Buram buram gerçeklik kokan hikayeleri çok severim. Fazilet Hanım'ın hikayesi de böyle bir hikaye işte. Yalnız Fazilet Hanım'ın değil, kızlarının ve Egemen'lerin hikayesi de gerçek.
Henüz öğrenemediğimiz, günden güne biraz daha fazla detaya sahip olduğumuz bir geçmiş öyküsü var Fazilet Hanım'ın. Yaşadıklarının etkisini hala üzerinde taşıdığı aşikar; kader yüzüne gülmemiş. "Yuvasız kuş" diyor kendisine. Kimsesiz. Geniş çerçevede, etinden canından olan insanlar -ailesi- ona acımamış ve kimsesiz kalmış. Bir şekilde de yolu Hazan ve Ece'nin babasıyla kesişmiş ya da kesiştirilmiş belli ki. Ve sanırım, kötü birisiymiş bu adam; ve Fazilet Hanım bunu çocuklarından saklıyor. Hazan'ın kendisine nefret kusmasına razı gelip, hayallerindeki babayı kirletmiyor. Sebebini anlamak çok zor değil; Hazan için "baba" kavramının sarsılması demek, hayatının temel taşlarının yıkılması demek. Bir rol model babası. Hikayenin bu kısmının açılmasını ve üzerine uzun uzun konuşabilmeyi çok istiyorum. Fazilet Hanım'a "hırslı" diyoruz ve bunu dibine kadar nedenleriyle anlamazsak, haksız da çıkabiliriz. Nazan Kesal'in her bir sahnesine kalpler bırakmak istiyorum; çok güzel hayat veriyor Fazilet Hanım'a.
Ece ve Hazan. Çamkıran kardeşler. Öyle kocaman bir gururları var ki; ayakta alkışlamak istiyorum. Ece güçsüz bir karakter gibi gözüküyor ama daha çok küçük. On sekiz yaşını doldurmamış bir genç kızın ayakta dimdik ve tek başına durmasını elbette beklemiyorum. Hayatı boyunca, annesi tarafından beyni yıkanmış ve manipülasyona açık bir kız. Selin'in kıyafetlerine, Sevinç Hanım'ın parfümüne heves etmesi kadar doğal bir şey daha yok. Yoklukla büyümüş ve annesi hep yalıda gördüğü hayatı hak ettiğini Ece'ye aşılamış. Bu noktada, "hırsız" damgası yediğinde, küçük bedenindeki kocaman gururuyla parfümü yerine koyacağına dair bir söz veriyor Hazım Bey'e.
Ece'nin Beş Bin Lira'yı biraraya getirmesi imkansız; Yasin'in de tabii! Ama aşk. Sayılardan çok daha önemli olan şey aşk. Değeri milyonlarla dahi ölçülmeyecek bir yüreğe sahip Yasin. Kendisini adam yerine koymayan Fazilet Hanım'ın arkasından bile konuşturmuyor. Hazan'ı öz ablası sayıyor. Ve Ece'yi bu dünyadaki her şeyden daha çok seviyor. Uğruna annesinin dolap içi altınlarını habersiz alıp, motorsikletini satıyor. Yetmiyor; kredi kartının da belki limitini zorluyor. Ve itiraf da ediyor. Uğruna babasından ölümüne dayak yese de duruşunu bozmuyor. Ve günün sonunda, aşkı için annesinden dayak yiyen Ece ile kaçıyorlar.
Doğru mu yapıyorlar? Asla. On sekiz yaşını doldurmasına az kalan Ece'nin evlenmesini elbette onaylamıyorum. Hatta, Yasin'in Ece'ye "Sen daha üniversiteye gideceksin." falan demesini bekliyorum. Ama doğru olan budur diye onların aşklarını görmezden gelemem. Gençlik ateşi, delikanlılık, ergen çağlar... Artık neyse ne; böylesi bir aşk insanın başına kaç kez gelebilir ki? Her koşulda değerli. Ayrıca, sahnenin ruhu insanı aşka aşık etmeye yeterdi; Murat Saraçoğlu'na sonsuz teşekkürler.
Ece ve Yasin'in "pastane nişanı" yapması Fazilet Hanım tarafından şiddetle karşılandı. Öyle ki, tüm Sarıyer inlemiş olabilir sesinden. Ve Ece'nin çaresizliği karşısında, gözlerim doldu. Fazilet Hanım için yanlış bir zamandı alyansla karşılaşmak; ve hemen üzerine Ece'nin odaya girmesi. Nazan Kesal'in Ece'ye bakışları dakikalardır gözümün önünden gitmiyor. Afra Saraçoğlu ve Mahir Günşıray da sahneyi muhteşem tamamlamışlar.
Hazım Bey, Ece'nin halinden anlıyor. Onu kendisine benzettiğini iddia ediyor. Dile geldi; geçmişinden bahsetti bizlere. Yoksullukla ve özenerek geçenen ama gururundan ödün vermediği gençlik yıllarından. Hep dedim, yine diyorum; Hazım Bey'in Ece'ye aşık olmasına dayanamam. Ama her Türk izleyicisi tahmin eder ki, böyle bir şey olacak gibi gözüküyor. Hayırlısı. Varsa senaristimizin kafasında, bize izlemek düşer. Lakin... Olmasa da olur. Nüfusuna alsa sevabına, daha iyi mesela; olmuyor mu öyle?
Zaten bence Hazım Bey'in nüfusundan Selin'i çıkartmamız lazım. Cidden düşünüyorum, acaba hangi dizi karakterinden bu kadar nefret etmiştim? Galiba hiç kimseden. Amaçsız bir kötülük, yersiz bir fitnelik, gereksiz bir asabiyet... Hiç kimse kusura bakmasın, annesinin mezarındaki gözyaşlarına ancak Hazım Bey acıyabilir; benim içim sızlamadı.
Bir Selin kadar olmasa da Şükrüye Hanım'ı da asla ama asla sevemiyorum. Yasin'e en büyük kötülüğü kendisinin yaptığınu fark ettiğinde iş işten geçmiş olacak. Kocasını dolduruyor ve Yasin'in üzerine salıyor; sonra da "Ah benim canım oğlum!" diyor. Oldu, başka? Fazilet Hanım'ı bariz bir şekilde çekemiyor. Kendi oğlunu zaptedemeyeceksen, elalemin düzenine karışmayacaksın Şükrüye Hanım. Zalimsin. Kıskançsın. Kötüsün. Ve bu kötülükle çok da yaşamazsın; ben sana diyeyim.
Yasemin bebeğime asla laf söylemiyorum. Yaptıkları sonucunda Ece küçük yaralar alsa bile amaçları işe yarıyor. Egemen'lerin köküne kibrit suyu dökecek ve ben de onun arkasındayım. O yalıyı başlarına yıkacağız. Altında önce Selin, sonra Güzide Hala, sonra evin çalışanları bir bir kalacaklar. İş, Sinan'a geldiğinde muhtemelen ters düşeriz Yasemin'le ama olsun. Ya da düşmeyiz, zira fragmanda Hazan'ı tavlamak üzerine iddiaya girdiğini gördüm; Sinan da bunu hak etti. Ve şimdiden söylüyorum; Sinan zaten eksideydi. Malumunuz, 100 dolar muhabbetinin gizli mimarı kendisi. Yani Sinan eksi iki. Hatta, Hazan'ın kendisine aşık olduğunu da bildiği için eksi üç. Önümüzdeki hafta, kısmetse kendisine bir güzel giydireceğimin şimdiden altını çizeyim. Duyanlar, duymayanlara söylesin bi' zahmet.