İçerde
35. bölüm yorumumu sizlerle paylaşırken, “Hani bazı diziler ve filmler vardır; izleyicisi olduğunuz için
kendinizi şanslı hissedersiniz.” diye başlamıştım cümleye. Yine aynı
şeyi yazarak başlamak istedim. Çünkü; İçerde
izleyicisi olduğum için, resmen gurur duyuyorum kendimle! Çok nadir başımıza
gelen bir durum bence bu. Severek izlediğimiz birçok dizi oluyor evet. Ama izleyici
olarak; kendimizi şanslı hissettiğimiz, kaliteli bir şeyler izlemenin tadını
çıkarttığımız, iyi ki dediğimiz, reyting savaşına kurban vermediğimiz, her
hafta bölümünü iple çektiğimiz, her şeyiyle fenomen olmuş bir işi izlemek herkese
nasip olmadığı gibi, baştan bölüm sayısı belli olup, yazdığı karakterlere
ihanet etmeden devam etmek, reyting savaşına sağlam bir giriş yapıp, zirvede
bitirmek de her ekibe nasip olmuyor. Kısacası İçerde hem izleyicisiyle, hem de ekibiyle “iyi ki” dediklerim
listesinde en başa oturdu.
19 Eylül 2016’dan
beri, Pazartesi akşamları benim için İçerde
demekti. Bazen kötü hissettiğim zamanlarda kafa dağıtmama sebep oldu, bazen
keyifli anlarımı daha da keyiflendirmeye ortak oldu. En güzeli de, o kadar
şahane performanslar izledim ki; -en başta da Aras Bulut İynemli- arada açıp
tekrar tekrar izleyeceğim bir iş oldu. E bir de Kebapçı Celâl’in mekanı bizim
semtte olduğu için, hepten yeri ayrı olacak. Çünkü bizim burada çekilen işler
kalp ben. ^.^
38. bölümün sonunda
hepimizin yüreğinde bir korku vardı. Hatta bazılarımız “Bence bu final olsaydı.”
dedik kendi kendimize. Korkuyorduk çünkü mutsuz son olmasından. Televizyon
başına çok büyük bir heyecan ve endişeyle geçtiğimi itiraf etmeliyim. Bölüm
öncesinde netteki fragman analizlerini mi izlemedim, “Eğer mutlu son olmazsa
Lütfi Kırdar’dakiler çıkmayın sakın içerden.” mi demedim, neler yaptım neler.
Son dakikaya kadar resmen diken üstünde izledim bölümü. Hele o son reklam yok mu!
Dedim eyvah, Sarp ve Umut birlikte ölecekler herhalde.
Cool <3
Reklam arasında
kafamda bin ton düşünce dolandı. “Valla eğer mutsuz son olursa dağıtırım
buraları. İyi ki demem, keşke izlemeseydim falan derim.” diye söyleniyordum.
Aynı zamanda da kendi kendime, “Euro 2008’i düşün Gizem. Tam elenecekken
Hırvatistan’a attığımız son dakika golünü düşün. Nasıl kötü giderken mutlu
olduk işte İçerde’de öyle olacak bak
görürsün.” deyip duruyordum. Şükürler olsun ki, mutlu sonun tadını çıkartıyorum
şu an.
Bölüm başladığı
andan itibaren ve fragmanları da izlediğimiz için Kebapçı Celâl’in bu kadar
çabuk pes etmeyeceğini, kaçacağını gayet iyi biliyorduk. Onun kaçtığını bildiğimiz
için gerginliğimiz vardı zaten. Umut’u kaçırdığında, ona bir nebze de olsa
kıyamaz diye düşünüyordum ama. Umut, Mert olduğu zamanlarda kaç kere hayatını
kurtardı Celâl’in. Pisliğini temizledi. Bari insan utanır da, rahat bırakırdı
Yılmaz brothersları. Elbette utanma duygusu ne arar Celâl’de? Bari müsaade
etseydi de, Eylem’in “evet” dediğini duysaydık yahu. Neyse son sahnede
parmağında tektaşı gördük buna da şükür. ^.^ Tabii Umut’un parmağında da bir alyans olmasını
tercih ederdim. Eylem demişken, ilk bölümden beri üstüne basa basa, defalarca söylediğim
bir şeyi tekrarlamak isterim: Eylem ağaç kovuğundan mı çıktı arkadaşlar? Neden
39 hafta boyunca onun hikayesine hiç şahit olmadık? Neden bu komşu kızı hep
Füsunlardaydı mesela? Sanki Eylem’in geçmişi, hayatı, senaryoda vardı da, bizim
izlemeye vaktimiz olmadı gibi hissettim. Onun hikayesine hiç değinilmemesi
benim için eksikler arasında kalacak. Onu da söylemeden geçemeyeceğim. Ama,
Eylem ve Umut benim için izlemesi keyifli çiftlerdendi. Özleyeceğim. ^.^
Yazı devam ediyor...