Söz, seni izleyeceğim!
Ateş edeyim mi tatlı kız^^
Diziler inanılmaz uzun. Her hafta ayrı ayrı kanallarda 120-140 dakikalık işler yayınlanıyor. Her hafta rakip kanaldan biraz daha uzun bölüm çıkarmak adına dizileri katlanılmaz uzunluğa getiren bu çılgınlığın son icadı ise 150+ dakikalık sürelerde ilk bölüm çıkarmak. Çünkü rekabet bunu gerektiriyor... Bu biteviye kendini tekrar eden durumun kaçınılmaz sonu olarak her hikâye birbirine benziyor. Taban tabana zıt çatışmalarla yola çıkan işler bir süre sonra aynı hikayeler peşinden koşan kopyalara, bütün karakterler birbirinin aynısı tekdüze ve boyutsuz tipler haline geliyor.

İşte bu dipsiz kuyunun en çaresiz anında beliren ve umudun hala var olduğuna inandıran Ethem Özışık’ın kalemi Söz’ü izlememdeki en büyük sebep. Onun kaleminin garantörlüğünde izlemeye koyulduğum bölüm hikaye açısından hayal kırıklığına uğratmadı. Hikaye kısmına geleceğim ama öncelikle müzikler için Atakan Ilgazdağ ve ekibine bol saygılar sevgiler efendim. Tema müziği bence işin ruhunu zirveye taşımış. Yardımcı rolden ziyade direkt olarak başrole oynamış. Müzikler tam yerinde ve sahnenin duygusuna hizmet edecek şekilde eşlik etti hikayeye bölüm boyunca. Yağız Alp Akaydın rejisi için ise şu an bir şey söylemek erken diye düşünüyorum. Zira ilk bölüm için -bence- çok da mükemmel olmayan ama asla kötü olmayan bir dili vardı. Reji dilinin mükemmel olmadığını savunmam sektörel bilgilerden uzak, tamamıyla ekran karşısında izlerken aldığım hissiyata dayalı bir tez.

İlk bölüm hikayesi çoğunlukla hatta tamamen -tahminen diğer bölümlerde de devam edecek olan- dış mekan ve alay arasında geçtiğinden mekanlara yönelik bir yorum yapmak çok yüzeysel olacak.

Oyuncularla ilgili olarak; Tolga Sarıtaş oldukça popüler ve işleri belli bir kitle tarafından sıklıkla takip edilen genç bir oyuncu. Ama kendisi sadece bunlara dayanılarak yol alınamayacağının farkında olacak ki, role bürünmek için oldukça uğraşmış ve -yine bence- altından başarıyla kalkmış. Aksiyon sahnelerinde -ki bunlar çoğunlukla Battal Gazi topyekun Bizans’a karşı filmlerinden hallice de olsa- tecrübeli bir asker olduğuna inandım. Hiçbir sahnede sakil durmadı o tavırlar üzerinde. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim, ilk bölüm için eşlik eden Su Kutlu’yu uyum olarak çok doğru bulup kombinasyonu kafamda oturtsam da hikayede Aybüke Pusat eşlik edecek kendisine. Şu an için tamamen nötürüm ona karşı. Çekici bir ekran figürü olmadığı konusunda yapım ekibiyle aynı fikirde değiliz ki o arz-ı endam ediyor ekranda. Bekleyelim... Onun dışında Serhat Kılıç’ı ilk bölümde çok az gördük o yüzden tanışmamız için henüz zaman var Meriç Aral'ı da ilk bölümde görmek isterdim ama kendisine ilk bölüm hikayesinde yer bulamamış anlaşılan onu da bekleyeceğiz.

Bölüme gelecek olursak, açılış sahnesi her ne kadar çekimiyle, diyalogları ve hikayeye eşlik eden tok dış ses ile kalbimi fethetse de devamında gelen mezarlık sahnesi bir o kadar duygudan uzaklaştırdı. Bir kere daha anladım ki, sağlam figüran candır! Merve'nin anne ve babasını canlandıranların duyguya karşı kilometrelere sığmayan uzaklıkları benim de duygularımı bıçak gibi kesti. Ajitasyon müptelalığından değil bu söylediklerim, aksine sahnenin verilmesi gereken asgari duygudan bile oldukça uzakta olmasından bahsediyorum. Eğer o sahnede derdimiz o değildi diyorsanız o an takip edecek başka bir detay yoktu benim için diyeceğim ben de. Bununla birlikte komutanın kızının kaçırılma sahnesi için ise şuraya kocaman bir kahkaha bırakmak istiyorum. Böyle büyük prodüksiyonlar için bu kadar basit sahnelerin böyle yalapşap çekilmesi tüm gerçeklik duygusunu zedeliyor benim nazarımda.

Ayrıca dizinin türü ile ilgili söyleyeceğim birkaç şey var acizane... Çok duygusal bir toplumuz ve ayrıca çokça milliyetçi. Mevzu Vatan- Millet- Sakarya olduğunda en ilgisizimiz bile aşkla doluyor. Söz konusu bu kadar hassas bir toplumun bam teline dokunacak ve her tarafa çekilmeye meyilli bir hikaye olduğunda ise ajitatif söylemler ve milliyetçi duygularla en garanti yoldan alıcı aramak hemen başvurulan en kolay yol. Oysa gün gibi ortada duran bir gerçek var: Tüm bu ezberlenmiş kalıpların dışına çıkıp temelde butik görünen bir hikayeyi herkese hitap edecek evrensel bir konuma getirebilen, tüm türevlerinin arasından sıyrılan ve en çok izlenen iş olacak.

Söz
, umarım tüm bu çalkantılardan ve cılk klişelerden uzak bir hikaye anlatımı sunar bize... İlk bölüm tüm bunlar için biraz daha umutlandırdı zira. Çünkü, evet temelde bir asker dizisi izleyeceğiz ancak asker ailesi olmanın zorluklarına da sık sık şahitlik edeceğiz bu serüvende. Yıllarca anlatılan destansı hikayelerin kahramanlarının vatanı kurtarırken aslında nasıl da kendine, ailesine yetemediğine şahit olacağız. Nizamiye kapısında kalan kıymalı böreklere ağzımız sulanacak; ansızın patlayan bir bombayla kaykayı ayaklarının altından kayan bir çocuğa ağlayacak, sahipsiz kalan balonlarla birlikte biz de savrulacağız. Daha yolumuz uzun..

Yıllardır aynı coğrafyada yaşayan birkaç farklı milletten bir avuç insanız ve bitmedi birbirimizle savaşımız. Oysa ne güzel anlatıyor Ethem ağabeyimiz: Sen bağlamanın sesine aşıksın diye öbürünün kemanla kendinden geçiyor olmasını ayıplayamazsın ki... Asla birinin bir diğerine üstünlüğü yok.  Birleştirici söylemler çok daha fazla kalbe çok daha güzel sokulacağı gerçeğiyle evrende paralel ilerliyor...

O yüzden Söz ile ilgili en büyük temennim, bu uzun sürmesini dilediğim puslu yolda belki kısa vadede seyirci kazandıracak ama illa ki cepten yiyecek ve işin ruhunu topyekûn kaybedecek ucuz numaralardan uzak; reytingin dişi kanlı çarkında temiz bir hikayeyle var olması..

Söz, birkaç isim dışında no-name isimlerle yola çıkmış, gücünü kadrodan ziyade hikayesinden almaya çalışan ve –izlediğim ilk bölüme dayanarak– bunu da başarmış bir iş olarak alnının akıyla çıktı Pazartesi cenderesinden. Bir diziyi takip etmenin işkenceye dönüştüğü bu zamanlarda Söz’ün takipçisi olmak için var gücümle savaşacağım. Bu savaşta bana yardımcı olacak senaryo ekibine de şimdiden teşekkür ediyor, kocaman selam yolluyor ve ekliyorum: Söz, sizi izleyeceğim!

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER