Ayhan damat oluyor, sıra da Kemal'e geliyor.
Hayatın pamuk ipliğine bağlı olduğunu, mutlulukları ertelememek gerektiğini, yaşanan o acı olay sayesinde anlayan Leyla ve Ayhan da nihayet evlilik sürecini hızlandırdılar. Düğün ambiyansı çok zarif ve şıktı. Ayhan’ın da mutluluğu görülmeye değerdi. “Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin/ Ayağını bastın odama/ Kırk yıllık beton çayır çimen şimdi/ Güldün, güller açıldı penceremin demirlerinde.”* dercesine Leyla’yı hayatına kabul ettiği, nikah masasında ayağını basılsın diye gönül rızasıyla uzatmasından belli. Zaten geçen hafta daha evlenmeden Leyla için karım demişliği de vardı. Ayhan, jilet gibi bir damat olmuştu ama ben Leyla’nın da daha bir gelin havasında olmasını isterdim. Başında ufak tüllü bir şapka, belki elinde kısa eldivenler yahut kır çiçeklerinden oluşan bir buket olabilirdi. Çünkü üstündeki döpiyesin rengi dışında, onun gelin olduğunu gösteren hiçbir şey yoktu. Neyse, umarım ayakkabısının altına Nihan’ın adını yazmıştır.

Nikahın bir diğer güzel tarafı da Kemal ve Nihan’ın aynı nikah masasına yan yana oturup, aynı nikah defterini imzalamalarıydı. Şimdilik yalnızca şahitler kısmına imza atabildiler ama olsun. İnşallah tez vakitte gelinle damat kısımlarına da imza atarlar. Nihan, Kemal’in ailesiyle düğünde karşılaştığında son derece olgun davrandı. Nihan’ın, Tarık’ın karşısına oturup onu dinlemekte, Kemal’i Tarık’tan bağımsız değerlendirip hâlâ sevmeye ve birlikte bir gelecek düşlemeye devam etmekteki olgunluğu ve tutarlılığı onlarla karşılaşmasında da devam etti. Lakin en son “Nihan benim çocuğumun sebebi oldu, artık sizin bir geleceğiniz olamaz.” diye Kemal’in başının etini yerken bıraktığımız Fehime Hanım’da aynı tutarlılık mevcut değildi, neredeyse başını yerden kaldıramadı. Tabii şikayetçi değilim bundan, Nihan’a karşı mahcup bir tavır takınması gerekiyordu zaten.

Zeynep beni her bölüm ayrı şekilde şaşırtıyor. Emir’i kendi istediği yola getirmek için evi terk ettikten sonra onun tehditlerine maruz kalınca, bu konuda yıllarca onunla aynı kaderi paylaşmış olan Nihan’a yardım etmeyi kabul etti. Bölümden önce sorsanız hiç ihtimal vereceğim bir ittifak değildi bu aslında, ama düşününce neden olmasın? Nihan Emir’den kurtulmak, Zeynep de Emir’e sahip olmak istiyor. İkisinin bir diğer ortak paydası da anne olmaları ve çocuklarının geleceğini düşünmeleri. Yalnız Nihan’ın kendi başına kalkıştığı işlerde, bir kere bile baştan sona başarılı olduğunu görmedim. Fevri hareket ederek mutlaka bir yerde açık veriyor. Bu sefer de benzer bir şey oldu ve Emir’e yakalandı. Hatta ben bu Asu’yu dinleme işini Emir daha bile önce çözmüştür diyordum ama parçaları birleştirmesine kadar geçen sürede Nihan’a yeterli doneyi verdi yine de. Ve bu sayede aynı bölümde iki Kozcuoğlu’nu birden hapiste gördük.


Böyle olmasını ben istemedim! Bu kaderi ben seçmedim!

Müjgan Hanım’a her geçen bölüm daha çok hayran oluyorum. “Onlar benim evlatlarım.” diyerek, ana yüreğinin arkasına sığınarak Emir ve Asu’nun yaptığı kötülüklere gözünü kapatmayışını çok takdir ediyorum. Ve kusura bakmayın ama her daim Emir’in yaralı çocukluğunu savunmuş olan ben, artık Müjgan Hanım’ın tarafındayım. Emir’in annesiz geçirmek zorunda kaldığı yıllarda zorba babasının etkisiyle şekillenen karakterini, onu yorumlarken hep göz önünde tuttum. Annesinin eksikliğiyle bu hale gelen Emir’in, annesinin uyanmasıyla az buçuk da olsa iyileşme yolunda birkaç adım atacağını umuyordum. 30 yılın yoksunluğu, ağacın yaşken eğilmesinin kolaylığı karşısında, 30 küsur yaşındaki Emir’in birdenbire değişmesini tabii ki beklemiyordum ama hiç değilse annesinin gözündeki küçük Emir’i daha fazla kirletmemek için yer yer frene basacağına inanıyordum. Artık inanmıyorum. Dolayısıyla Emir’in “Bir kere o seni itti, çocukluğumuz düştü ruhumuzdan. Şimdi de sen onu ittin. Kalan bakiye benim hayatım.” cümlesi, bana geçmişin acılarından çok, günümüzde yaptıklarının kılıfı gibi geliyor artık. Emir’in annesinden çok, gücünü korumak için soyadına sarılmasına üzülüyorum ama şaşırmıyorum.

Bozuk telaffuzla konuşunca sevimli olduğunu zanneden Mercan’a veda ettik sonunda. Geldi, görevini yerine getirdi ve gitti. Yolu açık olsun. Kendisini sevmedim, doğru.  Kemal’den hiç şüphem olmasa da, ona olan hayran bakışlarından hoşnut da olmadım, doğru. Ama hiç değilse iyilerin dostu, kötülerin düşmanı olarak son düzlükte Kemal’e çokça yardım etti, Galip ve Asu’nun ipliklerinin pazara çıkması için uğraştı. Kemal’le, bilhassa da Asu konusunda iğneyle kuyu kazar gibi çalıştılar, emeğine sağlık. Keşke gitmeden, Asu’nun Tufan tarafından zorla alıkonulmadığını anladığı uydu görüntülerinden, Emir’in de oraya geldiğini çözebilseydi.

Galip için yolun sonuna gelindi, Asu’nun bence okunacak son birkaç sayfası daha kaldıysa da onun da hikayesi bitmek üzere. Geriye tüm önemli taşlarını kaybeden şah Emir kaldı, ki o kaybettiği müttefikleri, savunma cephesinde büyük gedikler açmış vaziyette. Bu yüzden yaralı bir hayvan gibi saldırıya geçecektir. Hayırlısıyla, kimseye bir şey olmadan tünelin ucundaki ışığa bir varabilsek…

*Nazım Hikmet Ran, Hoş geldin kadınım
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER