Bölümün daha ciddi sularda takıldığı diğer yarısında ise birçok şey bir anda karışıverdi. Farya yüzünden canlarından olanların yakınları isyan etme noktasına gelirken, Yeniçeriler’in de İlyas Paşa İsyanı sırasında sefere götürülmedikleri için Sultan Murad’a diş bilemeye başladıkları anlaşıldı. Ortalığı önceden karıştırıp karıştırıp sonra pusuda yatarak fırsat kollayan Gülbahar Sultan ve Sinan Paşa ikilisi de geri kalırlar mı? Ayaklarına gelen ilk fırsatın üstüne akbaba gibi tünediler.
 
Saray deseniz, şehzadeler birbirlerinin etrafında avının üstüne atlamak için uygun anı bekleyen aslanlar gibi dönüp duruyorlar. Ve en önemlisi oğlunun akıl sır ermez uygulamalarına, durup durup aba altından sopa göstermelerine daha fazla tahammülü kalmayan Kösem Sultan, gölge hükümet misali yönetimi tekrar eline alıp elini eteğini çektiği devlet işlerine geri döneceğini ilan etti. Dört bir yanda kızılca kıyamet koptu kopacak.
 
Bu sezon ilk defa görme şerefine nail olduğumuz Yeniçeri Ocağı’ndaki kalabalık figürasyon kullanımı ve hareketlilik güzeldi. Ekranı doldurdu. Dizi başladı başlayalı Kemankeş Mustafa’nın da nerede yatıp nerede kalktığını öğrenmiş olduk bu sayede. Böyle ufacık görünen ama seyircinin zihninde en kısa yoldan karakter temeli atma anlamında kocaman olan bir detayı sezonun en fazla 2. ya da 3. bölümlerinde öğrenmek varken neden 10 hafta bekletildik, işte orasını hiç bilemiyorum.
 
Kemankeş Mustafa sezon başlamadan önce paylaşılan tanıtımlarda belirtildiği üzere Yeniçeri Ocağı’nda temizlik yapacak olan kişi. Anlaşılan artık yavaş yavaş bu hikayenin taşları döşenmeye başladı. Bir padişahı tahttan indirip öldüren, isyan etmeyi alışkanlık haline getirmeye başlayan Yeniçeriler şimdi de sefere çıkamamanın acısını çarşı esnafını haraca bağlayarak çıkarmaya çalışarak huzursuzluk yaratıyorlar. Bu sayede Kemankeş Mustafa’nın da daha fazla ön plana çıkma vakti geliyor gibi. Hazır bu hikayeler diziye dahil edilmeye başlanıyorken karakterin “Kemankeş” lakabını neden aldığıyla ilgili, okçuluktaki maharetlerini gösteren bir-iki sahne de görebiliriz artık inşallah.
 
Büyük büyük amcası Deli Mustafa’nın yanında kimbilir kaç gün geçirip neler yaşadığını bilemediğimiz, göremediğimiz Şehzade Kasım dışarı intikam duygularıyla yanıp tutuşan bir şekilde çıktı. Oldukça anlaşılır bir duygu durum tabii ama Kasım’ın yine de pek akıllandığını söyleyemeyiz. O odaya yine kendi akılsızlıkları yüzünden düşmüştü zaten. Şimdi de biraz göze batmaktan uzak kalacağı yerde başta Murad olmak üzere bu cezanın gelmesinde büyük payı olan Bayezid’e kendince bir savaş açmış durumda. Pasif agresif bir şekilde yüzünde gülümseme içinde nefret sarayda dolanıp duruyor. Tabii gücü şimdilik ancak Bayezid’e yetecek gibi duruyor ama kendi suyunu yine kendisi ısıtmaya başladı.
 
Gülbahar Sultan da Kösem Sultan’ın gücünün kuvvetinin kaynağını iki kelimeyle özetleyiverdi: Altın ve para… Sarayda tam bir demir yumruk şeklinde etrafına korku salan, halka gelince hayır işleri yapıp masum melek rolünü oynayan Kösem’in yıllarca devlet yönetmiş olması sadece bu iki maddeye indirgenemez tabii ama öyle kabul edeceğiz artık.
 
Bir de daha iki-üç bölüm önce çocuk sahibi olamasın diye gözünü bile kırpmadan Farya’nın rahmini kurutmak gibi zalimce bir icraata kalkışan kendisinin, bu bölümde nikah sonrası Has Oda’da topluca yenilen yemekte 4. Murad’ın çocuklarıyla ilgilenmesini buruk bir şekilde seyreden Farya’ya üzgün üzgün bakması da çok ironik oldu. Buna yazılan karakterdeki bir tutarsızlık mı denir yoksa “onun da duyguları var, o da bir ana” şeklinde Kösem’i biraz daha sevdirme hamlesi mi denir bilemedim. Üç bölüm önce hemcinsine o kötülüğü yapacak kadar rahat olan kadına pek iyi gözle bakamam, orası kesin.
 
Bu arada bölümdeki en güzel oyunculuk performansı bence Has Oda’da yenilen yemeğe davet edilmeden kendi dairesinde bir başına bırakılan Ayşe Sultan’ın hissettiği kalp kırıklığını mükemmelen canlandıran Leyla Feray’a aitti. O kadar içten bir şekilde akıttı ki hasekinin gözyaşlarını, bir ara gerçekten ağlıyor mu acaba diye düşündüm.
 
Ayşe Sultan, Mahidevran Sultan gibi karakterler her ne kadar entrikaya pek basmayan ufak akıllarıyla işler çevirip sinir bozucu olsalar da böyle anlarda erkek bir seyirci olarak benim bile feministliğim tutuyor ne yalan söyleyeyim. İlk dizide herkes Süleyman-Hürrem aşkının büyüsüne kendisini kaptırmışken ben alttan alta hep Mahidevran’la empati kurup bütün akılsızlıklarına rağmen onu daha çok sevmişimdir mesela. Dizilerdeki erkek karakterlerin kadınlara karşı tavırlarına her zaman sinir olmuşumdur. Hangi kadın o konuma düşmeyi ister ki sonuçta? Ben erkek halimle sinir olarak seyrediyorken kadınlar bu dizinin bazı bölümlerini izlerken neler hissediyorlar acaba?
 
Bu bölümde de bir benzerini hiç sevmediğim Ayşe Sultan’a karşı hissettim. Üstlerinden başlarından mücevher ve zenginlik aksa da kadının adı yok işte. Şehzadesi olsa da yok olmasa da yok. Erkek “ben öyle uygun gördüm” dedikten sonra hangisi karşısında durabildi? Süleyman’a dört şehzade verip iktidarı onunla paylaşan Hürrem mi başka kadınlarla halvetlere, aşk maceralarına engel olabildi, yoksa onca çocuğu olan Kösem mi? Harem dediğin de kadınların değil, erkeklerin dünyası aslında. Erkekler tarafından kendilerine çizilen o dünyada var olabilmek için erkekleşip, zalimleşmek zorunda kalan, birbirlerine etmediği kötülük kalmayan kadınların bir hayli üzücü dünyası, başka bir şey değil.


Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER