra ben biriyle evlendim diye çıkagelip, anne ve babadan şefkatli
bir destek beklemesi absürt.
Bu sahneyi izlediğimi hatırlamıyorum.
Geçen hafta yazdığım, babamın “Sena, Vartolu’nun
kardeşi bence.” fikri, bu hasta biraz daha güçlendi gibi sanki. Her şeyden önce
Sena’nın bir ağabeyi olduğunu biliyoruz artık. Ama yine de, Vartolu’nun hangi
yöreye ait olduğunu tam kestiremediğim şivesinin, İzmir’e ait olmadığını
biliyorum. Kesin bilgi. ^.^ Zaten Varto,
Muş’un bir ilçesiymiş. (Evet Varto neresi diye açıp baktım.) Ya Sadettin
gerçekten kendine bambaşka bir hayat kurup, kendini cidden farklı biri gibi
gösteriyor ve aslen İzmirli. Ya da Sena’yla hiçbir bağlantısı olmayan, Vartolu
bir bey. Henüz bilemiyorum ama; sırtındaki Çukur dövmesiyle, mahalleyle sağlam
bir bağlantısı olduğu kesin.
Kısa
kısa notlar
Yamaç, umarım ağabey katili olmaz. Zira Selim’in
yaptığı şeyleri öğrenirse, onu vurur diye düşünüyorum. O vurmazsa, İdris
iyileşip mevzuyu çözdüğünde kesin vurur zaten Selim’i.
Selim, Yamaç’ı resmen istediği gibi kullanmak
istiyor. Tek amacı; kukla gibi yöneteceği, onun her istediğini yapabileceği bir
adam yetiştirmek. Allah’tan Yamaç o kadar saf biri değil.
Aliço karakterini, süper sayısal zekasını izlemek
çok keyifli. Gerçekten Davut gibi psikopat bir adamdan sonra, Aliço’ya
izleyiciyi ikna etmek zordu, onu şahane başarmış Rıza Kocaoğlu. Öyle doğal ve gerçekçi oynuyor ki. Tebrikler ve
alkışlar…
Gazeteci kızın İdris’in kızı olduğunu düşünüyorum
demiştim ya; şimdi bu hafta üstüne bir şey daha ekliyorum: Hale, İdris’in babası
olduğunu biliyor bence. Hastaneye geldiğinde sanki her an ağzından “baba”
kelimesi süzülecekmiş gibi hissettim.
Meke, halı sahanın tepesinden nasıl kurtuldu onu bir
miktar merak ettim.
Yamaç’ın ilk eve geldiğinde, Selim’in birkaç gün
içinde yaşadıklarına şahit olurken, flashback olduğunu daha net anlasaydık
keşke diye düşünmeden edemedim. Sanki geriye dönüş gibi değil de, sahne direkt
o ana geçmiş gibiydi.
Her zaman dile getirdiğim gibi; ilk görüşte aşk
temasına ne kadar inanmasam da; aşkın bizi nerede gelip bulacağı belli
olmadığından, Sena’yla empati kurabildiğim bazı noktalar var. Ve sneak peekten de
anlaşıldığı üzere, Sena’nın asıl sınavı şimdi başlıyor…
Haftaya görüşmek üzere.