Boşlukta sallanan sorular...
Nasıl bir cenderenin içine girdik biz?
Haftalardır düğüm üstüne düğüm atılan, heyecan dozu yüksek bölümlerle son sürat ilerlerken bu hafta bir parça frene basılan bir bölüm seyrettik. Çok normal tabii ki, her hafta aynı tempoda olamayabilir. Zaten bölümlük anlatılan hikaye de öyle büyük tempo veya gizem gerektirmeyebilir. Çünkü her hikayenin dokusu farklı. Dolayısıyla kimi anlatılırken daha duygusal bir şekilde işlenir, kimi daha çok aksiyon barındırır. Fakat Ozan Sezin cinayeti araştırmasının arasına reklam gibi giren, Asu’nun öldürülme piyesi de dahil olmak üzere 4-5 haftadır tansiyonu yüksek bölümler izledikten sonra, bu cinayetin son perdesinin de aynı heyecanla devam etmesini beklerdim. Bilemiyorum belki de katilin Tarık çıkması, benim bütün hikayeden aldığım tadı etkiledi ve azalttı. Mercan Komiser “Burada soruları yalnızca ben sorarım!” demezse, izlediğimiz bölüme dair zihnimde biriken pek çok soru var.

Ozan’ın ölümü resmen, bir hukuk fakültesinin ceza hukuku dersinde final sınavı sorusu olabilecek düzeyde ve karmaşada. Faillerin hangi suçtan dolayı yargılanacağı, olayın kasten mi yoksa taksirle mi işlendiği, kimin hangi cezayı alması gerektiğine ilişkin şahane beyin yakıcı bir sınav sorusu olurmuş. Adama hem zehir vermişler, hem boğmuşlar, hem asmışlar. Ama ihale Tarık’ın üstüne kaldı, iyi mi? Halbuki ben katil olarak Asu’yu çok güzel benimsemiştim. Üstelik onca şüphelinin içinde, sırf kendi çıkarları uğruna Ozan’ı bile isteye öldürmeye kasteden de kendisiydi. O yüzden Tarık’ın katil çıkması bende ters köşe ve şok etkisinden çok, hayal kırıklığı ve acı hissi yarattı. “Ah kaçıncı darbe bu/Ah bu kaçıncı perde?”* Çünkü ha Tarık, ha Zeynep; netice itibariyle Kemal’in kardeşi Nihan’ın kardeşini öldürmüş oluyor. Bunu kasten yapmamış olması yargılama sürecini ve alacağı cezayı değiştirir elbette ama sonucu değiştirmez. Ya o raporun Kozcuoğlu kardeşler tarafından değiştirilmiş olma ihtimali yok mu? Keşke olsa…


Şimdi bu cinayet benim üstüme mi kaldı?

Bölüm boyunca katilin Tarık olduğu adım adım işaret edildiği için bu durumun gerçek olması ihtimaliyle diken üstünde, “İnşallah beklediğim gibi değildir.” düşüncesiyle izlediğim bölümün içine giremediğimi hissettim. Sahneler arasında da anlam veremediğim bir kopukluk vardı, bazen çat o sahneden pat öteki sahneye, akşamdan küt sabaha geçildi. Bilhassa da Kemal’de bir ruhsuzluk hissettim. Kardeşinin Nihan’ın kardeşinin katili olması ihtimaliyle biraz daha panikte, biraz daha açmazda, biraz daha ikilemde olması gerekiyordu bence, ama ben korku, panik yahut vicdan azabı hissettiğini çok göremedim. Daha durgun bir hali vardı, vicdan azabından çok mide ağrısı çekiyormuş gibiydi ve dediğim gibi bu korkutucu ihtimal karşısında ben duygularının daha yüksek olmasını isterdim ki böylece ben de onunla birlikte sonucu beklerken gerilip, üzülebilirdim.

Belki de Kemal’den beklenmeyecek tavırlar sergilediği için, ben de bu Kemal’i tanıyamadım ve dolayısıyla tanıyamadığım bir insanla da aynı hisleri paylaşamadım. Mesela Nihan’ın Asu’ya zehir görünümlü sakinleştirici enjekte etmesi üzerine gözaltına alınmasından sonra, onu emniyetin önünde beklememesi hiç Kemallik bir hareket değildi. Ne işi vardı, nereye yetişiyordu? Çok önemli bir suçlama, çok hayati bir durum olmayabilir belki ama benim tanıdığım Kemal, Nihan oradan çıkmadan asla gitmezdi, arabanın içinde beklerdi. Ama bir baktık ki Kemal hiçbir sebebi olmamasına rağmen çekip gitmiş, onun yerine olayı haber alan Emir kapıda beklemiş. Üstelik Emir bir şekilde Asu’yu ikna edip şikayetini geri almasını dahi sağlamış. İşte yukarıda bahsettiğim kopukluk tam olarak böyle bir şey. Kemal neden gitti, Emir ne ara geldi, Asu’yla ne konuştu, Nihan ifadesi bile alınmadan nasıl çıktı buralar hep kopuk.

Yazı devam ediyor.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER