Son haftalarda bu ifadeyi sıklıkla kullanır oldum,
farkındayım ama ortadaki durumu ifade etmek için en geçerli olanı bu. Bir kez
daha boş yok denebilecek, dolu dolu bir bölümle ekrana geldi Muhteşem Yüzyıl
Kösem. Bir önceki bölümün şatafatından sonra daha sade ve kendi halinde bir
bölüm olsa da izleyicinin vaktini boşa çalmayan olay örgüsü, kadroya konuk
oyuncu olarak dahil olan tarihi kişilikleri ve gelişmeleriyle izlemesi yine
hayli keyifli oldu. Diziyi hâlâ bir geleneği yerine getirircesine inatla televizyondan
takip edenlerdenseniz içiniz geçse geçse büyük ihtimalle yayın saatinden dolayı
göz kapaklarınızın istemsizce ağırlaşmasından dolayı geçmiştir.
Sahnelerinde yine bir bestenin bitmeden bir yenisinin
başladığı, hatta bu defa bestelerin içiçe geçip bazı sahnelerde kakafoni
oluşturarak gereksiz yere yormasını bir eksi olarak not düşebileceğim bölüm
öncelikle büyük oranda yenilenmiş jeneriğiyle çıktı karşımıza. Kadrodan çıkmış
olan karakterlerin yerini halihazırda yola devam eden ve ilk versiyonda
kendilerine yer bulamayan karakterlerin bulunduğu sahnelerin aldığı bu
yenilenmiş jenerik tahminen en “tam” halini de böylece almış oldu.
Arada ilk
versiyonda bulunan bazı çok güzel kareler feda edilmiş – örneğin ben Farya’nın
Altın Yol’da yürüdüğü sahneden daha çok sezon teaserlarında kullanılan saraya
geliş sahnesinin kalmasını tercih ederdim ya da yine Farya'nın Divan-ı Hûmayun'un penceresi önünde dururken İstanbul Boğazı'nın görüntüsünün belirdiği karenin- ancak, hikayenin yeni bir dönemece
girdiği noktada taze bir esinti iyi olmuş.
Tam anlamıyla geçtiğimiz hafta kaldığı yerden devam eden
bölüm Kösem Sultan’ın bir kez daha Divan-ı Hûmayun’a başkanlık etmesi ve 4.
Murad’ın kendisini suçüstü yakalamasıyla açıldı. E verdiği tepkiyi tahmin
edersiniz. Validesini düzenli aralıklarla devlet işlerine karışmaması konusunda
ikaz eden, en son olarak da geçen hafta nihai ültimatomunu veren Murad, baktı
ki sözlerini ciddiye alan yok, “madem ki sen beni padişahtan saymıyorsun, ben
de seni valideden saymıyorum” dercesine saygıyı ve siz’li biz’li hitap etmeyi
bir kenara bırakarak, doğrudan 2. tekil şahısla konuşarak Kösem Sultan’a Eski
Saray’ın yolunu gösterdi.
Kösem Sultan’ın bu cezaya verdiği tepkiyi de tahmin
edersiniz. Geçen hafta son ikazını alınca zorlukla bastırdığı kibrini açılış
sahnesi boyunca bu defa saklamaya hiç gerek görmedi ve her ne yaptıysa
çocuklarının istikbali için yaptığını söyleyerek masum anne kartını oynamaya
devam etse de sözleri, bakışları ve beden diliyle Murad’ı ve kararlarını
küçümsediğini her halinden açık seçik belli etti. Murad da validesinin restini
gördü ve sezonun başından beri ana-oğul arasında tabii ki zaman zaman gerçek
sevgiden ama çoğu zaman da zoraki olarak devam edip giden alttan alma ve
birbirini idare etme iki yüzlülüğü nihayet son buldu.
Sahne boyunca Murad, geçmişe yönelik söyledikleriyle Kösem’in
bir anne fedakârlığı şeklinde anlattığı bütün o icraatlarının özünde, aslında
önüne geçemediği iktidar ve güç hırsının yattığını, yıllardır yaptığı her şeyi
kendi nizamını kurmak ve sürdürmek için yaptığını, bu düzeni bozmaya tehdit
olarak gördüğü herkesi, devletin asıl yöneticisi olan padişahı, yani öz oğlunu
bile, ezip geçtiğini söyleyerek eteğindeki bütün taşları bir bir döktü. “Ben
Allah’ın yeryüzündeki gölgesiyim, siz ise ancak gölgenin gölgesisiniz” diyerek
kadının bütün sinir uçlarını kaşımayı da ihmal etmedi. Anlayacağınız her
ikisinin de rahat rahat boğazlaşmak için önlerinde artık bir engel kalmadı.
Bu sahnede Kösem’in içinden başkaldıran Safiye Sultan’ın
ruhunu da es geçmemek lazım. Vaktiyle saraya Safiye Sultan tarafından getirilen
ve kısa bir süre boyunca da bizzat onun tarafından himaye edilen Kösem zaman
geçtikçe güç ve iktidar hırsı konusunda ondan aşağı kalır yanı olmadığını
göstermişti. Eski Saray’a sürüldüğünü öğrenince “bu saraydaki köklerim öyle
derin ki, sen bile söküp atamazsın” diyerek geçen sezon Hacı Ağa’nın Safiye
Sultan için kullandığı ifadelerin neredeyse aynılarıyla kendi doğasını açık
etti. Hatırlayın, 1. sezonda Safiye Sultan’ın Eski Saray’a gitmeyi kabullenmesi
sırasında Hacı Ağa “40 yıldan beri bu saraya öyle bir kök saldı ki, budamaya
kalksak bir 40 yıl da öyle geçer” diyerek anlatmıştı Safiye Sultan’ı Kösem’e.
İktidar hırsına bakın ki nefret ettiği Safiye Sultan gibi olmayı nasip etti
kendisine.
Yine de bölümün en güzel repliği Eski Saray’a gitmesinin
arefesinde Kösem’den geldi. Kemankeş Mustafa Ağa, belki 4. Murad’ın kararını
değiştirmesine yardımcı olur umuduyla Kösem’in herkesten, ama özellikle de
üzülmesin diye Murad’dan, sakladığı diabet hastalığını ifşa etti ama ne fayda.
Murad değil acımak, diğer bütün kardeşlerini kafese kapatmakla tehdit ederek
validesinin Eski Saray’a gidişini kesinleştirdi. Hastalığını saklamasının sebebinin
kendisini üzmemek değil, tam tersine etrafına güçsüz görünmemek, yarattığı Kösem
Sultan markasına toz kondurmamak olduğunu vurdu yüzüne. "Bugün yardım almaya alışan, yarın emir almaya alışır" diye de ekledi. Kösem’in tam giderken Kemankeş’e
sarfettiği ; “ben o üzülmesin diye söylememiştim ama ziyanı yok, üzülmüyormuş
zaten” sözleri seyirci için üzücüydü.
Bir Muhteşem Yüzyıl seyircisi olarak tam da en sevdiğim
şeyi yapmaya başladı senaryo ekibi bu aralar. Kösem Sultan karakterini dizinin
en başından beri, 4. Murad karakterini de bu sezonun başından beri çok öyle
aman aman sevmediğimi yazılarımı takip edenler bilirler. Ancak dizi bu aralar
her iki karakteri de kendi açılarından haklı görülebilecek ve desteklenebilecek
şekilde oturtmayı başardı bence.
Kösem Sultan tabii ki gücü çok seven, son
derece hırslı ve soğuk bir kadın ama ne olursa olsun çocuklarını sevmediğini,
onlar için üzülmediğini, her şeyi kendi iktidar oyunları için kullandığını
söylemek de haksızlık olur. En azından şimdilik. Murad’ın bu bölümdeki
vefasızlığı ve sözlerindeki ruhsuzluğu acımasızca oldu gerçekten. Aklıma Shakespeare’in
Kral Lear oyununda yazdığı, “Nankör bir evlâda sahip olmak, yılan dişinden daha
fazla acı verir” sözleri geldi.
Eski Saray muhabbetiyle ilgili sevmediğim tek şey sarayın
giriş kapıları olarak, geçen sezon boyunca Topkapı Sarayı’nın harem girişi
olarak kullanılan setin kullanılması oldu. Halbuki geçen sene Eski Saray olarak
kullanılan ve göz aşinalığımız olan başka bir set vardı. Gerçi o set de
Yeniçeri Ocağı olarak kullanılan setin yeniden giydirilmiş haliydi ama o
şekilde kabul etmiştik artık. Haremin giriş kapıları da önünde bir-iki ufak
sahne geçen bir yer olsa tamam diyeceğim ama sayısız defa o sıfatla izleyip
aklımıza kazıdığımız bir yerdi.
Neden böyle şeyler yapıp prodüksiyonun büyüklüğüne gölge düşürürler hiç anlamam (misal üç haftadır İsmihan Sultan için gerçek bir bebek bulunamayıp eli kolu boşta sallanan plastik bebek gibi). Keşke
bu bölümde Kösem geldiğinde fona yerleştirilen şehir içi CGI çalışmasının
aynısını eski Eski Saray setine fon olarak yerleştirip yine orayı
kullansalardı. Umarım yeni Eski Saray’ın girişini çok görmeyiz de araya kaynar
gider bu detay.