İlk bölüm için az hikâye ve fazlasıyla durağan bir akış izledik bence. Daha hareketli, belki daha çok flash backli sahneler görebilir; mesela Karahan ailesini biraz daha tanıyabilirdik. Böylece Aslı Orcan ve Nilgün Yurtsever hakkında da bir şeyler söyleyebilirdim. Ama zamanımız var, konuşuruz bunları da. Zira ben bu diziyi beğenmek üzere oturdum ekran karşısına bu kez, bekleyebilirim.
 
Hiç kuşkusuz iki şeyi çok sevdim: ilki, cinayet anını görmemiz, katilin kim olduğundan emin olmamız. Elbette o geceyle ilgili bilmediğimiz ve görmediğimiz bir sürü şey ortaya çıkacaktır ama Derya'nın masum ve Mehmet'in katil olduğunu net bir biçimde görmemiz önemliydi benim için. İkincisi ise en azından ilk bakışta, sıcağı sıcağına elde edilebilecek deliller ortadan kaldırılmışken katilin vicdan azabı duyması ve suçu kabullenmeye hazır olması. Yani yalnızca Yaren'in değil, Mehmet'in de adaletin peşinde olması.
 
Yaren'in haksızlık ve hukuksuzlukla mücadelesini, bu mücadele sırasında kendisini, kadınlığını, aşkı keşfedişini ve kendisine dayatılan namus kriterlerini sorgulayıp alt üst etmesini izleyeceğiz. Bunu da sevdim, bu eksen etrafında dönebilecek diğer hikâyeleri de. Fakat 'tesadüfün iğne deliği' dediğimiz türden karşılaşmaları sevmedim, sevemiyorum. Mahallenin taksicisi Kadir'in kan kardeşinin polis olması, o kan kardeşin bilgi aldığı polis memurunun boşboğazın teki olması, davayla ilgili bir şeyler dönüyor olabileceğini öğrenen Kadir'in aracına Oğuz'a şantaj yapan görgü tanığının binmesi, onun da boşboğazın teki olması ve yiyeceği haltı taksiye biner binmez çatır çatır anlatması, Kadir kendisini sıkıştırınca taksiden inmesi ve iner inmez ters yönde boş bir taksi bulup binmesi, o boş taksiyi kullanan sürücünün de bir başka taksiden kaçarcasına inen kişiyi sorgusuz sualsiz alıp götürmesi… Daha fazla yazmama gerek yok, ne demek istediğimi anlattım sanırım. Hikâyenin bir şekilde ivme kazanmak zorunda olduğunun farkındayım ama bunlara göz yummak istemiyorum; çünkü bu kalemlerin, bundan çok daha iyisini yazabileceğini biliyorum. Bekliyorum.
 

Uyanıkken de sevin çocuklarınızı...

"Karahanlar" adını duyduğunda araştırmaya girişen Yaren'in arama motorlarında Mehmet'in fotoğraflarına rastlamamış olmasına anlam veremedim. Hapishanede birbirlerine teğet geçtiklerinde de Mehmet'in yüzünü tanıyacağı için karşılaşmadıklarını düşünmüştüm. Ama şirkette karşılaştıkları zaman Yaren'in Mehmet'i tanımamış olması tuhaf.
 
Mehmet ve Yaren arasında olacakları tahmin etmek zor değil. Fakat daha önce onlarca örneğini gördüğümüz bir patron-asistan aşkı izlemek istediğimden pek emin değilim; özellikle de patron erkek, asistan da kadınken. Yani bunun daha 'farklı' bir ilişki olabileceğine dair hiç fikrim yokken. Kimya eğitimi almış olan Yaren'in asistan pozisyonunda fazla kalmayacağını ve en azından Aphra Cosmetics'in ürün geliştirme departmanına geçiş yapacağını tahmin ediyorum. Fakat patron-çalışan ilişkisi korunacağı için tek memnuniyetim Yaren'in kendini gösterebileceği bir iş yapıyor olması olur. Umarım Mehmet-Yaren yakınlığını sağlayacak bir başka çözüm bulunur.
 
İzlerken anladım ki pek çok diziyi takip ediyor olsam da drama aç kalmışım. Özellikle Yaren'in sahnelerinde hissettim bunu. Derya'yı hapishanede ziyaret ettiği sahnede içimin sızladığını ve bu sızıyı özlediğimi fark ettim. Bölümün en sevdiğim sahnesi diyebilirim fısıltıyla konuştukları o sahne için. Oyunculardan da beklentim, role özgü bir ses ve tonlama kullanmalarıdır her zaman; Zeynep Çamcı ve Gülper Özdemir benim gözümde bu eşiği de geçmiş oldular.
 

Ne kadar da birbirlerine sevgiyle bakan bir aile...

Halil'in namus takıntısından ve zihnindeki namus tanımının tuhaflığından daha sonra söz edeceğimi söylemiştim. Ama konunun Derya ayağında aklıma yatmayanlar var. Bana göre, yetişkin bir kadının kendi bedeniyle ne yaptığı, kiminle ne yaşadığı yalnızca kendisini ilgilendirir. Dolayısıyla Derya'yı herhangi bir biçimde sorgulamak ya da yargılamak değil niyetim; ondan bir 'savunma' bekliyor da değilim. Benim merak ettiğim, ablasına "sen hiç benim gibi sevmedin" diyebilecek kadar "çok" sevdiğini iddia eden Derya'nın sevdiği adamın neden ortalarda hiç görünmediği...
 
Son olarak rejinin beni zihnen ve fiziken yorduğundan söz etmek istiyorum. Kamera hareketlerinin fazlalığı, yakın planların çokluğu (Haluk Bilginer'in bacaklarını hiç görmedik mesela) gözlerimi yordu gerçekten, bazı kısımları ekrandan gözümü kaçırarak izledim. Ama en çok gözüme takılan ve beni fazlasıyla rahatsız eden şey, Adli Tıp raporunun sonucunu öğrenen Halil'in karakoldan çıkışı esnasındaki kamera hareketiydi. Halil'in kendi küçük dünyası başına yıkılmış olabilir, ama Halil'e hak vermeyen bir seyirci ve bireysel özgürlükleri gözeten bir kadın olarak bunun altının kalınca çizilmesinden rahatsız oldum. O sahnede Halil'le empati kurmamız gerektiğine inanmadım, buna gerek de görmüyorum; rejinin bizi buna zorlamasından da rahatsız oldum. Kaldı ki karşımızda, senaryonun veya yönetmenin beklediği duyguyu yalnızca birkaç mimikle bile verebilecek bir oyuncu var, geriye kalan tüm çaba, en iyi niyetli yorumumla 'gereksiz' geldi bana.
 
Dizinin ismi açıklandığından beri zihnimde "Keklik gibi" türküsü çalıyor, zaman zaman yüksek sesle eşlik ettiğim: "Bu kara yazıyı kendim yazmadım/ Alnıma yazıldı bu kara yazı/ Kader böyle imiş, ağlarım bazı…" Uzun zaman eşlik etmeyi dilediğim bu hikâyeden beklentim, kadere ağlamak yerine mücadele eden, kara yazanlara inat aydınlığı isteyen, haksızlığa başkaldıran, aydınlığı savunan bir hikâye, sevgiyi öğrenen ve öğreten karakterler izlemektir. Yolumuz açık olsun…
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER