Kadim ejderha efsanelerine göre
yaratıcı anamız paleti yardımıyla renklerini tuvaline aktarır ve ejderhaları
birer birer ortaya çıkarırken hiç olmayacak bir şey olmuş. Kadın, o anlarda kadar
arzu ve heves içinde kendini, bu yaratmakta
olduğu rengarenk ahenkli ortama adamış ki,
hafif çatlamış bardağından sızan suyun farkına varamamış. Yavaş yavaş
paletinde biriken bu su tanecikleri ara ara ortamdaki diğer renklere
karışmışlar, ancak en çok birbirleriyle kaynaşıp çoğalmışlar, çoğalmışlar. Yaradan
ana, tuvalinin karamsar rötuşlarını suratını buruşturarak paletinden aktarmış
ve son kez mırıldanmış: "…ejderhalar şekillendirecek bundan böyle geçmişin
bilgeliğini, geleceğin kaderini, yıldızların ışıltısını, yaşamın ebediyetini ve
ölümün karanlığını!” Tam o anda su tanecikleri bir fısıltıyla ruha gelmişler ve
vakıf oldukları şeffaf güçle paletten tuvale sıçramışlar kendi kendilerine.
Tuvalin kuzey-doğu köşesindeki beyazlıklar arasında oluşan ışıltılı şeffaflığa
önce bir anlam verememiş tanrı kadın, sonra umursamaz şekilde omuz silkmiş.
‘Sinessis! Nasılsa fazla
kalamaz o ortamda, kendi kendine kuruyacaktır’.
Sinessis, saflık timsali,
parıltılı ama hırçın leke demekmiş onun lügatında, ve tanrı kadın yarattığı
dünyasında böylelerinin çoğalmasına imkan olmayacağını biliyormuş. ‘Ancak kendi
öz kanından çoğalabilir, eninde sonunda başkalarına karışıp yok olup
gidecektir’, diyerek tuvalinin başından ayrılmış yaradan, çok da fazla
düşünmeksizin…
Ve işte böyle başlamış buzul
ejderlerinin ezelden süregelen hikayesi…
***
Son bin yıldır arayış
içerisindeydi Sinessidel, nesillerini devam ettirebilmek için bir buzul ejder
doğurması gerektiğinin farkındaydı. İki kuşaktır başarısız olmuştu, ama Balerion
hem babasından hem dedesinden daha karaydı ve kömür karası dünya üzerinde elmas
buzuluna en yakın olan renkti. Sonunda başaracağını hissediyordu Sinessidel. Çocuğundan
buzul ejder sahibi olacaktı.
Tam beş çocuğu olmuştu son
başarılı denemesinde. Beş farklı yumurtadan çıkmışlardı iki dişi ve üç erkek.
Hepsinin yumurtadan çıkışını gözünün önünden geçirdi birer ikişer. Fazla zaman
kaybetmeden ayrılmıştı yanlarından, daha sonra erkeklerin her birinin yanına
gelmelerini sağlayacaktı nasılsa. Çelimsiz görünen Viserion, ve kömür karası Balerion,
diğer üçünün bu kara ejderha tarafından katledileceğini düşünemezdi o zamanlar.
Asla bilemezdi, düşlerine salacağı tohumlarla Balerion’un tüm ergen
dirençlerini kırarken onu depresif bir cani, ölümcül bir yaratık haline
getireceğini.
Doğduklarında ve ilk gençlik
çağlarında ne kadar eğlenmiş, kavga gürültü itiş kakış içerisinde, mutlu ve
heyecanlı bir yaşam sürmüşlerdi 40-45 yıl. Ta ki buzul ejderi onları
düşüncelerinde tam olarak esir alıncaya kadar. Aralarından önce Viserion,
bilinçaltındaki istemsiz çağrılarına uyup kuzeye uçmuştu onun yanına,
varlığından habersiz. Sonra Balerion planlayarak, ama nedenini hiçbir zaman tam
olarak anlayamadan, geri kalan tüm ailesini tam 50 yaşına bastıkları o lanetli
günde katletmişti acımasızca.
Evlerine yine kış geliyordu
yakında, ufalmış toplulukta huzursuzluklar baş göstermişti. Başa geçen herkes
geçmişlerini yargılamaya çalışıyor, gücü bulan merhameti kaybediyordu. Hiç
kimse saf ve bütünüyle masum değildi, kuzeyin leydisi hiç değildi. Herkesin
yansıttığı renkleri vardı bu evrende ve o renkler kazındığında altından
çıkacakları pek çok kimse tahmin bile edemezdi, kuzeyin leydisi ise en azından
etrafındakilerin renklerini görmeye başlamıştı. Biraz dikkatsiz olunca insan
kendi kendini vurabilirdi oynadığı bu oyunda. Ava giden avlanır misali,
etrafında oyun ve hıyanet görmek isteyebilen minik parmaklar kendi
yaptıklarından da sorumlu olacağı zamanın geleceğinin farkında olmalıydı.
Bazıları yaptıkları ve yarattıkları gücü kontrol edemeyerek onun alevinde
yanmayı hak ediyordu, kaybedecek çok şeyi olanlar hata yapma lüksüne sahip
değildi oyunda. Ne geçmişte ne de gelecekte...
O asla ikili oynayabilen biri
olmamıştı, her zaman kartlarını açık eder, her zaman bildiğini okurdu. Yüzlerce
kilometre uzaktan yaklaşmakta olan avına karşı bir ittifak kurmaktayken bile
kafasında tilkiler dolaşmazdı. Asla ihanet etmemişti inandıklarına, sadece
hiçbir şeye körü körüne inanamamıştı o kadar. Ama işte bu kendinden emin,
doğruluk yolunda hayatını hiçe sayabilecek kadına inanmıştı ve güvenmişti
kuzeyin kralı. Ona aşık olmuştu ve bu aşk diplomasi değil dürüstlük
gerektirirdi. Diyarda izleyen herkesin gözünün önünde diz çökmeliydi bu kadına
dosdoğru bir şekilde. Karakteri bunu gerektirirdi, o tanımadığı annesinin
hatasını devam ettirmeyecekti kesinlikle. Şüphesiz kısa zaman içerisinde
etkilediği kadından, etkilendiği belli olan kraliçesinden de ödülünü alacaktı,
ona istediğini vermiş olmanın hazzıyla. Aşk böyle karşılıklı bir şeydi işte. Sadece
küçük çelimsiz kardeşi öngörebilmişti bunu kuzeyde yerleştiği karlar
içerisindeki diyarında.
Dünya üzerinde güvenebileceği
kimse kalmamıştı, en güvenebileceği kardeşi de artık ona hep sırt çevirmiş,
kuzeye yardıma gitmişti. Tek amacı tahtını korumak olan bencil kadın en iyi
bildiği şeyi yaptı. İnsanları satın almak onun huyuydu, gerek parayla, gerekse
arzu ve ihtiraslarıyla tüm hayatı boyunca onları parmağına dolamıştı. Bu uğurda
kalbini soğutup yalnız başına kalmıştı. Aslında o hep isteyip de bir türlü
ulaşamadığı en büyük gücün peşinde koşmuştu bu zamana kadar. Bilmeden aradığı
şey sevgiydi, aşktı… Bir türlü bulamamıştı ve artık geçmişin tozlu
yapraklarında solmaya mahkum kalacaktı.
Dorne’a kıyılarına doğru uçmak
isterdi Balerion. Dorne’lu dişilerin ölümcül güzelliklerini anlatan hikayeler
ile büyümüştü ve hepsini birer birer görmüştü rüyalarında bile... O rüyaların
kafasında oluşmasını sağlayanın annesi buzul ejderi olduğunu bilmeden.
Dedesiyle Dorne kıyılarında karşılaşmıştı buzul ejderi, babasını ejderha
sığlığındaki adada kandırmıştı, kardeşini kuzeyin buzulları arasında baştan
çıkarmıştı, kendisini ise Valeria topraklarında nasıl bir sonun beklediğini
asla tahmin edemezdi geleceğin kara dehşeti Balerion. Kuzeydeki ilk
karşılaşmalarında, kardeşi, ölümün sıcak nefesinden sakatlığı sayesinde kurtulmuştu.
Viserion tekrar karşılaştıklarında her şeyi anlamış olacağını söylemişti ona,
öğreneceği her şeyi anlatacağına söz vermişti. Kabuslarının gizemini ve rüyalarının
sebebini duyabilmek adına, bir an önce tekrar kuzeye uçmuştu Balerion yıllar
sonra. İki kardeş, Balerion’un Valeria topraklarında güvende bıraktığını
düşündüğü biricik aşkı Sinessidel olmaksızın buzulların arasında tekrar
karşılaşmışlardı ve her şeyi kavramıştı kara dehşet. Her şeyi birer birer
açıklamıştı ona tek kanadı kırık kardeşi Viserion.
***
Kadim ejderha efsaneleri bir
zamanlar yaratıcı ananın umursamaz şekilde omuz silkişini ve odadan çıkışını
betimlemiş. Ancak kimsenin bilmediği, yaradan ananın bile başta fark etmediği
şey ışıltılı şeffaflığın diğer tüm renklerle karışırken yok olmasına rağmen
siyah ve beyazla karışıp kaybolmamasıymış. Işıltı, karanlık ve masumiyet, bir
arada her daim içimizde bulunmaz mı zaten? Her birimiz içinde ışıltısını
barındıran siyah ve beyazlarla var olmuyor muyuz şu alemde? Yaradan ana az
sonra telaşla koşarak, apar topar odasına geri dönmüş ve işte tam o anda ruha
gelen su tanecikleri, siyah ve beyazın içine karışarak çoğalmış ve gitgide
büyüyerek hareketlenen cisme fısıldamışlar;
‘Sinessis, Sinessiss, Sinessidel!’
Bir başka efsanevi bölümle, 2019’da
görüşmek dileğiyle!