Halbuki Farya diziye ilk dahil olduğu şekliyle, eli
katanalı savaşçı bir prenses olarak bırakılsaydı, Macaristan tahtı üzerindeki
hakkı için mücadele etmeye ve Papa Urbanus’un yeğenini öldürdüğü için Papa ve
adamlarıyla savaşmaya devam etseydi, bilinen hiçbir hasekisi tarihte ön plana
çıkacak önem arz etmemiş bir padişah olan 4. Murad’la dillere destan bir aşk
yaşayacak şekilde zorlama bir hikayenin içine sokulup sultanın nikâhlı eşi
yapılarak hareme kapatılmasa, orada da Ayşe Sultan’la yeni bir Hürrem vs.
Mahidevran olaylarına sokulmasa, padişahla daha mütevazi bir ilişki yaşasa, izlemesi çok daha keyifli ve dizideki varlığı
da anlamlı bir karakter olurdu. Üstelik orijinal de olurdu. Yani bir devam
projesi olarak Kösem’in en çok ihtiyacı olan şey.
Ancak en başından beri hikayesi ve karakteri tutarsızlıklar
içinde savrulan, tahtının derdiyle İstanbul’a gelmesine rağmen 4. Murad’ı
gördüğü an tahtı mahtı unutan, daha ilk bölümden padişahla kırlarda aşık aşık
at koşturarak esas kadın diye seyircinin kafasına kakılan, “ben kimsenin kölesi olmam, ben kimsenin karşısında eğilip
bükülmem” derken bir anda kendisini boğdurmaya kalkmış bir adamı ölümden kılpayı kurtulmuş olmasına rağmen “bu saraydan
ancak ölüm çıkar” diyerek öteki kadına savunan, neredeyse “kocamdır, sever de döver de” imasında
bulunma noktasına gelen, neresinden tutsanız elinizde kalan bir karakterdi.
Hem Farah Zeynep Abdullah’a yazık oldu, hem de karakterin
varlığı yüzünden Ayşe Sultan karakteriyle birlikte sezonun ilk yarısında harcanan akıl almaz süreler boyunca
seyirciler olarak asıl izlemek istediğimiz Hezarfen Ahmed Çelebi, Evliya
Çelebi, Lagâri Hasan Çelebi gibi dönemin tarihi karakterlerine yazık oldu. 4. Murad
dönemi denince bizler bu efsanevi karakterlerin hikayelerini doya doya izleyeceğimizi düşünerek
heyecanlanmıştık halbuki. Haliyle hayal kırıklığımız bayağı büyük oldu.
Silahtar Mustafa Paşa ise belirttiğim gibi aslında 1642
yılında vefat eden bir isim. Tarih bize kendisinin 4. Murad’la Bağdat Seferi’ne
de katıldığını, Şam Beylerbeyi olduğunu, 4. Murad’ın ölümünden sonra ise Budin
ve Rumeli Beylerbeyi olduğunu, 1. İbrahim’in saltanatı döneminde öldüğünü
söylüyor. E durum böyle olunca Silahtar’ı vaktinden 6-7 yıl önce yolcu etmek
tatsız oldu. Üstelik şurada sezon sonuna kaç hafta kalmıştı? Keşke biraz daha
sabredilebilseymiş. Evliya Çelebi'yle başlayan, ardından sırasıyla Gevherhan Sultan, Ayşe Sultan ve Sanavber Hatun'la devam eden vaktinden önce gidenler kervanına Silahtar da katılmış oldu böylece.
Teselli olarak görebileceğimiz şey ölümünün Kemankeş’in
elinden olması. Normalde Kemankeş Mustafa Paşa direk kendisi öldürmüyor
Silahtar’ı, öldürülmesine sebep oluyor. Dizide bu şekilde işlenmiş olması hiç
değilse tarihi gerçekliğe ucundan da olsa bir gönderme olmuş. Ancak böyle büyük prodüksiyonlarda
her zaman bir B Planı oluyor ve olaya dizi kurgusu açısından bakarsak Silahtar’ın
erken ölümü bir şekilde yine amaca hizmet ediyor. Nasıl mı?
Bilindiği üzere 4. Murad’ın en yakın yoldaşlarından Musa
Çelebi’nin ölümünde Kösem Sultan’ın payı olduğu sanılıyor. Hatta sezonun ilk
yazısında da bahsettiğim gibi 4. Murad’ın validesine karşı dönüp saltanatı
kendi hükmüne almaya karar vermesinin temelinde bu olayın yattığı söyleniyor. Diziye
döndüğümüzde ise padişahın hükmünü kırmak isteyen Kösem Sultan yine oğlunun en
yakınındaki adamı almış oldu. Üstelik aldığının yerine gelen Emir Gûne’yi, yani Yusuf Paşa'yı da sevmiyor.
Oğlunun yakınında hangi musahip varsa Kösem Sultan ona düşman oluyor. Fırsatını bulunca da ortadan kaldırtıyor.
Bu
anlamda kadının kanlı iktidar oyunlarında mutlak güç sahibi padişahı en
temelinden zayıflatmak için en yakınındaki Silahtar’ı almış olması senaryo kurgusu açısından yine de dizinin lehine olmuş gibi görünüyor.
Sezon bitmeden önce 4. Murad ilk bölümdeki Sipahi İsyanı’nı tertip edip Musa
Çelebi ve diğerlerini öldürtenin de Kösem Sultan olduğunu öğrenecekse ne âlâ.
Daha da tutarlı bir kurgu olmuş olur hatta.
Şehzade Kasım ve Şehzade İbrahim şimşirlikte
kapatıldıkları kafeslerinde korku içinde belirsiz olan akıbetlerini beklerken,
şair Nef’i de kaçınılmaz sonuna yürüdü. Diziye girdiğinden beri ağzından “a
köpek” lafı eksik olmayan kendisi, 4. Murad’a da “Sultan Deccal” yakıştırmasını
yapınca kantarın topuzu kaçtı. Bu sözü sarfettiği içki meclisinde ise Nef’i
denince tarihten en iyi bilinen o meşhur hikayeyi ve Tahir Efendi’yle
birbirlerine “kelp” yakıştırması yaptıkları atışmalarını izleme şansını da
bulduk.
Ölümü her ne kadar tarihte anlatılan hikayeye göre biraz
daha farklı işlense de Nef’i karakterinde Serkan Keskin, kısa ekran süresine rağmen
bu tarihi şahsiyeti seyirciye sevdirdi ve güzel bir şekilde canlandırarak
kadrodan ayrıldı. Anlaşılan o ki, kimseler söylemeye cesaret edemezken doğru
bildiklerini söylemeye ve devlet büyüklerini eleştirmeye devam edenler, şeytanın
avukatlığını yapanlar, hiçbir dönemde pek sevilmiyorlar. Hele bir de dilleri de
Nef’i gibi sivriyse. Ünlü eserine Sihâm-ı Kazâ adını bilmiş de vermiş sanki
şair, “Kaderin Okları”'ndan kendisi de kaçamamış zira.