Yaşadığın evren, üç günlük
dünyandır. Doğarsın, büyürsün ve ölürsün. Gözünü açtığın gün ile kapayacağın
gün arasında sadece üç nokta vardır. Doğum ve ölüm arafındayken, büyürsün.
Büyümeye devam ederken de; iki kavram arasındaki üç şahane noktayı doldurmaya
bakarsın.
Doğan büyüyor, derler.
Büyürsün azizim, büyürsün. Büyürsün de, önemli olan nasıl büyüdüğün. Kimi şansını daha anne karnındayken tatmaya başlar, kimi de ölene kadar o şansı
bulacak diye kendi debisinde boğulur. Spermle yumurtanın birleşmesi kadar
tesadüfîdir hayat. Kimine sorsan; şansımız daha burada başlar der. Kimi ise dünyasına
“Hiç bana sordun mu?” diye dert yanar.
Nefes aldığın her ân için şükret
Büyümek zor iştir. Üç
gibidir. Adımlarını her zaman ileriye atamazsın. İki adım gittiysen, bir adımı
eksik kalmıştır. Yol, hiçbir zaman istediğin düzlükte ilerlemez. Takılırsın,
düşersin, en çok da kanarsın. İçindeki tomurcukları yeşertirken bir bakmışsın
ki; aşkın en hain plânıyla kandırılıvermişsin. Peşi sıra gideceğim diye,
daha çok savrulmuşsun. Üç harflinin peşine düşmüşken, büyümek kimin umurunda
olur ki?
Karar vermek sandığından da zor iştir. Üç günde kurduğun plân, bir ömür bozulur.
Yeri geldiğinde üç santimetre uzağında olan aşk; metreleri, hattâ kilometreleri aşar. Öyle bir ruh hâline bürünürsün ki; bir bakmışsın ruhun ile boğaz boğaza gelirsin. En azılı düşmanını içinde barındırırsın. Küsersin. Küstüğün, ne hayattır ne de talihin. O, üç santimin, kıymetini bilemediğin ânlarla taarruza geçersin. Bu zamana kadar şanslıyım diye geçinirken, bir ânda rüzgâr tersine döner.
Kimin
daha şanslı olduğunu bilmediğin zaman diliminde, büyümek acı verir. Nefesin
kesilir, nabzın hız sınırını çoktan aşmıştır. Yanakların kızarır, adrenalinin
artar. Üç santimetrede biz olarak karıştığın dünyan; üç metre ilerindeki başka
dünyaya ait kılınır. Canının aktığı, gönlünün kaydığı; bir başkasına canan
oluverir. O, üç harflik varlık, gelecekteki noktalarını tüketir. Talihine bir
daha yanarsın. Bu sırada hâlâ büyümeye devam edersin. Bu defa büyüdüğüne kimse
kulak asmaz. Sağlıksız büyümenin sonucu olarak kırılır, un ufak olursun. Ölmeye
varmak istersin de yine kimse çığlıklarını işitmez.
Yaşadıklarına değil, yaşayacaklarına odaklan. Mutluluk o zaman sana kucak açacak
Süreyya’nın
çığlıklarını hangimiz işittik ki? Çığlığını duyabilmek için illâ yüksek
desibelle mi bağırması gerekir? Süreyya’nın tek hatası Faruk’a âşık
olmaktı. Belki hata bile sayılamayacak sırrı da, aşkının faturası oldu. Süreyya,
Boran Konak’ına sığınamadığı için mi suçlu? Yoksa kendini ifade edememekten korktuğu
için mi? Ömer’i Faruk’tan saklamasının bir nedeni varsa; o da kesinlikle Esma
Boran’dır. Eğer Esma Boran bu zemini hazırlamış olmasaydı, elbet Süreyya da
O’nu anne gibi görür ve derdi her ne ise tez elden çözümlenirdi.
400 yıllık geçmişi üç günlük gelinin omuzuna yüklemek hangi vicdana dayanır?
Kadın
açık bir dille Süreyya'yı istemediğini dile getiriyor. Her bir bakışı ölüm gücünde, her bir sözü akrep
zehrindeyken; Esma Boran'dan anlayış beklemek saçmalık olmaz mı? Esma Hanım, Süreyya gündeme
geldiği ândan bu yana, bir çözüm arayışlarındaydı. Bir bahanesi olmalıydı. Eline öyle bir koz geçmeliydi ki Süreyya'nın tırnağını oynatacak mecali kalmamalıydı. Düğünde çıkan rezalet de Esma
Hanım’ın ekmeğine yağ sürmüş oldu. Bundan sonraki adımlar Esma Sultan'ın tek bir sözüne bakıyor. Hiç beklemediği ânda can düşmanından gelen haberle birlikte, kısa süre içerisinde bu fermanı çoktan yerine getirildi.
Adaletin gücü parayken, arandaki parmaklıkları bahane etme
Süreyya - Faruk aşkının inandırıcılığının zayıf olması; ham maddesi aşk olan dizi
için önemli bir handikaptır. Aşkları gün geçtikçe olgunlaşıp, ağırlaşacağına;
liseli ergenlerin ilişkilerinden beter hâl aldı. Kırgınsan kırgınım veya
kızgınsan kızgınım diyemeyeceksen bu ilişkiden anlayış beklemek hata olacaktır. Oysaki Faruk’tan
olgunluk beklemekle yanlış yapmışız. Adamın ilk bölümde çizdiği profil
belliydi. Aksini düşünerek gelecekte yaşanacak olaylara kapı açmışız. Kırklarında
olan bir adam; ailesinden habersiz, yangından mal kaçırıyormuşcasına evlenmesi isteğine uyanmalıydık. Sandık ki aşk gözünü kör etmiş. Birbirlerine kavuşamazlarsa Leylâ ile Mecnûn'dan farksız olurlar. Hayır, efendim ne aşkı? Adam
kendine bildiğin macera aramış. Meğer Esma Hanım’ın darlamalarından gına geldiği için
Süreyya’yı oksijen olarak görmüş. Bir nevi kurtuluş noktası.
İki bekâr insanın birbirinden hoşlanması doğanın kabul ettiği sonuçlardan biridir. Kadın ve erkek yan yana geldiği süre boyunca, mutlaka etkileşim ve devinim içerisinde bulunacaktır. Ama buradaki hisler, hastalıklı ruha sahipmişcesine vurgulanmamalıdır. Faruk'un sevgisi bana tuhaf ve hastalıklı geliyor. Ne yazık ki; Süreyya - Faruk ilişkisi daha en başından, bizlere rüyâ tadında geldiğinde bile, sakat olarak doğdu. Devamında ise hep bir aksilik ve çıkmaza sebep oldu. Süreyya yüzüğü parmağına takmak adına kimseyi dinlemedi. Yaşam ve ölüm her ne kadar birbirinden ayrılmaz bir unsur olsa da, bir arada bulunmayacak kadar da tehlikelidir. Aynı çatı altında Esma Hanım'ın varlığı ile Süreyya bulunduğu süre boyunca Faruk'a giden sokaklar çıkmaza girecektir. Bu demek oluyor ki; cadı kazanı kaynamaya devam ettiği süre boyunca iki âşık, Karadeniz'in hırçın suları gibi çırpınacak.