Bölümün geri kalanı ise Kösem Sultan’ın çocukları ve
diğer karakterlerden aldığı darbeler üzerine kuruluydu. Sefere gitmeden önce
validesine mukayyet olabilsin diye ağabeyi 4. Murad tarafından haremin
yöneticisi olarak tayin edilen Atike Sultan, bu sayede geç de olsa diziye
ağırlığını koyan bir karakter haline gelebildi. Hayatının aşkı Silahtar’ın
başına gelenlerin sorumlusunun validesi olduğunu öğrenmesiyle birlikte de
dişlerini iyiden iyiye göstermeye başladı.
Yeri geldi Kösem Sultan’ın saraydan
çıkmasına engel oldu, yeri geldi onu zindana kapatmakla tehdit etti. Sinan Paşa’yı
ahalinin lincinden de kurtardı, Halil Paşa’yı yakalatıp zindana da koydu. Bu
Atike, ergen aşık Atike’yi izlemekten kesinlikle daha keyif verici.
Sefer dönüşünde hızlı bir şekilde ölüm yolculuğuna
geçilen 4. Murad da validesine zehir zemberek laflar sarf etmede Atike Sultan’dan
aşağı kalmadı. Bir anne iktidar hırsı yüzünden evlâdından vazgeçtiğinde ondan
duyacağı sözler de yenilir yutulur cinsten olmayacaktı elbette. Ancak Murad’ın
annesine “sen bir hastalıksın. Hanedanımızın üstüne çökmüş bir felaketsin.
Ölürüm de bu devleti sana bırakmam” demesi yine de korkunçtu. Ne de olsa haklı
olarak bunca sahiplendiği o hanedanın bir üyesi olabilmesi, kendisini dünyaya
getiren annesi sayesinde mümkün olabildi.
En sevdiğimiz deli Sultan Mustafa da öldürücü darbelerden
bir diğerini vurdu Kösem Sultan’a. “O sadece kendini düşünen bir zalimdi”
diyerek kendini daha üstün ve farklı görmeye çalışan Kösem’e Safiye Sultan’dan hiçbir farkının olmadığını söyledi. Sevdiği ve seveceği herkesin ölümünü
göreceğini bile bile sevdiği adamı kurtarabilmek için yıllar önce büyücü kadına
kanını veren Kösem Sultan, kendi hatalarının da getirisi olarak artık tamamen
yapayalnız kaldı.
Hep mesafeli durduğum bir karakter olsa da Kösem’in
yalnızlığına ve çocuklarından duyduğu acı sözlerden sonra belli ki hissettiği ama çaktırmamaya çalıştığı büyük kalp kırıklığına ben bile üzülmedim değil. Kalbinin bir yerlerinde hâlâ bir kırıntısının kaldığına emin olduğum duygularını ve merhametini de herhalde tamamen bir kenara bırakır artık.
Bütün bu detayların arasında bölüme dair benim en çok
hoşuma giden şey ise bambaşka bir şey oldu. Vaktiyle Muhteşem Yüzyıl’ı izlemeye
başlamamın en büyük sebebinin birbirinden güzel müziklerini farketmem olduğunu
yazmıştım. Hepsi birbirinden nefis olan bu besteler içinde iki dizide de şimdiye
kadar hiç kullanılmayan ve artık kullanılacağına dair ümidimi de kaybettiğim
bir tanesi vardı. Aşk-ı Derûn’un 2 numaralı soundtrack albümünün en sonlarında
yer alan “Sahipsiz” isimli beste.
2. sezonda ilk dizinin müziklerinin bol bol kullanıldığını
duydukça yakınıp içimden hep “madem ilk dizinin müzikleri Kösem’de de
kullanılacak, o zaman neden “Sahipsiz” hiç kullanılmıyor? En azından eski ama orijinal
olur” diye düşünmüştüm ve birkaç kere bunu yazmak da aklımdan geçmişti. Uygun
bir fırsat yakalayıp yazamamıştım. Sanki yapım ekibi sesimi duymuşçasına bu
hafta Muhteşem Yüzyıl tarihinde ilk defa olarak bu besteyi kullandı. Hem de
öyle güzel bir sahnede kullandılar ki, hem bestenin kendisi gibi gayet naif
oldu, hem de adıyla tam uydu.
Tanık olduğu travmalar ve yaşadığı korkular yüzünden kime
güveneceğini bilemeyen, ağabeyinden de annesinden de ürken ve nereye, kime ait
olduğunu artık bilemeyen, şefkati bir cariyenin sözleri ve yaklaşımında bulan Şehzade
İbrahim’in hissettiği yalnızlıktan ve aidiyetsizlikten daha kusursuz şekilde nerede
kullanılabilirdi ki bu beste? Aklın yolu birmiş demek ki. “Sahipsiz”i sahipsiz
bırakmadıkları için teşekkürler ^^
56. bölümde 4. Murad’a veda ediyoruz ve Sultan İbrahim’e
merhaba diyoruz. Bakalım kanlı bıçaklı olan Kösem Sultan ve 4. Murad iki düşman
olarak mı ayrılacaklar yoksa ne kadar kırılmış olurlarsa olsunlar birbirlerini yine
de çok seven ve bu nedenle iyice yanacak olan birer anne ve oğul olarak mı?
Haftaya görüşmek üzere…