Bölümde göze batan bir-iki teknik durum da vardı. Malum,
bu sene ülkece kara kıştan kırılıyoruz. Bu dondurucu hava şartlarında dış
mekanda çekim yapmak bir hayli zorlayıcı olsa gerek. Buna rağmen son
iki bölümdür saray dışında geçen sahneleri bol bol izledik. Bu bölümün de en
keyifli yanlarından birisi çarşı pazarda ahalinin arasına bolca karışılmış
olması, gündelik hayatın akışı içindeki vatandaşlarla diyaloğa girilmesiydi.
Buna rağmen hava şartlarından kaynaklı bir şekilde
şehirde aynı gün içerisinde geçen sahnelerin (tahminen farklı günlerde çekilmiş
olmalarından mütevellit) birisinde alabildiğine kar yağarken bir diğerinde en
fazla kapalı, puslu ama yağışsız bir hava vardı. Bu devamsızlık durumunu
kontrol edebilmek pek mümkün olmasa da en azından Galata Kulesi’ndeki
sahnelerde biraz daha dikkat edilebilirdi diye düşünüyorum.
Hem Murad ve Farya’nın nikahının kıyıldığı sahnede, hem
de sonra Hezarfen Ahmet Çelebi ve Evliya Çelebi’nin sahnesinde kulenin
balkonundan görünen CGI İstanbul manzarası hava durumuna uygun şekilde bulutlu
ve kurşuniyken, kulenin içinde geçen sahnelerde camlardan içeriye parıl parıl
akşam güneşi vuruyordu. Geçen sezon Mayıs ayının ortasında falso vermeden kara
kış şartlarını yaratabilmiş olan bir ekip bu kadarcık detaya rahatlıkla dikkat
edebilirdi bence. Bir dahaki sefere kısmetse.
Bitirirken sezon başladı başlayalı gözüme çarpan teknik
bir detayı da paylaşmak istiyorum. Ne senaryoyla ne karakterlerle değil, bir
nesneyle alâkalı. Aslına bakarsanız o da kendi çapında bir karakter. Ekran yolculuğuna
Sultan Süleyman’ın yapıp Hürrem Sultan’a hediye ettiği bir “aşk yüzüğü” olarak
başlayan ama sonra ne hikmetse birdenbire harem kadınlarının saraydaki
iktidarlarının sembolü bir “güç yüzüğü” haline getirilen o meşhur yeşil yüzük
bu sezonda yine şekil değiştirmiş gibi duruyor.

Yukarıdaki görsellerde gördüğünüz gibi Aşk-ı Derûn’un ilk
bölümlerinde karşımıza çıkan ilk yüzük kocaman yeşil bir zümrüt taşı ve
etrafında pırlantaları olan görece basit ama gösterişli, güzel bir yüzüktü. Sonra
dizinin 4. sezonunda yüzük anlam değiştirince şekil de değiştirdi ve o kocaman
yeşil zümrüt taşı küçültüldü, yüksek bir kaidenin içine oturtuldu ve etrafında olan
pırlantalar tek sıradan iki sıraya çıkartıldı. Geçtiğimiz sene Kösem’in ilk
sezonunda Safiye Sultan’ın taktığı ve Kösem’e geçen yüzük de bu yüzüktü.
Bu sene Nurgül Yeşilçay’ın parmağında sıklıkla
gördüğümüz, son bir-iki bölümdür seyircinin gözüne sokulmak istenircesine
sıklıkla gösterilen yüzük sanıyorum ki aynı iktidar yüzüğü ama yine şekil
değiştirmiş ve orijinal tasarımına yakın bir hale getirilmiş gibi duruyor. Şayet Yeşilçay’ın
parmağında gördüğümüz yüzük bu iktidar yüzüğüyse neden bu yüzük durmadan şekil
değiştirip duruyor diye sormak isterim. Böyle nesnelerin kıymeti nesilden
nesile bozulmadan, aynı şekilde aktarılmalarından ve bir nevi “efsaneye”
dönüşmüş olmalarından gelmiyor mu? Devamlılığı bozmak niye? 2. sezonda saray
baştan aşağı değişince şahıslara ait nesneler de hepten değişmiş mi oldu?
Önümüzdeki iki hafta boyunca Kösem yok. Dizinin tarihinde
ilk defa olarak hali hazırda devam eden bir sezonunda reytinglerinin düşüklüğü
yüzünden yayın günü değiştirildi ve dizi Salı akşamlarına çekildi. Nahoş bir
durum ama Kösem gibi kapkaranlık ve ağır bir dizinin Cuma akşamları
yayınlanması zaten en baştan hatalı bir karardı. Geçen sezondan sonra bu sene
reytingleri yine tavana vurmazdı ama bu kadar da düşük kalmazdı. Belki de
yapılması gereken şey geç de olsa yapıldı. Ancak televizyon sektöründe
genellikle gün değiştirmeye başlayan yapımların akıbetinin pek iyi olmadığı,
günlerinin bu yüzden değiştirildiği bilinir.
Muhteşem Yüzyıl’ın bu anlamda farklı bir proje olduğu ve dünya
pazarında gördüğü talep ve marka değeri sebebiyle en azından sezon sonuna kadar
devam edeceği kesin gibi. Şimdiye kadar olaydan bayağı bir kopan ve kaçıp
gitmiş olan seyirci bu saatten sonra geri gelir mi? Pek sanmıyorum. Ama en
azından bir iyileşme yaşanabilir, göreceğiz. Beynam Ağa Eski Saray’ın gamından
kasavetinden yakınadursun, baştan aşağı kapkaranlık, koyu kahverengi, koyu gri,
mor, insanın içini karartan ne kadar renk varsa hepsine birden bürünen setleriyle
kasavet ve iç sıkıntısının başlıca sarayı haline gelen pek boğucu, pek itici ve
pek yapay bu yeni Topkapı Sarayı’ndaki ahalinin yeni maceralarıyla iki hafta
sonra görüşmek üzere.