İbrahim tahtına oturduğu zaman validesi Kösem Sultan’ın gölgesi, tıpkı ağabeyi 4. Murad’ın Cülus Töreni’nde onun üstüne düştüğü gibi kendisinin de üstüne yansıdı ve Kösem Sultan’ın gölgesi altında hüküm sürdüğü yıllar birbirini kovalayarak, tıpkı Genç Osman döneminde olduğu gibi saltanatının son yıllarına atladı ve takvimler 1644 yılını göstermeye başladı. Bölümün geri kalanı bu andan itibaren kadroya yeni katılan isimleri tanıtmakla geçti.
 
Yeni oyuncular arasında aslan payını kapan isim Tugay Mercan oldu. Şehzade İbrahim’in yetişkin versiyonu olan Sultan İbrahim olarak izlemeye başladık kendisini. Yönetmen Çağatay Tosun’la daha önce Suskunlar’da çalışmış olan deneyimli oyuncu performans olarak bir hayal kırıklığı yaratmadı. Ancak huylu huyundan vazgeçmezmiş, ben bu noktada yine şeytanın avukatlığını yapmak zorundayım. 

1. sezonda henüz beşiğinde ağzı süt kokan bir bebekken ağabeylerinin cellatlarla boğuşmasını dinlediği sahnede renkli gözlerine uzun uzun zoom yapılmış bir karakter olarak tanıyıp sevdiğimiz, 2. sezonda da Rıdvan Aybars Düzey’in yemyeşil gözleriyle izlediğimiz İbrahim karakterinin bir anda kapkahverengi gözlü bir oyuncuya devredilmesi benim tadımı kaçırdı.
 
Zaten Aşk-ı Derûn’da sadece bir-iki karakterde yaşanan bu devamlılık sorunu Kösem özelinde maalesef ki tatsız bir şekilde bir Muhteşem Yüzyıl geleneğine dönüştü. "Şimdiye kadar buna çoktan alışmış olmalıydınız" diyenler olacaktır tabii ama insan böyle büyük yapımlarda böyle şeylere alışmak istemiyor işte.

Tugay Mercan’ın göz rengi yüzünden değil, oyunculuk yeteneği sebebiyle role seçildiğini anlıyorum ancak uzun soluklu yapımlardaki oyuncular arasında devamlılık sorunu yaratan durumları maalesef ki hiç sevemiyorum ve İbrahim’in yetişkinliğini de yine renkli gözlü bir oyuncunun beden dilinde görmeyi bu nedenle çok isterdim. Elimde olmayan bir şekilde koptum karakterden. Üstelik yaşına göre yaşlı da göründüğünü düşündüm. Pek Kösem Sultan'ın oğlu gibi durmuyordu. Ne yapalım, alışmaya çalışacağız.
 
İbrahim karakteriyle ilgili dikkat çeken bir diğer şeyse deliden daha çok aciz ve acınası bir padişah figürü olarak resmedilmesiydi. Devlet işlerini hepten boş vermiş, idareyi bile isteye validesi Kösem Sultan ve Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa’ya devretmiş, divanındaki paşalar kimdir, görevleri nedir onu bile bilmeyen, devamlı hezeyanlar geçirip eli ayağı birbirine dolanan, halini gördükçe tam anlamıyla vahlanacağınız, koskoca Osmanlı İmparatorluğu kimlerin eline kaldı diyeceğiniz bir karakter. Ama deli mi? İşte ondan pek emin olamadım.
 
Tarihte de oldukça etkisiz ve devlet işlerinden bihaber bir padişah olan Sultan İbrahim’in dizideki bu hali gerçekteki durumu yansıtmakla birlikte, karakterin tahta çıkmasıyla bu bölümde izlediğimiz zaman arasındaki 4 yıllık dönüşüm sürecini adım adım göremediğimiz için bazı hallerine pek anlam veremedim. Sonuçta Şehzade İbrahim ürkek, naif, duygu durumları arasında çok çabuk gelgitler yaşayabilen ama bir taraftan da kitap okumaya düşkün, kafası çalışan, neyin ne olduğunu gayet iyi bilen bir şehzadeydi. 

Bu bölümde izlediğimiz Sultan İbrahim ise hezeyanlara sahip bir deliden daha çok, af buyurun, dünyadan haberi olmayan aptal gibi bir şeydi. O ürkek ama zeki çocuk hangi ara bu hale geldi? Biraz daha iyi detaylandırılmasını bekliyorum karakterin.
 
Deli İbrahim deyince dillere destan haremi de anlatılacak olanların en başında geliyor tabii. Turhanlar, Telli Hasekiler, Şivekarlar, Dilaşublar, Muazzezler, Zarifeler…Var da var…Devlet hazinesinin çoğunun bu sultanlara, cariyelere harcandığı, ortalığın samur kürklerle doldurulduğu, zevk-ü sefanın alıp başını gittiği, padişahın kız kardeşlerinin gözde cariyelere hizmet ettirildiği, imparatorluğu da Kösem Sultan’ın çekip çevirdiği bir acayip dönem. Hal böyle olunca 2. sezon belki de ilk defa olarak harem taşlığını ve cariyeleri fonda süs olarak kullanmanın ötesine geçip aralarında bolca vakit geçirdi.
 
Hasekilerin başını çeken Hatice Turhan Sultan rolünde Hande Doğandemir ve adı en az onun kadar anılmayı hakeden Telli Haseki Hümaşah Sultan rolünde Müge Boz, yeni haremin en dikkat çeken isimleri oldular. Her iki oyuncunun da performansı adına bir şeyler söylemek için erken. Gerçi şurada kaç bölüm kaldı ve bu kadar sınırlı bir zamanda, üstlendikleri rolleri ne kadar iyi üstlerine geçirip ne kadar ikna edici ve detaylı karakterler yaratabilecekler bilmiyorum. İşin orası kendi adıma bir muamma.
 
Ancak öncelikle görselliğe dayanan bir televizyon işinde her ikisi de ekranda güzel resimler vermişlerdi. Seyircilerden gelen tepkilere bakılırsa Hatice Turhan Sultan karakterinde beklenen şey böyle kara saçlı kara gözlü bir kadın değildi ama Hande Doğandemir yeteri kadar göz alıcı görünüyordu açıkçası. Geri kalanı da zamanla olacaktır. Ancak görünen o ki, tarihte pek suya sabuna dokunmadığı ve oğlu 4. Mehmed tahta çıkınca idareyi doğrudan Köprülüler ailesine bıraktığı bilinen bir kadın olan Turhan Sultan, bir gelenek olarak son derece entrikacı bir kadın olarak sunulacak. Göreceğiz. 
 
Turhan Sultan karakterinin Kösem Sultan’ın gençlik yıllarının reenkarne olmuş hali olduğunu da söylemek lazım. Kösem Sultan Safiye Sultan için ne anlam ifade ediyorduysa, Turhan Sultan da Kösem Sultan için o anlamı ifade edecek. Kösem’in kendi elleriyle yetiştirip oğlunun haremine yerleştirdiği Turhan Sultan, gün gelecek kendisini himaye edip yetiştiren Kösem Sultan’ın cellatı kesilecek. Kendi düşmanını kendi elleriyle yarattı yani Kösem, tıpkı Safiye Sultan gibi. 

Dizinin 3. sezona uzatılmamasının bir sebebi de budur belki. 1. sezonda bol bol seyrettiğimiz Kösem – Safiye kavgasının bir benzerini uzun uzadıya tekrar seyrettirip kısır döngüye düşmemek.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER